15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

NURAY ATACIK’TAN YENI POLISIYE: ‘BUKALEMUN’ ‘Dönemin kaosu büyüyor’ Büyükannesinin her biri hayata dokunan masallarıyla büyümüş kız çocuğu... Akrabalarının sevgisi ve nefreti arasında kalmış genç kadın... Dokunulmaktan hoşlanmayan bilgisayar kurdu genç adam... Evinde beslediği tuhaf yaratıkla bağ kuran hacker... Aile bireylerinden yalnızca birini sevmek için seçen baba... İdeolojileri uğruna insanları gözlerini kırpmadan öldürebilen örgüt üyeleri... Ve tüm bunların ekseninde görevine tutkuyla bağlı emniyet amiri... Nuray Atacık ile Fener Balığı’nın ardından okurlarla buluşan yeni polisiye romanı Bukalemun’u konuştuk. GAMZE AKDEMİR [email protected] ‘Bukalemun’ ikinci polisiyeniz. Polisiye yazmaya nasıl karar verdiniz? Kurumsal hayatı edebiyatla yaşamak için bıraktım. Niyetim tüm zamanımı okuma ve yazmaya adamak, edebiyatın sonsuz seçenekleri içinde kendime ait bir oda yaratmaktı. Polisiye kendiliğinden geldi. Kendimi tür konusunda özgür bırakarak yazmaya başladığım ilk öyküler gerilim, sert çatışmalar, sarsıcı kırılma anlarını içeriyordu ve süratliydiler. Yazdıkça aradığım hakikatin, insan doğasındaki aydınlıkla karanlığın geçiş noktasında gizli olduğunu anladım. Suçun çevresindeki kişilerin maskelerini çıkartma gücünü keşfettim. İnsanı anlamak için polisiye şahane bir ortam sağlıyor. Yazarlık serüvenimde yapmak istediğim tam da buydu. ‘BİREYE ODAKLI YAZIYORUM’ n Her yazarın polisiyede kullandığı ve tercih ettiği biçem farklı kuşkusuz. Kimi yazarlar kurguyu ritüelistik veya antik ayrıntılarla örerken kimi yazarlar günlük hayatın keşmekeşinden el alan, daha güncel bir biçemi tercih edebiliyor. Yine kimi yazarlar siyasi izdüşümlü veya tarihi polisiyeler kurgularken kimi yazarlar daha bireysel öykülere yönelebiliyor. “Fener Balığı” ve “Bukalemun” bu bakımdan kar ma izler taşıyor. Romanlarını bu bağlamda nasıl değerlendirir yazarı? Okuduğum her yapıtta yazarla aramızdaki tanışıklığı sağlayan esere yansıyan üslubu. Özellikle polisiyede biçem, yazarın kişiliğinin yapıta sızdığı yegâne alan. Benim kişisel kameram bireye odaklı. Romanlarımda karakter ön planda olsa da, bireyin hikâyesi psikoloji, sosyoloji, siyaset, tarih, gelenek ve dinsel öğelerle şekillendiğinden hepsi hikâyede kendine yer buluyor. İnsanlık tarihi kadar eski bir soruya yanıt arıyorum: İnsanın özü nasıl bir şeydir? Karakterlerimin özgür iradeleriyle verdikleri kararların ne kadarının dışarıdan enjekte edilmiş doğrular veya yanlışlarla biçimlendiğini görmeye çalışıyorum. Tanımı ve kapsamı şartlara göre değişen suç, ceza ve adalet kavramlarını öznel bazda irdelemeye çalışıyorum. Tüm bunları yaparken polisiyenin maceraperest tadından, heyecan verici olaylar zincirinden kopmamaya gayret ediyorum. Akıcılık, dildeki doğallık, samimiyet ve karakterlerdeki gerçekçilik üzerinde en çok durduğum öğeler. Okurlar, “Kitabı elimden bırakamadım” dediğinde ödülümü aldığımı hissediyorum. AİLE MİRASI BİREYSEL SUÇ! n Diyalogları yoğun ve hayli hızlı bir metin. Özellikle merkezdeki intikamlı suçun ivmesini iyi vurguluyor. Kişiler arası ikili üçlü sürprizli bağlantıları ortaya koyarken de öne çıkıyor bu. Polisiye yazarı Erol Üyepazarcı ilk romanım Fener Balığı’nın türünü kara roman ola rak tanımlamıştı. Görüşüne katılıyorum. Bukalemun da bir kara roman. Belirli bir polisiye olayı aydınlatmaya odaklı, kriminal bilmece çözümünden çok, olayın yaşadığı dönemdeki sosyolojik öğelere dokunan, suçluların ve onları yakalamaya çalışanların psikolojisini analiz eden, rol alan herkesin karakterindeki kırılma noktalarını, dürtülerini, önceliklerini ve korkularını ön plana alan anlatımı tercih ediyorum. “Katil kim?” sorusundan çok “Neden böyle oldu?” sorusuna cevap arıyorum. Ama bunu yaparken heyecan ve akıcılıktan ödün vermek istemiyorum. Uzun analizler yerine karakterlerin konuşmaları, tavırları ve tercihleriyle kendilerini yansıtmalarını istiyorum. İntikam arzusu gücünü uzun süre zihinde işlenmesinden alıyor. Sıradan insanların kötülük yapmasına neden olan önemli etmenlerden biri. Polisiye romanlar için güçlü bir tema. Bireysel suça aile mirası gibi yaklaşarak katilin yakınlarına eziyet eden ruh hali romanımda ele aldığım konulardan biri. ‘DEĞİŞİMİN DIŞINDA KALMAK ÇOK GÜÇ’ n Özellikle teknolojiyle yürüttükleri asayiş ve istihbarat faaliyetleriyle kimi devlet memurlarının ve artık bilgisayar korsanlığında ustalaşmış kimi sivillerin kaderleri belirleyebildiği bir çağdayız. Polisiyeye de kuşkusuz yansıyor bu. Romanınızın içeriği ve kişileri de bundan payını alıyor. Bağımlısı olduğumuz cihazlar her an konumumuzu, ilişki içinde olduğumuz kişileri, ilgi alanımızı, takip ettiklerimizi, sevdiğimiz ve nefret ettiğimiz düşünce ve nesnelerin listesini bir yerlerdeki bilgi depolarına kaydediyor. Kendimizi gönüllü fişliyoruz. Ayrıca tüm şehir kameralarla dolatılmış halde. Kriminoloji teknikleri zerreden sonuç çıkartmaya yetiyor. Günümüzde şehirde yaşanan sıradan bir suçun faili meçhul kalması neredeyse imkânsız. Polisiye yazarken değişimin dışında kalmak çok güç. Bu nedenle de Bukalemun’da olaylar hızlı gelişiyor. Tüm hikâye genç bir kadının kaçırılması ve üç gün içinde düğümün çözülmesi üzerine kurulu. Eğer insan faktörünün kusurları olmasaydı belki sonuca çok daha çabuk ulaşılabilirdi. Zamanın hızı kurgunun temposunu belirledi. İletişim arttıkça dönemin kaosu irileşiyor. İnsanın doğası şartlara uyum sağlarken yaratıcı ve yıkıcı yönlerini sürdürmeyi başarıyor. Edebiyat teknoloji çağında da insan ruhuna dokunmaya devam edecek. ‘ÖTEKİLEŞTİRME ANCAK SEVGİSİZLİKLE MÜMKÜN’ n Cemal Süreya’nın dizeleri ışıl ışıl eşlik ediyor zaman zaman.. Maskeli Ali Yeşim ile boğuşurken de... Murat, Nazlı’yı özlerken de, Yeşim hayatta kalma arzusuyla direnirken de... Ripley ve Mustafa Sibel’le birlikte Yeşim’in izini sürerken de... Günaha gömülmüş baba figürü bile sevgisiz harekete geçmiyor. Polisiyenizin ana duygusu korku değil; sevgi, umut ve elbette ki merak! Böyle diyebilir miyiz? Böyle dersek çok memnun olurum, yakın durduğum duygular okura ulaşmış demektir. Eğer bu hayatın bir anlamı varsa ki bizim hayatı anlamlandırmaya çok gereksinimimiz var onu ancak sevgide bulabiliriz. Sürekli bizi koşulsuz sevecek birilerinin arayışındayız. Öfkemizin, kaygımızın asıl kaynağı ise sevgisizlik. Ötekileştirme ancak sevgisizlikle mümkün. Bukalemun’da yer alan “Cin Düğümü” masalı da bunu anlatıyor. Sadece tanıdık ve bizden olana değil, bildiğimiz hiçbir şeye benzemeyene dahi sevgiyle yaklaşarak bağ kurmak mümkün. Naif bir ifade olsa da sevginin gücüne inanıyorum. Umut ise hem değişime duyduğumuz arzuyu temsil ediyor hem de istediğimizin şu anda var olmadığını söylüyor. Umut geleceğe ait, sevgi zamandan bağımsız. Her ikisi de var olabilmemiz için temel gıdalar. Merak ise içinde olduğumuz anın lokomotifi. Cemal Süreya her bölümün başındaki dizeleri ile romanıma arzu ettiğim umudu taşıdı. n Bukalemun / Nuray Atacık / Oğlak Yayınları / 416 s. / 2019 24 16 Mayıs 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle