24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ey krallar, uyruklannız olmasaL 1 "SC • 18 Nisan 1980 Her kırtipil kendinin kırtipil olduğunu bilmez. 19 Nisan 1980 lngiliz yazarı Sanıuel Pepys, günlüğünde 28 Ocak 1666 günü Saray'a gittiğini, Kral'ın elini öptüğünü yazıyor. Ben bu gibi abartılı ve dümensiz saygı sunuşlanna bozulurum. Bunların katmerlisi bizim saraylarımızda, konaklarımızda da görülmüştür. Neden, neden aramızdan birini bir saraya oturtur, oturtur oturtmaz da ona kul köİe kesiliriz? Buna o kralların, o imparatoriçelerin, o sultanların ne hakkı var? Ama görüyorsunuz, bu hakkı onlara biz kendi elimizle veriyoruz. Restif de la Bretonne şöyle demiştir: Ey krallar, uyruklannız olmasa, siz ne olursunuz? Bir öykü: Sultan Aziz çağında (1870 yıllarıdır bu) bir gün Saray'daki Mecliste, Mütercim Ruştü Paşa, Rumeli şimendiferinin Topkapı Sarayı bahçesinden geçirilmek istenmesine karşı çıkınca, o vakitlerin Sadrazamı Emin Âli Paşa'nın karşılığı şu olur: Ne yapalım efendim, mülkun sahibi arzu ve müsaade etti. Dahası, şimendifer yapılsın da isterse sırtımdan geçsin razıyım, buyurdu. 11 Temmuz 1981 Virginia Woolf günlüğünde, George Eliot'un, eleştirmenlerin yazdıklarını hiç okumadığını söyler. Eleştirmenlerin romanları için döktürdükleri, çalışmalarını engelliyormuş. Rousseau da ttiraflar'ın onuncu kitabında şunu açıklar: Hiç kimse ile ahşverişim olmasaydı, hiçbir şey bilmeseydim, daha rahat edecektim. Nedir, gönlümün hâlâ bağlı kaldığı ilişkiler vardı ve düşmanlarım o yoldan beni ellerinde tutuyorlardı. 19 Ocak 1982 lnsanlar bir yaştan sonra birbirlerine tutuldukları için kızmıyor, birbirlerine tutulmak için kızıyor. 20 Ocak 1982 Çok şükiir sonunda yaslandım Gençligimle artık el ele 22 Ocak 1982 Çokları için dUşünce kalıpları gerek. Düşünce kalıpları olmadan kimseler bir şey kavrayamıyor. 3 Mayıs Cuma 1985 Atilla Dorsay'la Akademi Kitabevi'nde imza günü. Atilla bana yeni çıkan Sinemayı Sanal Yapanlar kitabını imzaladi. Ben de İstanbulParis'le Yapıştırma Bıyık'ı. Görenler beni daha eli açık sandılarsa da gerçekte dunyası buyük olan Atılla'ydı. İkimız de imzalattığımız kitapları kendi paramızla almıştık. tmzamı konduruyordum ki Atilla'ya sordum: Atilla'yı tek t ile mi yazıyorsun, iki t ile mi? Biliyorsun Attila llhan iki t, Milliyet Sanat Dergisi Yftnetmeni Akal Atilla da iki I ile yazıyor. Evet, Atilla'nın yazımı çok değişik. Tiyatro eleştirmeni Atila Sav da tek t, tek I kullanıyor. Benim Almanya'da bir arkadaşım var. Bir oğlu oldu. Adını Atilla koymuş, bana nasıl yazılacağını sordu. Sözcüğün seruvenini anlattım, neye karar verirsen öyle yap, dedim. Almanlar bu konuda çok tıtiz. Kütüğe geçen adı hiçbir biçimde değiştirmeyc kalkmıyorlar. Ben iki I ile yazıyorum. Geçkalmamak için evden 1.15'teçıkmıştım. Tüm dolmuşlar denk geldiği için 2,5 bile olmadan Akademi'den içeri adımımı atmıştım. Girer girmez de, Muzaffer Buyrukçu ile Atilla Ozkırımh'ya (O da iki I kullanıyor) rastladım. ozkırımh'ya, Günümüıde Kilaplar dergisinin düzenli olarak gelmediğmi söyledim. Atilla: Bu, ocak şubat aylarında oldu. O aylar dergiyi naylon içine koyup gönderiyorduk. Gönderüen şeyin dergi olduğunu görenler de, ona hemen borda ediyorlardı. Şimdiler dergiyi zarf içine koyuyoruz. Kimse ne var, ne yok anlamıyor. Söz günlüklerden açılınca Buyrukçu, 2 yıl önce benim de bulunduğum bir kokteyli günlüğüne geçirdiğini söyledi. Tam 20 daktilo sayfası tuttu. Gelgelelim, dergiler de gazeteler gibi uzun yazılardan hoşlanmıyorlar. Üç sayfa yeter diyorlar. İmza işi saat 15.30'da alevlendi. Akademi'nin sahibi Hadi Olca, kokteyli başlatmıştı. Hadi Olca, doğma büyüme sanat ve sanat çı vurgunudur. Yemez yedirir, içmez içirir. Meyhanelerde çokluk tek bir rakıyı 15 bin liraya içer. Çünkü şairi mahirler onu görür görmez tezgâhtaki yerlerini ve kadehlerini içlerinde rakı da olsa bırakır, onun masasına çökerler. Hadi Olca, geceleyin düşlerinde de hep sanatçı görür. Elinde bir keletir, onlara avuç avuç Cumhuriyet altını dağıtır. Bir gün karısına demiştir ki: Sen dini bütün bir Müslümansın. Dua ile kalkıyor, dua ile yatıyorsun. Ne olur Tanrı'ya yalvanrken benim için de 2 milyar iste. Ne yapacaksın onca parayı? Bodrum'da, Erdek'te, ören'de üç tane site kuracağım. Her sanatçı yılda 15 gün gelecek, yiyip içecek, on para da ödemeyecek. Tanrı o işler için para vermez. Kokteylin başlangıcında Demirtaş Ceyhun, Muzaffer Uyguner, Eskort Erol ve ünlü bir ozanın eski karısı vardı. Daha sonra Feyyaz Kayacan (Londra'dan gelmişti), bir Salâh Birsel tiryakisi Bahar öcal Düzgören, kocası Koray Düzgören, Zeyyat Selimoğlu, Vecdi Sayar'ın eşi Meltem Sayar ve Alaettin Birgi göründü. Ferruh Doğan daha önce gelmiş, işi olduğundan Yapıştırma Bıyık'ı imzaya bırakarak gitmişti. tmza işi oldukça tıkırındaydı. Ne ki, bir olay ona gölge düşürdü. Ama bu olay ka famın içinde olduğundan kimseler bir şey çakmadı. Diyeceğim, Zeyyat Selimoğlu'na kitap imzalamak üzereydim ki, adının kafamın kıskaçlarından sıyrılıp gittiğini gördüm. Hay Allah, ben şimdi ne yaparım. DUşün bre ha, düşün bre ha. Neyse ilkin Selim'i çıkardım. Ondan Selimoğlu'na vardım. Daha sonra da 33 yıllık dostumun adı tabak gibi beynimde şakıdı. Kimse bir şey anlamamıştı, ama ben olayı oradakilere açıklamadan duramadım. Böylece birçoklarının acımasını da üstüme çekmeyi başardım. Zeyyat (durumu kurtarmak isteyerelc): Bu benim başıma da geliyor. Ama ben eski dostlarımın değil de yeni tanıdıklarımın adlarını unutuyorum. İmzaya gelen okurlarımdan biri de şunu sordu: Günlüklerinizi nasıl yazıyorsunuz? O gün başımdan ne geçmişse eve geldiğimde ya da ertesi gün hemen defterime geçiriyorum. Daha sonraki günlcrde unuttuğum ayrıntılar belleğimde canlanırsa onları da ekliyorum. Böylece birkaç saat içindc olup bıten olayları birkaç gün içinde parça parça yazıyorum. Sonradan bunları temize çekerken de vız vız turunden bulduğum şeyleri çıkarıp atıyorum. Nişantaşı'na giderken yolda yol esintileridir bunlar Zenci Yü/.leri'nin adını Kara Şövalye'ye çevirdimse de, dönüşte yinc Zenci Yuzleri'ne döndum. 4 Mayıs Cumartesi 1985 Düşün'i) almak için Şaşkın'a giderken, yolda Heykelci dost Kenan Yontuç'a rastladım. Ağzımda cigara görmeyince: Demek bıraktın ha? Beş buçuk yıl oldu. Arada bir tellendirdiğin de olmuyor mu? Olmuyor. Kenan'a kendisini iyi gördüğümü söyledim. "83 yaşındayım. Yine de iyiyim" dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: Yaş diye bir şey yok. Insanın tezgâhları olmalı yalnız. Yani sevgileri. 35 yaşında bir sevgilim var. Akdeniz güneşi. Babası Rodoslu, annesi Giritli. Sen bunları nerden bulup çıkarıyorsun? Seni hiç sevgilisiz bilmem. Güç olan bulmakta değil, onu elde tutabilmektedir. Şimdiki sevgilimle altı yıldır birlikteyiz. Benim aşkım platonik. Ama Akdeniz güneşi ile çok iyi anlaşıyonız. Aynı yazarları, aynı ressamları, aynı heykelcileri seviyoruz. Musikide beğendiğimiz sanatçılar da aynı. Şu var ki Kenan Yontuç'un adını dün Zeyyat Selimoğlu'nda olduğu gibi birden anımsayamadım. Daha doğrusu hiç anımsayamadım. Ama bozuntuya da vermedim. Kaldı ki adını söyleyecek bir durum da olmadı. Daha sonra yolumu Şaşkın'a doğru sürdürürken ve de Şaşkın'dan dönerken de çıkaramadım. Ancak evde Ah Beyoglu Vah Beyoglu'nun "Kahvengiz" bölümüne başvurarak dUğumü çözdüm. Şunu da söyleyeyim ki benim belleğim Kenan Yontuç adına her zaman takılmıştır. Böyle bir iki tanıdığım vardır benim. Adlarını bin bela anımsarım. Şimdi şu anda Emel Sayın'ın adını da çıkaramadım. Çünkü onun adı da belleğimin karanlıklar bölgesine kayar hep. 10 Mayıs 1985 Bu sabah yine büyük bel ağrılarıyla uyandım. Şimdiye değin bu kadar uzunhasan, kelhasan ağrılarla karşılaşmamıştım. DUn akşam yediğim cacığın iki kâse yuvarlanmıştır böbreklerime dokunduğuna kesin karar vererek, onları arıtmak için beş dakika ara ile dört bardak su diktim. Bir SitosterinProstata kapsülü. Yarım saat sonra bir aspirin. İki saat sonra bir de Upsa aspirini. 22 Mayıs 1985 Cağaloğlu Yokuşu'nun başında Mehmet Deligönül'e rastladım. Gelin görün ki, onun adını da çıkaramadım. Oysa onunla uzun yıllar Türk Dil Kurumu Yönetim Kurulu üyeliğinde bulunmuştuk. Ama hiç bozuntuya vermedim. Nasıl verirdim? O sırada yanımda bir hidrojen bombası daha vardı. Ona da Kadıköy vapur iskelesinde rastlamıştım. Ne yazık ki, onu da iyisinden tanıdığım halde adını anımsayamamıştım. Vapurda, Sirkeci'ye değin, bombayı öylece yanımda taşımış, sonra ayak ayak Cağaloğlu Yokuşu'nun başına getirmiştim. Deligönül aynldıktan sonra yureklendim, durumu hidrojen bombasına açıkladım ve kendi adını da anımsayamadığımı söyledim. Ne ki, yerin dibine geçmekten de kendimi alıkoyamadım. tlker Akçay hidrojen bombasının adı buydu çok olgunluk gösterdi. Kadıköy'de, Hatay'da birlikte içtiğimiz geceden açtı. Sonra da beni avutmak, battığım çukurdan çıkarmak için şöyle dedi: Türkler, adlaıa pek önem vermiyorlar. Kadıköy'de bir meyhane var. Cihat Burak oraya yıllardır gelir. Meyhanenin tcmel direği garson ise adını bilmez. Onu "Ihtiyar" diye bellemiitir. Hebap pusulası geldiği vakit üsiünde sadece "Ihtiyar" yazısı okunur. Deligönül'ün adını GeDa Dağıtım'dakı imzada çözdüm. Daha doğrusu ben değil, Oktay Akbal'la Naim Tirali çözdü. Çünkü imza belasında onlar da vardı. Naim dedi kı: Sen geçen gün Zeyyat Selimoğlu'nun da adını çıkaramamışsın. Ama bunu açıklayan sen olmuşsun. tsteseymişsin açıklamayabilirmışsin. Kimse de bir şey çakmazmış. Dönüşte vapurda bir okuruma da rastladım: Sakallar gitmiş. Ne yapayım, geliyor, gidiyor. Pingpong oynuyorum onunla. 29 Eylttl 1985 Camperdede Ernst Lubitsch'in filmi: Olmak ya da Olmaroak (To Be or Not To Be) 42 yıl önce onu istanbul'da Melek (Şimdiler Emek) Sineması'nda izlemiştim. Eskiden görülmüş bir filmi yeniden seyretmek, eski bir arkadaşla karşılaşmış duygusu veriyor insana. Yıldızlar bile eskiden yaşadığımız şehirlerden, mahallelerden uçup gelmiş tanıdıklar sanki. Olmak ya da Olmamak bir yergi filmi. Hitler ve havadarları kan ve işkence dökücü yüzleriyle şapatlanıyor. Kurdela çoğu yergilerde olduğu gibi güldürü üzerine kondurulmuş. Ama her şey kıvamında. Kahkaha kuhkuhulara ya'.madımsa da, sonuna dek gülücüklerimi dudaklanmda tuttum. Bir yerde karmanyolacı Nazilerden Prof. Alexander Siletsky (Stanley Ridges) Polonyalı yurtseverlerden tiyatro oyuncusu Maria Tura'ya (Carole Lombard) şöyle der: Naziler, insanlar için nıutlu bir dünya yaratmak istiyorlar. Carole Lombard'ın karşılığı ise şudur: Ya insanlar mutlu olmak istemiyorlarsa? Mutluluk, idrar yolları antiseptiği Helmitol ya da kesin sonuçlu aspirin değildir. Birine mutluluk veren şey bir başkasına vermeyebilir. Ote yandan, kalabahklar mutluluk duyduklan şeylere, bir süre sonra arka çevirebilirler. Bencesi, en yararlı mutluluk, insanlara birtakım reçeteler uygulamak değil, onları baskısız, işkencesiz bir yaşama bırakmak, başlarına hiçbir biçimde tebelleş olmamaktır. Amerika'dakı karaların yaşama haklarıru savunan Richard Wright'a bir kadın: "Peki, sizin bu düşünceleriniz insanları mutlu kılacak m ı ? " diye sorduğunda, Unlü yazar ona şu karşılığı yapıştırmıştır: Y^vrum, ben mutlulukla ilgilenmiyorum.Anlamı olan şeylerle ilgileniyorum. D 23
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle