16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

DIDEM GÜLÇIN ERDEM’IN YENI KITABI [email protected] Açalım mı kutuyu? Kutu, 31 Mart gecesinden nisanın ortasına dek tek konumuzdu; bir değil binlercesi açıldı açıldı, kapatıldı. Her kutuyla akla ziyan açıklamalar havada uçuştu. Kutunun içinden çıkacak ne? Sulu mu, susuz mu? Ak mı, kara mı? Temiz mi kirli mi? İşte bu çok önemli, beşikteki bebeleri bile ilgilendiriyor. Ç ok bilinen sözdür, “Açtırma kutuyu, söyletme kutuyu.” Günlerce düşlerimize bile giren bir kutu savaşımı yaşadık. Kutular saydamdı, kutudan çıkanı beğenmeyenlerin dili bulanık… Toplumu yanıltan sözlerin sahiplerini düşününce, aklıma şu atasözü geliyor; “Sinek, pekmezciyi tanır.” Kimi politikacıların, sanatçı gazeteci sanı taşıyan ünlülerin, hatta kimi akademisyenlerin kullandığı dili 1970’lerin başından bu yana izliyorum, daha öncesini de doğrusu eğrisiyle kaynakları tarayarak saptadım. Söz ve yetki sahibi olanların çoğu Türkçenin öyküsünü ve yakın tarihi ya hiç bilmiyor ya da bile isteye çarpıtıyor; hatta ağzını bozan bozana… Ne diyelim, “Dünya tükenir, yalan tükenmez.” Söz ve yetki sahibi olan “milliyetçi muhafazakâr”ların Dil Devrimine, Türkçenin tarihsel akışına ilişkin 6070 yıldır değişmeyen, ezberlenmiş yargıları kabak tadı verdi. Neymiş? Harf Devrimi, bir gecede bütün halkı cahilleştirmiş. Dil Devrimi, nesiller arası bağları koparmış. Vah vah, gençler Mehmet Akif’i, Yahya Kemal’i, Ahmet Haşim’i, Ömer Seyfettin’i anlayamıyormuş… YALAN SATIŞ YAPAN AYDINIMSILAR 1970’lerden bu yana, “Anayasa, aşama, araştırma, atılım, basın yayın, başarı, başkan, başbakan, bilim, dayanışma, değerli, deneme, dönem, duygu, düşünce, düzen, düzey, eğitim, etkinlik, geçmiş, gelecek, genel, görev, katılım, kişisel, kurum, kuruluş, okul, oran, öğrenci, öğretmen, örnek, özgüven, özel, savcı, sonuç, süreç, sayın, saygın, sorumlu, sorun, seçim, seçmen, toplum, ulus, ulusal, ulaşım, yargı, yerel, yönetici…” gibi sözcükler olmadan yazıp konuşacak bir babayiğit tanıyor musunuz? Her seçim döneminde coşan politikacılara, sabah akşam TV’lerde yalan satışı yapan aydınımsılara sesleniyorum; açtırmayın kutuyu! Devrimin sözcükleri olmasa karnınızı bile doyuramazsınız! Dil Devrimi ni “uydurukçuluk, solculuk, komünistlik” deyip durdunuz; hanginiz Fuzuli’yi, Baki’yi sözlüksüz anlayabilir? Mehmet Akif’in, Yahya Kemal’in, Ahmet Haşim’in hâlâ sevgiyle okunduğunu, Ömer Seyfettin’in ilkokul kitaplarında bile olduğunu bal gibi biliyorsunuz. BÜTÜN GENÇLER BIZIM 1988’de Ankara’ya gelen Dilbilimci Robert Underhill, kurulması yasak dernek diye yargılanan Dil Derneği’ni de ziyaret etmiş; yargılanma nedenine gülmüş, dildeki yenileşmeye kimilerinin geç ve güç uyum sağlayacağını belirtmişti. Sonra ayıp bir şey söylüyormuş gibi kısık sesle sormuştu: “Sizleri üzmek istemem ama sizin milliyetçiler Dil Devrimini ve Türkçeyi niçin sevmiyorlar?” Yanıtı biliyordu, kutuyu açtırmamıştı. Benim kuşağım ve 80’lere dek gelenler “dilbilgisi” okumuştu, bugün “gramer” okutuluyor; “eylem”e “fiil”, “özne”ye “fail” diyen anlayış ilköğretime dek inmiş. Parmak kadar çocuk da saçı sakalı ağarık aydınımsı da “muasır medeniyet”i “muassır”ladı. Sözcükten hoşlanmayanlar, “keliiime”yi uzatıp ballandırıyorlar. “Dil inkilabı” diyen genci üzmemeye çalışarak “inkılap” diye düzeltmek istedim, o beni düzeltti: “Öğretmenim de inkilap diyor, galiba galatı meşhurmuş.” Bugün sorgulanması gereken içi bilgi, sanat yerine “hurafe”yle şişirilen eğitim sistemi değil mi? Kutuyu bir yazı çerçevesinde açabildiğimce açtım değil mi? Kutudan çok, içimi açtım aslında. Söyletme kötüyü demiş ya atalarımız; günümüzde kötülük dokunulabilecek kadar somutlaştı. Söylenecek, yazılacak söz bu kadar değil kuşkusuz. Anasını babasını tanımadığımız bütün çocuklar, yorgun sözcüklerle konuşan bütün gençler bizim... Eğitim sisteminden başka her şeye benzeyen maskaralıkla yüzü öte dünyaya çevrilen bu evlatlar bizim... Uzaktan el uzatmak yeter mi? Birlikte düşünelim. n ‘Boşluklara Doğru İlerleyelim!’ Didem Gülçin Erdem ile yedi yıl aradan sonra Edebi Şeyler etiketiyle yayımlanan üçüncü şiir kitabı Boşluklara Doğru İlerleyelim üzerine söyleştik. PELİN ÇOBAN İ lk kitabınız Perdesiz, ikinci kitabınız Olmayanım İçinizde. Yedi yıl aradan sonra ise yeni kitabınız: Boşluklara Doğru İlerleyelim. Öylesine konulmuş bir isim olmadığı izlenimi veriyor okura. Bu isimle harekete geçirmek istediğiniz nedir? Toplu taşıma araçlarında sıkça işittiğimiz bir nida bu: “Boşluklara doğru ilerleyelim!” Ait olduğu bağlamdan koparıp şiire dâhil edince aslında işittiğimizden fazlasını söylediği anlaşılıyor. İçimizin boşluklarına, ben’den öteki’ne uzanan boşluklara değmek, mesafeyi daraltmak niyetiyle böyle ünleyeyim istedim. Boşluk, vaadi hayli büyük bir sözcük… Ontolojik bir dert ve meseleye de karşılık geliyor… Lorca’nın “boşluklarını arayan katı cisimleri gör!” dizesinden mülhem, kendimize bir yer ve kalmak için güçlü sebepler arayıp duruyoruz. Oluş, boşluk kaldırmıyor. Oradan yükseliyor söz, tam da o boşluklardan... n Şiirlerinizde halk kültürüne ait dokusal özellikler göze çarpıyor. “Gerçeğe hu”, “çün”, “ol” gibi ifadelerin yanında Muharrem Ertaş, Karacaoğlan gibi isimlere selam gönderdiğinizi görüyoruz. Nedir bu unsurların şiirinizdeki yeri? Folklorik unsurlar söz konusu iken metinlerarasılığa ikna olamıyorum. Selam ettiğim, dışında olduğum bir kültürel yapının bileşenleri değil ki; ben de aynı kültürün eline doğdum… Dolayısıyla, andığınız ifade ve isimler, şiiri çoğaltsın, zenginleştirsin diye kıymetleri azaltılarak birer kenar süsü vaadiyle şiirimde ağırlanıyor değil. Meselenin ortaklaştığı yerlerde varlıklarına başvuruyorum. Meramın kesişimi üzerinden yeniden kıymet takdim etme teşebbüsü diyebiliriz belki buna… ‘ÖZNENİN KURGULANDIĞI BİR DÖNEMDEYİZ’ n Boşluklarına doğru ilerledikleriniz arasında kadınlar da var… Cemile, Didem, Aysel, Melahat Hanım, Neziha, Maria, Zeynep… Değişik anlayış ve şekillerde mi kendilerini buluyorlar yoksa ortaklaştıkları noktalar var mı? Elbette hepsinin bir meselesi var. Başta kadın olmak… “Adlandırılmayan yoktur” biliyorsunuz. İsimler çok şey söylüyor. Sıraladığınız isimleri taşıyan kadınlar karakterden çok tipe tekabül edişleri ile ağırla nıyorlar şiirimde. Ben dâhil. Hepsinin temsil ettiği değerler, olamamışlıklar, keşke olmamış olsalar var… Öznenin stereotip formatta kurgulandığı bir dönemdeyiz. İkincil sözlü kültür çağı kendi tiplerini yaratıyor. Karakter, tali bir göze alış. Tip ise size konforlu bir alan sunuyor. Kendinizi inşa etmenize gerek kalmadan tipe uygun bir oluş hali sergilediğinizde kıvrımsız ve ana hat kabullerin onayına talip olursunuz. n Şiirlerinizde, “bizi buradan götürecekler çünkü son derece yeryüzü”, “kendine inan diyen modern çağ aşkına”, “çok pop diye kahraman olmuyorum yazın bunu”, gibi dizelerle modern çağa yaptığınız atıflar göze çarpıyor. Bu çağda yalnızlaştırılan, ötekileştirilen, bireyselliği içerisinde kaybolan insana şiiriniz nasıl bir pencereden bakıyor? Hızın bir ideoloji formunda hayatlarımıza sızdığı bir çağın parçasıyız. Herkesin kahraman, herkesin her şey olabileceği bir çağ bu. Ben’in bunca yüceltilmesine karşın benlik serüveninin durmadan irtifa kaybettiği bir zaman bu… Bu çağın öznesi, simülatif bir düzeneğin içerisinde hayret duygusunu yitirdi. Tamire oradan başlamak gerektiğini düşünüyorum. n Boşluklara Doğru İlerleyelim / Didem Gülçin Erdem / Edebi Şeyler / 69 s. / Mart 2019 20 16 Mayıs 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle