06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Erken dönem kültür araştırmaları Cumhuriyetin ilk yıllarından 1980’e kadar, kültürel araştırma niteliğinde önemli kitaplar yayımlandı. Geleneksel kültürü güncele taşıma görevi üstlenen yazarların çoğunda “iki arada kalmışlık” göze çarpsa da, araştırmaları hâlâ ana kaynak niteliği taşımakta ve ilgi görmekte... A raştırma tutkusuna sahip kültür insanlarına her dönemde rastlanır. Ancak, cumhuriyetin ilk yıllarından 1980’e kadar olan erken dönemde, bu işin hem kaynaklara ulaşmak açısından, hem devşirilen sonuçları kitaplaştırmak açısından belli zorlukları vardı, çünkü işin maliyeti yüksekti. Daha çok üniversiteler ve kurumlar çevresinde yapılan yayınlarla iş götürülmekteydi. Pek çok önemli, hatta efsane olmuş kitap, çoğunlukla tek baskıda kalmış, bulunmaz olmuştu.1970’lerden sonradır ki, araştırma kitapları sivil yayıncılık alanının da ilgisini çekmeye başladı. Aslında “kültürel araştırma” Frankfurt Okulu’nun popüler kültürü irdeleyen çalışmalarıyla başlayan, yeni bir kategori sayılmakta. Ancak, kültürde türlerin ortaya çıkışıyla adlandırılması arasında uzunca bir süre var. Cumhuriyet döneminde bu tür metinlerin bir bölümü kuruluşa lojistik destek sağlamak amacıyla üretildiyse, bir bölümü de cumhuriyetin Osmanlı’yı kültürü de içerecek biçimde dışlamasına tepki olarak ama daha çok “telifçi” (bağdaştırıcı) bir çaba gözetilerek üretildi. GELENEKSEL KÜLTÜRÜ GÜNCELE TAŞIMAK Sözü edilen dönemde, geleneksel kültürü güncele taşıma konusunda “kompedanlaşmış” yazarlar ortaya çıktı. Bunlar arasında, sözgelimi “İbnü’lemin” sıfatıyla anılan Mahmut Kemal İnal gibi, farklı alanları (siyaset tarihi, edebiyat, müzik) ayrı ayrı ele alanlar da görüldü, Mehmet Fuat Köprülü gibi, bu alanların kesişmelerini gözeterek, daha tümel bakışlı ürün verenler de oldu. Özellikle iktisat eğitiminden gelen araştırmacıların tarihsel, siyasal ve sosyolojik boyutu da yoklamaları, haliyle çalışmalarına kültürel bir boyut da katmıştır. Niyazi Berkes’in Türkiye’de Çağdaşlaş ma Tarihi’ni, tarzın tipik örneklerinden biri olarak anabiliriz. Erken dönemde ise, kültürel çalışmalarıyla anılabilecek epey ad var: Mehmet Fuat Köprülü, Mahmut Kemal İnal, Osman Nuri Ergin, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Ömer Lütfi Barkan, Mustafa Akdağ, Halil İnalcık, Abdülbaki Gölpınarlı, Pertev Naili Boratav, Halikarnas Balıkçısı, Hilmi Ziya Ülken, Cemil Meriç, Sabri F. Ülgener, Kemal Karpat, İsmet Sungurbey... Mehmet Fuat Köprülü, tarih, edebiyat, saz şairleri, hukuk gibi alanları kapsayan araştırmalarıyla, erken dönemin ilk adlarından biri olmuştu. Tarihsel süreç ile sanatların gelişimini iç içe ele alan Köprülü, Selçuklular dönemine kadar uzanarak, “ulusal kültür”ün doğuş ve oluşum şartlarını, “millî tarih” anlayışı ile temellendirme çabası güderken, “ideolojik” bir bakış açısına düşmekle birlikte, söz konusu döneme ilk el atan biri olarak, kaynak değeri de kazanan çalışmalar yaptı. En ünlü çalışmala rından biri olan ve Bizans kurumlarının Osmanlı’ya etkisini ele alan kitabında bile “ulusalcı” bir görüntü vermişti. YÖNTEMBİLİMSEL SORUNLAR VE ARADA KALMIŞLIK Buna karşılık, dönem araştırmacılarının çoğunda, özellikle yöntembilim açısından bir “arada kalmışlık” göze çarpar. Sözgelimi, “klasikleşmiş” geleneksel kültür, tasavvuf ve ilahiyat araştırmaları bulunan Abdülbaki Gölpınarlı, inanç eksenli yayınlarına rağmen, Mevlevîmeşreb olduğu ve yayınlarında “heteredoks” eğilimleri de gözettiği için, muhafazakâr kesimden sınırlı muhabbet görebilmiştir. Nâzım Hikmet’i onun şiirsel tarzını aynen kullanarak siyasal nedenle kargışlayan bir şiiri bile bulunan Gölpınarlı, gün gelmiş, kendisini 1944 yılında TKP’nin ilgisi dahilinde oluşturulan “İleri Gençlik Birliği” davasında, tutuklu sanık olarak da bulmuştur. Aslında, incelemesi için verilen tüzüğü, başkalarına gösterince, ihbar sonucu davaya dahil edilmiştir. O kadar ki, emniyet ifadesinin baskı altında alındığı şeklinde savunma yapınca, savcının “bu tarzı kelamı kendisine yakıştıramadık” tepkisiyle karşılaşmıştır. Mahkeme de, onun gibi bir “ilahiyatçı”nın “materyalist olamayacağı” gerekçesiyle beraat kararı vermiştir. Mihri Belli, cezaevinde Gölpınarlı’dan İslam tarihini öğrendiklerini ama onun “sol”a sonradan gelenlere özgü keskin tavırlarını ve özellikle Divan Edebiyatı Beyanındadır kitabında divan şiirini atıp tutmasını eleştirdiklerini anılarında anlatır. Gölpınarlı’nın sonradan çeşitli divanları yayına hazırlamış olması, bu eleştirilerden de etkilendiğini gösterir. Gölpınarlı’nın araştırma kitapları, halen alanlarında temel başvuru kaynakları niteliğinde. 1980’li yılların başında, ilgiler Türkiye’ye, ülkenin geçmişine, geleneksel kültürün evrimine yönelince, o güne kadar sadece “bilenin bildiği” adlar da, peş peşe geri dönüşler yaşamaya başladılar. Anımsıyorum, Hilmi Ziya Ülken’in Türkiye’de Düşünce Tarihi’nin yeni baskısını elime alınca, çerçevenin genişliği nedeniyle şaşırmıştım. Ülken, bir dönem sosyalizme yakınlık duymuş, sonradan Tarihsel Maddeciliğe Reddiye yazmış, ayrıca birlikte dergi çıkardığı, Attilâ İlhan’ın “mürşit”i sayılan Hasan Tanrıkut’u üniversiteden uzaklaştıran biri olarak bilindiği için sol cephenin, İslam ahlâkını ve tasavvuf kültürünü ele alan kitaplarına rağmen, liberal ve laik eğilimleri nedeniyle de sağ cephenin “mesafeli” olduğu bir hocaydı ve döneminin pek çok aydını gibi “Araf’ta” kalmıştı. DOĞUNUN IŞIĞI, BATININ YÖNTEMİ Yine 1980’lerde, Sabri F. Ülgener’in üniversite yayınlarından sivil yayıncılık alanına taşan ve Osmanlı iktisat ahlâkını irdeleyen kitapları, içerdiği kültürel boyutlarla da ilgi çekti. Ülgener’de de, Ülken’inkine benzer bir ara yerde kalmışlık göze çarpmaktaydı. Çünkü, Osmanlı’da iktisadi hayatın ve esnaf ahlâkının analizi, onu idealize edilen cemaat anlayışının dışına, ideal cemaatin, sadece şairin “gök kubbesi”nde bulunabileceği sonucuna taşımıştı. Ara yerde kalmışlık, 1980’den sonra bir geri dönüşle önemsenen adlardan biri olan, yine gençlik yıllarında sosyalizmden de etkilenen Cemil Meriç’te daha belirgindir. O da “her iki kesime de yaranamamaktan”, başka deyişle her iki tarafın kültürüne tam dahil olamamaktan söz edip durur. Gel gelelim, o “Doğu’nun ışığı”na çağırırken, yöntembilimi Batı’dan edinmiş olduğunu da saklamaz, yazılarında doğulu ve batılı düşünce insanlarına aynı oranda göndermeler vardır. Meriç’te “ansiklopedist” tutum ile “kanaat serdetme” arasında bir denge sözkonusudur. Yazıları da, teori ile deneme arasında harelenir. Günümüzde, benzer konularda sayısız kitap yayımlandı. Ancak anılan adların hâlâ başvuru kaynağı olmaları, bir bakıma “aşılamamış” olmalarının sonucu değil midir? n 4 18 Temmuz 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle