24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yaz gecelerinin eski keyfi Bahçe sinemaları ADNAN ÖZYALÇINER • Ötekiler de bunu yapınca Halk Bahçesi'nde gazozlar ikiye çıkiı. IMın süre bu böyle gittı. Halk Bahçesi bu yüzden dolup taşardı. Hatta Halk Bahçesi'nin sahnesini gören tepelere akşamlan halk birikir, filmleri bir bölük de oradan seyrederdi. Cemil bunu bildiğinden hoparlörü sonuna kadar açar, ses tepelere kadar ulaşırdı. Artık ağaç dallarının engellediği görüntüleri üstten, alttan ya da yanlardan yarım yarım görmek önemli sayılmazdı. Sesten fıimin tunıu izlenebilirdi. Hem de pufur pufur yel eserken. Bugun hiçbiri yok bu bahçe sinemalarının. Yerlerini apart manlar kapattı. Tepeden bakılınca Haliç'in göıünümünu bile ortuyorlar şimdi. Bahçe sinemaları genç, yaşlı, çocuk herkesin vazgeçilmez y.ı/ eğlencelerindendi. Hepsi akşamdan dolup taşardı. Mahallelerin sıkışıklığı içinde soluklanmaya elverişli yerler olan kentin ortasındaki bu bahçe sinemalarına yazhklarda da rastlanırdı. Buyükada'nın Mehtap Sineması bunlardandı. Kuleli damı, bembeyaz, tahtadan, görkemlı yaj.sıyla Siplandit Otel'ın bitişiğinde, onun betondan geniş b.r yan balkonu gıbiydi. Yalnız sahnesi, Siplandit'le boy olç'.şecek yükseklikteydi. Siplan: dit'e gore, epey yerden bitme b r teras olmasına karşılık, o da, Siplandit gibi, Lido'nun ustunden denize bakardı. Gözünuzü yumduğunuzda, ağaçların aktardığı serinlikle ayaklarınızı denizin dalgacıkları yalar geçerdi. Önünden geçen faytonların çanları, çamlıklardakı ışıltılı yaz karanlığını çağrıştırırdı. Ya da balkonlardan bırınde çınlayan billur iki kadehi. Merhabaya mı işaretti bu çınlama, yoksa az sonra kalkacak vapurla uğurlanacak sevgilinin Allahaısmarladık'ına mı belli olma/dı. Sinemanın hoparlOrunden genellikle Napoliten şarkıların, caz plaklarının ezgileri dökulurdu Plak konserı, yasemın kokulu ada gecelerinde, faytonların düzenli tıkırnları arasında saat ona kadar surerdi. Saat onda evlerinin denize bakan balkonlarında, köşklerınin bahçelerinde kuş sutu eksik sofralardan kalkanlar, rakılannı, viskilerinı yudumlayanlar, yemeğin ustune, bir de iskeledeki pastanede pasıalarını, dondurmalarını mıdeve ındirenlerin hepsi, koşklerimiz, yalılaıımız daha serin, daha guzel demez, akın akın sınemayı doldururdu. En son kapanan yazlık bahçelerden biri Unkapanı'ndaydı. Hemen Zeyrek'in altında, su kemerlerine, eski ha?nelere bitişikti. Perde, su haznesinin kale gibi gösterişli duvarına gerilmişti. İki su'haznesi arasında kalan setin üstü de sinema bah Eskiden kapalı (kışhk derdik onlara) sinemaların yanı sıra, bahçe (yazlık denirdi onlara) sinemaları da vardı. Hem de bir tek kapalı sineması olan semtlerin bile iki üç bahçe sineması olurdu. Şimdi hiçbiri yok bunların. Bir zamanların tek yazlık eğlence yerleri olan bahçe sinemalarım sizlere anlatmak istedik. emirkapı'dan Eyüp'e inen gidişgelişli urun yolun iki yakusı da atölyeler, yeni yetıne apanmanlarla tıka basa doludur. Bu kargaşanın ortasında, kıyısında betona bulaşmamış bir toprak görürsenİ7 ya eski kırlığın kavruk bir parçasını ya da bir dere kalıntısının otçuklarından, çalılarından, dikenlerinden birini barındırır. Onun için gözalabildiğine uzayan dumduz asfaltın iki yakası da inişli çıkışlı tepecikler, keçi yoliarı, arnavut kaldı•rımlı dar sokaklardan oluşur. Toz toprakla beton, eskiyle yeni içiçedir burada. Bugün, hepsi birliktc eskimektedir. Tıklım tıklım dolu Alibeyköy minibusünün muavini, yarı yolda, Eyup Camisi'nin minareleri uzaktan göru nünce. Sinema, var mı inecek, dıye bağırdı. Zınk diye de durdu. lşim Eyüp'teydi. Ama muavin, "Sinema" deyince dayanamayıp her yanımı dışardaki sıcaktan daha çok yakan minibüsün moturunun üstünden kalkıp aşağı ınditn. Dışarsı kavruluyordu. Mjnibüs, ben ayağımı yere basar basma/, asfaltta kayarcasına, vınlayarak geçip gitti. Güneş, tanı tepedeydi. Asfalt yanıyordu. Sinema nerde? diye sordum. Işte şurası, dediler. Yüzüme bir tuhaf bakıyörlardı. Çünkü, gösterdikleri yeı üsıü açık bir demir atölyesiydi. Yüzlerinden akan paslan silmeden çalışan bir iki çocuk vardı orada. Sinema dedikleri yerin de yalnız sahne iskeleti sırıtıyordu bir uçta. Eski bir bahçe si nemasının kalıntısıydı burası. Yapacak birşey yoktu. Eyüp'e terlerimi sile sile yürüyerek indim. Cami alanındaki ağaçların gölgesinde soluklanırken, "Halk Bahçesi"ni düşünüyordum. O gunlerde Eyüp, bir başka mıydı, neydi? Haliç, bu kadar kokuşmamıştı belkı. Akşamlan, Haliç kıyısına, Bostan Iskelesi'ndeki kahveye inilir, oturulurdu. Sandallarla Sütlüce'ye geçilirdi. Hatta orta yerdeki küçük adacıklara sandalla gezintiye çıkılırdı. Adacıklar, o zamanlar yeşildi. Üstlerinde ot biterdi. Vapur, Silahtarağa'ya kadar salına salına gider, Kâğıthane iskelesine yolcuları bıraktıktan sonra derenin ağzından çarkedip dönerdi. Çocukluğumuzda kıyıdan balık avladığımızı bile anımsıyorum. triii utaklı kaya balıklarıydı avladıklarımız. Onları pişirmezdik. Zevk için avlardık. Bizim yerimize kediler bayram ederdi. Akşam alacası çöktü mu, ellerinde tahtaya yapıştırılmış afişler, teneke borularla çığırtkanlar mahalleleri, çarşıyı dörl dönerdi. Bu akşam, bu akşam Eyüp Halk Bahçesi'nde iki film birden... Halk Bahçesi, park kadar geniş bir alanı kapsıyordu. Ağaçlıklı büyük bir bahçeydi. Akşam serinliğine ayn bir serinlik katardı. Sahibi beyaz elbiseli, beyaz fotörlü "Sinemacı Cemil" dedikleri biriydi. Halk, film başlamadan bir iki saat önee bahçeyi doldururdu. Kimi akşam yemeğini de birlikte getirir, orda yerdi. Başka bahçe sinemaları da vardı. Eyüp'ün tek kışhk sineması Şafak'ın da geniş bir yazlığı vardı. Alçak, tuğla duvarlı bir bahçeydi, sınemanın bitişiğindeki fırının arkasına düşüyordu. Sinemanın sahibi fırının da sahibiydi. Onun için belki de fırının bahçesinden bozmaydı. Daha sonra, iskele başında u/.un süre fotoğrafçılık yapan Foto Mete de lslambey'e doğru, aynı adı taşıyan bir sinema bahçesi açti. Karşısına da bir kışhk yaptırdı. Yarışnıa da o zaman başladı. Kim daha çok müşteri çekecek? öncelen kim filmlerin en acıklısını getırırse parsayı o topluyordu. Sonraları bu yetmedf. Halk Bahçesi'nin sahibi Sinemacı Cemil, müşterilerine bedava gazoz vermeye başladı. çesiydi. Caddeden geçerken ya da Plakçılar Çarşısı'nın kaldırımında duıunca perdede oynayan filmi, belden yukarı da olsa izleyebilirdiniz. Hep Türk filmleri oynatırdı. Özellikle de serüven filmleri. ttalyan makama vvesternleri benzeri filmleri başta olmak üzere Yılmaz Güney'in filmleri ise hiç eksik olmazdı. Bir de arabesk şarkıcılarının filmleri başı çekerdi. Yılmaz Güney, yurtdışında, genç denecek yaşta, üzüntüden ya da dupedüz yurtsamadan birdenbire ölünce bu bahçe de kapandı. Tepebaşı'nda bir bahçenin olduğunu söylediler. Eyüp'ten çok geç dönmüştüm. Gece olmuştu. Ortalık gündüzki kadar sıcaktı. Yaprak kıpırdamıyordu bizim Vatan Caddesi'nde. Uykum yoktu. Otobüse atlayıp Tepebaşı'na gittim. Gittiğimde, saat yirmi dördü bulmuştu. Yukardan bakıldığında Kasımpaşa çukuru da Haliç ve çevresi de, Fatih, Edirnekapı, Eyüp, Rami ışıl ışıl görünüyordu. Bunca ışık bunca lamba sıcaklığı çoğaltıyormuş gibi geldi. Oyle sandım bir an. Beyoğlu, burdan bakılınca karanlık sokaklar olarak görunuyordu. Tanı karşıdaki çok katlı otopark inşaatı, yığnıa betonun bübbütün kararttığı karanlıkta sokak başlarını tutmuş gıbiydi. lngiliz konsolosluğunun sık ağaçlı karartık bahçe duvarları, kasvetli bir hava veriyordu. Bir iki ölgün ışık parçası izlenirse pavyonların, sazların bulunduğu Tepebaşı Caddesine, Galatasaray arahğına çıkılabiliyordu. Oysaki Beyoğlu'nun Kasımpaşa'dan bakıldığında, ışıklı, ışıklan dolayısıyla da çok çekici bir kent olarak görııııdüğünü söylerler. Beyoğlu'nun karşıdan vuran ışıklan dillere destandır orada. Dillere destan ışık1 ların çekıciliğinc kapılıp Beyoğlu'na çıkanların, Kasımpaşa yı bir daha dönmemecesine bırakanların sonradan soluğu, Tarlabaşı'nın ızbelerınde aldığı da Beyoğlu övgüsünün yanı sıra söylenir. Tarlabaşı baştan başa yıl.ıldığına göre bu söylentinin geçerliği bugun için yok artık. Tarlabaşı gibi öyküleri de tarihe karışacak. Sinemayı buldum. Beton bir teras burası. Yolun yüzeyinden az yuksekte. Kapkaranlık. Arkası Kasımpaşa çukuru. Uçurum. Orda"ki duvar iyice yuksek. Uçurumu tutuyor. Yola bakan afiş tahıası boş ve karartık. Sinemanın altı, dehlizi demek daha doğru olur, pavyon olmalı. Dansözlerin renkli resimlerini aydınlatan ışıklı iki tabela bunu gösteriyor. Derinden bir yerden çalgı sesleri, kadın kahkahaları yansıdı, sonra gecenin sıcak karanlığında çabucak eriyip yitti. Dehlizin üstuyse ıssızlığını ve karanlığını inatla sürdürüyordu. Degişeceğe de benzemiyordu." Dönerken, bahçenin bitişiğindeki küçük açıkhava kahvesinin sahibi . Bir şey mi aradınız? diye sordu. Ne demek istediğini pek kestiremedim. Gene de dayanamayıp sordum: Bu sinema oynuyor mu? Kuşkuyla yüzüme baktıktan sonra. Şimdi oynamıyor, deyip arkasını döndü. Sözü biraz daha uzatıp durumu oğrenmek anıacıyla: Çayınız var mı? dedinı. Şimdi yok, deyip sustu. Ardından sandalyclerden ikısıni, gurultuyle surukleyerek, kahveyi kapatıyoıınuş gibi masanın ustune koylu. Hıçbır şey öğrenemeden, daha doğrusu her şeyi öğrenmiş olarak Unkapanı Köprüsü'nc yöneldim. Gecenin ve ışıkların içinden geçtikçe direncim artıyordu. Geçmiş geride kalmı^tı Üzuntum bitmiş, içim açılmıştı. Gece serinliyordu. D
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle