24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SEVDAZEDE BIR ŞAIRE: ŞÜKÛFE NIHAL Engelleri aşan kadın Darülfünundan mezun, lise öğretmeni ilk kadın... Şair, kadın hakları savunucusu Şükufe Nihal’i anlatan bir roman Sustum Anne. KORKUT AKIN Demet Altınyeleklioğlu, gerçekten akıcı, sular seller gibi okunan, sürükleyici bir roman kaleme almış. Bilinmeyenleri öğrendiğimiz bir yana, ilginç kurgusuyla farklı bir roman dili ile okuru sarıp sarmalıyor. Belki popülist denilecektir ama gerek anlatımı gerekse – televizyonculuktan geliyor olsa gerek – kurgusuyla okutturuyor romanını. “Açmayan Tomurcuk” Şükufe Nihal’in Türkçe anlamı… ama romanın da gizi aynı zamanda. “Açmayan Tomurcuk”, kendisiyle röportaja gelen Şeref Demirel’e açıyor. Kendi deyişiyle “şaire” Şükufe Nihal, haya linde yaşattığı insanlarla, bir anlamda, yeni dünyalar yaratır ve kahramanlarını yaşatırken; yine kendi deyimiyle “muharrir” Şeref “evladım”a açılır. Her şeyi anlatır. Burada yazarın ustalığı (hemen hepsi birer tuğla kalınlığında ve yine hemen hepsi çok okunan onu aşkın roman ve kırkı aşkın çeviriyi unutamamak gerekir) çıkıyor ortaya. Bir senaryo gibi kurguladığı, birbirini tanımayan iki kişinin (biri yaşlı, Darülaceze’de kalan Şükufe Nihal, biri devrimci ve tutukluluğunun ardından gazetecilikte karar kılmış, edebiyat, özellikle de şiir düşkünü Şeref Demirel) önce birbirlerini sınaması, tedirginlikleri, inceden sezilen rekabetleri, küçümsemeyle karışık mahcubiyetleri, birbirlerini özellikle anlamamaya yatkın tutumları, sinema deyimiyle “susları oynamaları”, o sessizli ğin arasında kafalarda dönenen türlü düşünceler… ve daha neler neler. Bir de kendi dünyasında, kendince kurduğu yaşamlar var… Hicran ile Ümit adını verdiği iki genç. İkisi de beyninin kıvrımlarında serpiliyor… ÖZGÜR KIŞILIK… Şükufe Nihal, babasının da etkisiyle (anne hiç yok, olamaz da, çünkü o zaman, kadınlar ancak kocalarıyla vardır, kocalarının sözünden çıkmayı düşünemezler bile… öyle eğitilmişlerdir) edebiyata ve bağlı olarak da özgür düşünmeye yönelir. Koşullar ve kuşkusuz gerici anlayış önüne hep engel olarak çıkar. Ancak çocukluktan beri hırçın, bir o kadar itirazcı ve kararlıdır. Evliliği de zaten o özgür kişiliğinin daha rahat serpilmesi ama cıyla kabul etmiştir. Madem “Kural sanatın mahpushanesidir” o zaman kuralları yıkmak gerekir. Yeni bir şiir, yeni bir dil, yeni bir anlayışla kendini kurala esir etmez. Yazar, yazdığını beğenmez, yeniden yazar, yırtar atar, yine yeniden yazar… ta ki en iyisini bulana kadar. Milliyetçiliği ırkçılığa kadar varacak olsa da… Yeniliğe açıktır, cumhuriyetçidir ama bir o kadar da gerçekçidir Şükufe Nihal. Cumhuriyetin en büyük açmazlarından biri olarak “yeni nesilleri, geçmiş edebiyatımızı anlayamayacak hale getirmekte pek mahir çıktık” diyebilecek denli cesurdur da. Burada harf devrimini kastettiğini düşünmüyorum, okullar da dahil, hemen her yerde geçmişin gerçekleri yerine “resmi tarih” diyebileceğimiz anlatıların öne çıkartıldığını anlatıyor bence. Demet Altınyeleklioğlu’nun hayatın içine ustalıkla yerleştirdiği duygular, düşler, öykücükler kadınların gücünü vurguluyor, hatta unutturmamak için birkaç kez altını çiziyor. Romanda, kahramanların iç dünyalarına da giriyoruz. Hayatın gerçekleriyle yüz yüze kaldıklarında şaşırmaları, korkmaları, bocalamaları, hatta kekelemeleri bizim de hayatımızın bir parçası değil mi? Ben de halimce Şükufe Nihal’im… n Sustum Anne / Demet Altınyeleklioğlu / Kırmızı Kedi Yay. / 593 s. / Mayıs 2019. ‘BEAT KUŞAĞI’ ÜZERINE ZENGIN BIR YOLCULUK… Amerikan edebiyatının hırpani dönemi Beat Kuşağı, Amerikan kültüründe ve bilincinde devrim yaratan, şiiri demokratikleştiren, sözlü geleneği canlandıran ve şiiri akademiden kurtararak sokaklara taşıyan hırpani ve aykırı kuşağın sinematografik anlatısını sunuyor. Ferlinghetti Ginsberg Kerouac GÜRER MUT gurer@cumhuriyet.com.tr M odern Amerikan Edebiyatı’nın büyüklüğü, özgür bireyin hayatla kurduğu dolaylı ilişkiden geliyor. Sosyal değişkenlerin farklılığının da bu zenginlikte payı var kuşkusuz. Walt Whitman ile şiirde yaşanan dönüşüm, kırsal kesimlerde yaşayan kitlelerin dilini kendine özgü mizah dolu argosuyla buluşturan Mark Twain ile başka bir boyuta bürünmüştü. Bu özgün karakterlerin ışığında, Ernst Hemingway, John Steinbeck, F. Scott Fitzgerald, William Faulkner ve elbetteki Jack London ile Amerikan edebiyatı farklı bir karakter kazandı. Bu zengin birikim, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan Büyük Buhran’ın (1929 İktisadi Krizi) da etkisiyle kent yoksullarının, avarelerin ve suçluların yaşamlarına yöneldi. Burada belki de ilk akla gelmesi gereken ve Amerikan edebiyatında “yol” ve “toplum” kavramlarının yoğun ilişkisini anlamada, başta Jack London’un Avare Günlüğü (6:45 Yayınları), Upton Sinclair’in Şikago Mezbahaları (Sel Yay.) ve 1973 yapımı Emperor of the North Pole (Ölüm Treni) oldukça önemli yer tutmakta. Sonuç olarak, iki dünya savaşı ve yaşanan ekonomik buhranın sonrasında gelen toplumsal bunalım edebiyatı yeni bir eşiğe taşındı. DIŞLANMIŞLARIN SÖZCÜMLERI Norman Mailer, 1957 yılında kullandığı “Beat” kelimesiyle, dışlanmışların sözcükleri ve anlatıları olarak yeni bir akımın doğuşunu müjdeledi. Karakarga Yayınları tarafından yayımlanan Beat Kuşağı bu sürecin tarihsel serüvenini grafik romanın estetik anlatımıyla okurla buluşturuyor. Dönemin önde gelen temsilcileri Jack Kerouac, Allen Ginsberg, William S. Burroughs, Lawrence Ferlinghetti ve kuşağın öteki figürlerini bir araya getiren grafik romanın editörlüğünü Paul Buhle, çizimlerini Ed Piskor ve anlatımını Harvey Perkar üstlenmiş. Kitabın ilk bölümünde Beat kuşağının kuramsal ve ruhani üç öncüsünün hayatlarından sunulan kesitleri okuyoruz. İlk olarak romancı ve şair Jack Kerouac’ın zor geçen hayatına ve en önemli eseri olan 1951’de kaleme aldığı On the Road (Yolda) romanının yazım sürecinde başından geçenlere odaklanıyoruz. İkinci Dünya Savası sonrası kendisini Soğuk Savaşın içinde bulan Amerikan gençliğine “Amerikan Rüyası”nın şiddetini dizelerinde anlatan Allen Ginsberg’in bütün olarak ülkenin entelektüel hayatını etkileyen “Uluma” şiirini yazarken yaşadıklarına sinematografik bir gözlemle bakmak oldukça faydalı oluyor. Amerikan kültüründe ve bilincinde devrim yaratan, bir anlamda şiiri demokratikleştiren, sözlü geleneği canlandıran ve şiiri akademiden alıp sokaklara taşıyan Beat kuşağının manifestosuna dönüşen “Uluma” şiirinin hikâyesi bu sayfalarda. SAN FRANCİSCO KÜLTÜREL BIR MERKEZ Bu dönemin şüphesiz en büyük özelliği yeniliğe açık ve bir tür arayış içinde olması. Bu muazzam bir yaratıcılığı da beraberinde getiriyor. Birçok yer altı yayınının çıkması, 195456 arasında oldukça özgün bir örnek olan Avangart Black Mountain Koleji ve San Francisco’da Beat’ın yerelleşme adımı olarak da değerlendirilebilecek City Lights (Şehir Işıkları) Kitabevi’nin kurulması bu döneme denk geliyor. Bu yaratıcı yoğunluk bir yerelliği kültürel üretim merkezi haline dönüştürmüş. İçinde bulunduğumuz bunalımlı dönemi göz önünde bulundurursak, bireyin böylesi bir arayışın içine girmesi, yeni merkezlerin yaratılmasına ve kültürel hayatımızın yeniden hareketlenmesine olanak tanımaz mı? n Beat Kuşağı / Harvey Perkar / Çizer: Ed Pisker / Çev: Emre Yavuz / Karakarga Yayınları / 191 s. / Nisan 2019 4 20 Haziran 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle