16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

MARC AUGÉ’DEN ‘UNUTMA ZORUNLULUĞU’ ‘Tane tane’ anlatan bir antropolog Unutma Biçimleri de tıpkı Yaşsız Zaman gibi küçük ve harika bir kitap. Kitaplar aracılığıyla hem edebiyata hem de felsefeye bağlanmış okurları çokça mutlu edecek derinlikte bir düşünme deneyimi FARUK DUMAN M arc Augé, deyim yerindeyse, “tane tane” anlatan bir antropolog, bir düşünce adamı. Daha önce, yani ben onu Yaşsız Zaman’la tanımıştım, o küçük kitap bana bir başka küçük kitabı, Yazmalı Defter’i esinlemişti. Kitapların en sevdiğim yanı bu; bize başka kitapları okumak ya da yazmak için kapı aralamaları. Belki bu dünyada hâlâ bu kadar çok yazı yazılmasının nedenlerinden biri de budur. Yaşsız Zaman’da, yazmak ölmek gibidir, diyordu Augé, ama daha az yalnız ölmek. Bunu, elbette, okumak için de söyleyebiliriz. Çoğu zaman, yazınsal yapıtların kimi sahnelerini kimi kahramanlarını aklımızda taşırız. Bu, onları unutmadığımız anlamına gelir. Zaten, ölürken biraz daha “kalabalık” biraz daha az yalnız olmamızın nedeni de budur. Ama belki zihnimiz, mutluluğumuz için bir oyun oynuyordur bize. Unutma Biçimleri de, tıpkı Yaşsız Zaman gibi küçük ve harika bir kitap. Kitaplar aracılığıyla hem edebiyata hem de felsefeye bağlanmış okurları çokça mutlu edecek derinlikte bir düşünme deneyimi. Belki Augé’nin kitaplarını betimleyecek en güzel sözcük bu; bir deneyim, yaşantı… Augé yukarıdan konuşan biri değil. Yazılarını “o sırada masanın üstünde olup bitenleri” aktarır gibi kaleme alıyor. Yani, bana kalırsa, kesinlemelere gitmeden. “Unutmanın övgüsünü yapmak, belleği küçümsemek anlamına gelmediği gibi,” diyor, “anıyı göz ardı etmek anlamına hiç gelmez; böyle bir övgü, unutmanın anımsama çerçevesinde işlediğini kabul etmek ve anı çerçevesinde tuttuğu yere işaret etmek demektir.” Günlük yaşamın sorunlarını açmak için bir unutma yordamı da belirlemek zorundayız, diyor. Ben daha çok, Augé’nin bu tür konuları, yani yaşlanma, unutma gibi günlük yaşamda hepimizi ilgilendiren konuları eninde sonunda yazına getirmesinden hoşlanıyorum. Unutma Biçimleri’nde ilkin çocukluk anılarına değiniyor ve bunların birer imgeanı olduğunu belirtiyor. Bu ne demektir; unutma, anıyı zihnimizden ansızın sil miyor, aklımızda kalan görüntülerin içinde boşluklar beliriyor ve görüntü tümüyle hiçbir zaman kaybolmuyor. Bu durumda, sözgelimi, çocukluğunuzda ağaçtan düştüyseniz, sizin içinizde bir “kötü ağaç” imgesi kalıyor. Aslına bakarsanız, davranışlarınıza yön veren de bu Freudyen imgeler oluyor. Bunu daha sonra, sanata eğilim gösterdiğiniz zaman bol bol kullanacağınızı varsayabilirsiniz. Çocukluğun imgeanıları, bildiğiniz gibi, pek çok sanatçının özellikle ilk dönem yapıtları için ana kaynak olarak görülüyor. Bir bakıma, unutulmuş ya da unutulmaya yüz tutmuş yaşantı, yaratıcı deneyime dönüşüyor. Toplumsal sorunlarla ilgili konuları unutma yanlısı olmasam da, unutmanın yaratıcı eyleme dönüşebildiği bu tür bir örneklemenin son derece yararlı olduğunu söyleyebilirim. Marc Augé, anlatının temellerini toplumsal geçmişe ve bireysel sorunlara yayıyor haklı olarak. Bu da anlatı dediğimiz şeyin salt oyun olmadığı anlamına geliyor. (Ben “kurmaca” sözcüğünün bu anlamda sorunlu olduğunu düşünüyorum). Mit’i geride bırakmak kurmacayla mümkündür, diyor Augé. Bunun tarihte böyle ve bu yolla gerçekleştiğini görebiliyoruz. İnsanlık, çocukluk imgelerinin “gaipten” gelmediğini, dolayısıyla tapılacak değil ama yaşamımızı zenginleştirecek izler olduğunu geç de olsa anlamıştır. n Unutma Biçimleri / Marc Augé / Çev: Mehmet Sert / YKY / 80 s. / Nisan 2019. DEBORAH LEVY’DEN ‘BİLMEK İSTEMEDİĞİM ŞEYLER’ Yazarlığa giden yollar Bilmek İstemediğim Şeyler, yetişme çağında genç bir insanın yazarlığa giden yollardan geçerken aynı zamanda yaşadığımız dünyada ‘insan’ olabilmenin ne denli zorluklar içerdiğini vurguluyor TURGAY FİŞEKÇİ B ilmek İstemediğim Şeyler’i okurken sık sık durup kitabın hangi türde olduğunu düşündüm: Roman mı, öykü mü, yaşamöyküsü mü, anı mı?.. Belki de hepsini içeren türler arası bir bütün. Kapakta ya da içerde kitabın türü hakkında bir bilgi yok. Yalnızca ön kapakta The Irish Examiner’dan bir alıntı var: “Bilmek İstemediğim Şeyler, George Orwell’in Neden Yazıyorum adlı denemesine bir cevap ama aynı zamanda Kendine Ait Bir Oda’nın güncel bir yorumu da. Virginia Woolf’un ünlü denemesi gibi bu da önümüzdeki yıllarda sık sık alıntılanacak bir metin.” Bir yazarı övmek için daha büyük yazarlara benzetilmesi hiç sevmediğim bir yöntem. Överken yermek gibi. Her yazar kendi olabildiği ölçüde başarılı olur bu işte; başkalarıyla anılmak daha ilk adımda onların bir altsınıfına yerleştirilmeyi getiriyor. Oysa Deborah Levy, hiç değilse okuduğum bu kitabıyla son derece kendine özgü bir dil ve anlatım dünyası kurabilmiş bir yazar. Bilmek İstemediğim Şeyler her biri ayrı bir başlık taşıyan dört bölümden oluşuyor: Birinci bölümde yazar erken bahar günlerinde daha önce de gelip kitaplar yazdığı Mallorca adasında ıssız bir pansiyona gelir. Kendi içinde altı bölümlü ikinci bölüm de yazar, çocukluğunun geçtiği Güney Afrika yıllarını anlatır. Beş yaşındadır ve ırk ayrımı yasalarının egemenliğindeki Güney Afrika’da olağanüstü bir doğa olayı gerçekleşmiş, kar yağmaktadır. Babasıyla bahçeye kardan adam yaparlarken bir polis aracı gelir ve babasını götürür. Çünkü babası ırk ayrımına karşıdır ve Afrika Ulusal Konseyi’ne üyedir. Ve beş yıl boyunca, bir daha babasını göremez. Bu beş yıl boyunca dört yaşından dokuz yaşına kadar bir kız çocuğunun katı ırk ayrımı yasaları altındaki Güney Afrika’daki yaşamından çeşitli, birbirinden ilginç sahnelere tanık oluruz: Kapısında, bahçeye girenlere silahla karşılık verileceğini yazan bir tabelanın olduğu bir evde yaşamaktan yalnızca beyaz ırktan olanların de nize girebildiği plajlara dek. Beş yıl sonra cezaevinden çıkıp evlerine döneceği zaman babasını tanıyabilmek için onun fotoğrafını kucağına alıp bekleyen dokuz yaşında bir çocuk. Kitabın üçüncü bölümünde aile Güney Afrika’dan ayrılıp İngiltere’ye göç etmiştir; 1974 yılının İngilteresi’nde on beş yaşında yazar olmak isteyen bir gencin hayatından sahneler izleriz. Dördüncü bölümde yine kitabın başına döneriz. Yazar Mallorca adasındadır ve yine sıradışı bir doğa olayına tanık olur. Akdeniz’in ortasındaki adada kar fırtınası vardır. Artık orta yaşa gelmiş yazar, bu karlı adada geçmişini, bugününü yeniden düşünmektedir. Bilmek İstemediğim Şeyler’de, güzel bir kitap okurken duyduğum mutluluğu tattım. Bir edebiyat eserini var eden unsurlardan biri olan ayrıntı zenginliğinin nasıl ustaca kullanıldığına tanık oldum. Yazar, elindeki malzemeyi öyle güzel yoğurup sunmuş ki okuruna, güzellik karşısında duyulan çaresizliğe benziyor kitabın bıraktığı etki. Bunu söylerken elbet kitabı dilimize çeviren İnci Asena’nın akıcı Türkçesini de anmak gerek. n Bilmek İstemediğim Şeyler / Deborah Levy / Türkçesi: İnci Asena / Everest yay. / 103 s. / Nisan 2019 9 Mayıs 2019 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle