17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İSMAİL GÜZELSOY’DAN ‘ÖKSÜZ AĞAÇLARIN ÇOBANI’ Elbet bir gün buluşacağız Öksüz Ağaçların Çobanı’nın Gezi olaylarının çevresinde dolaşıyor olması size kitabın bir Gezi kitabı olduğunu düşündürmesin. Bu aslında öksüz ağaçların ve onların dillerini bilen birkaç insanın hikâyesi. ADALET ÇAVDAR K aracaoğlan’ın bir türküsü vardır, ben çok severim: “Ölüm ile ayrılığı tartmışlar, elli dirhem fazla gelmiş ayrılık.” Sevdiğiniz birinin sizden uzakta başına ne geldiğini bilmemek, ölüm acısına katlanmaktan çok daha zor. Cumartesi günleri Galatasaray Meydanı’nda bekleyen anneleri İstanbul’da yaşayan büyük çoğunluk bilir, kimimiz bilerek gidip yanlarında durmuşuzdur, kimimiz öylece önlerinden geçmişizdir ellerindeki fotoğraflara gözümüzü değdirerek. Orada o meydanda yıllardır koca bir bilinmezlik yatar. Her kes sussa o meydanı dile getirecek bir ah yatar. İsmail Güzelsoy’un hem yazdığı hem resimlediği yeni romanı Öksüz Ağaçların Çobanı okuruna sanki çok uzak geçmişte yaşadığımız o neşeli günleri hatırlatıyor. Ada’dan başlayan bir âşk hikâyesi. Ağaçların söylediklerini duyabilen bir kadın ile annesini çok acı bir şekilde kaybetmiş genç bir adamın hikâyesi. Ada vapurunda her sabah denk geliyorlar. Konuşmuyorlar. Adam, kadını uzun uzun seyrediyor. Sonra bir gün yan yana oturur buluyorlar kendilerini ve hikâye başlıyor. Yarı gerçek yarı distopik bir hikâye anlatıyor İsmail Güzelsoy. Bütün hikâyeyi bir masal sarıp sarmalıyor, sarmaşık gibi. Masalla gerçek, gerçek ile masal bir olup ağaçların, toprağın ve isyanın dilinden anlatmaya başlıyor. Bugünden geleceğe gi den bir anlatı ortaya çıkıyor zaman içerisinde. Çok uzakmış gibi görünen bir geçmiş zamandan söz açılıyor. Doksan yedi gün süren bir âşk hikâyesinin ardından on yedi yıl üç ay bir gün süren bir ayrılık yaşanıyor. Sonra 31 Mayıs günü Taksim’de bu iki âşık yeniden karşılaşıyor. AĞAÇLARI DUYABİLEN KADIN Bu ayrılık zorunlu bir ayrılık. Kimsenin suçu yok. Kadın gitmek zorunda. Gittikten sonra ise sağlık sorunları nedeniyle hayatının çok uzun bir dönemini hastanede geçiriyor. İnsanları iyi olduğuna ikna etmeyi başardığı zamandan kısa bir süre sonra İstanbul’da olaylar başlıyor ve gazeteci olarak İstanbul’a geliyor. İsmail Güzelsoy, ağaçların konuştuklarını duyabilen o kadını ağaçların derdine yetiştiriyor anlatısında. İnsanın kulak larında bazı sesler yeniden çınlamaya başlıyor. Gitgide hızlanan bir ritimle yükseliyor anlatı. Yıllar yıllar sonra birbirini bulmuş iki âşık bir masalı tamamlamaya çalışıyor. Mırmıri’nin masalı onların gerçeği oluyor. Bu iki âşık Gezi’nin orta yerinde birbirlerini kaybediyor. Bu kaybedişin peşi sıra Hayat ortaya çıkıyor. Öksüz Ağaçların Çobanı’nın Gezi olaylarının çevresinde dolaşıyor olması size kitabın bir Gezi kitabı olduğunu düşündürmesin. Bu aslında öksüz ağaçların ve onların dillerini bilen birkaç insanın hikâyesi. Günyüzünden karanlığa dönüyor bir yerden sonra bütün hikâye, yerin altında devam ediyor arayış. Korkunç ve acıklı bir gelecek karşımıza çıkıyor. Halının altına süpürdüklerimizden, aklımızın ücralarına attıklarımızdan çok daha fazlası Taksim’in altından, topraktan çıkıp tek tek kendilerini hatırlatıyor. Unutmak mümkün değil. Ağaçların sesinden, isyanın şarkısından, toprağın sakladıklarına doğru uzanıyor hikâye yavaş yavaş. Pinokyo’nun bile varoluşu sorgulanıyor. Güzelsoy’un anlatısında da geçtiği gibi “edebiyat güzel bir yalan”. İnsanın kendi gerçekliğini sorguladığı bu çağ için ise hafızaları tazeleyecek ve bize her daim bir şekilde bir âşk masalı anlatmayı becerecek kadar iyi bir yalan. Dilerim kimse o aşk denen yalandan vazgeçmesin. n Öksüz Ağaçların Çobanı / İsmail Güzelsoy / Doğan Kitap / Mart 2019 / 214 s. YÜKSEL PAZARKAYA’DAN ‘ST. LOUIS GÜNLERİ’ ‘Her şey bir vakti bekler’ Yüksel Pazarkaya, şiiri en üst ve en derin dil sanatı olarak görüyor. KADİR İNCESU Y üksel Pazarkaya ile Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan yeni şiir kitabı St. Louis Günleri üzerine söyleştik. n İlk şiirinizden bugüne şiir anlayışınız nasıl oluştu ve gelişti? Şiiri oldum olası en üst ve en derin bir dil sanatı olarak gördüm. Dil ve dil sanatı deyince, işin içine kendiliğinden insan, toplum ve insanın dili ile adlandırıp betimleyerek var ettiği bütün yaratıklarıyla doğa, evren giriyor. Şiir, bütün sanatlar gibi, yalnız olmadığımızın farkındalığıyla buna bağlı her türlü sorumluluğumuzu işler. Şiir, bütün öteki sanatlar gibi, iyi ve doğru yaşamanın pusulasıdır. Pusulanın puslu göstermemesi için, başından beri yalınlık arayışı içindeyim, yalınlık pusulasını kullanmaya çalışıyorum. Yalınlıktan anladığım ama şiirsel iletişimin temel koşulu, çok boyutluluğu, çok katmanlılığı içermesidir. Yunus’ta, Orhan Veli’de, Brecht’de olduğu gibi. n Şiir, öykü, roman ve incelemelerinizin yanı sıra şiir çevirilerinizle de biliniyorsunuz. Şiir çevirileriniz, şiirinizi nasıl etkiledi? Yalnız çevirdiklerimiz değil, okuduklarımız, duyu yoluyla algıladıklarımız da sürekli etkiliyor. Bu etki dal budak salarak bilinç altından işliyor. Kendi yazdıklarımız belirtilenlerin yanı sıra belirtilemeyen alıntılarla doludur. Örneğin, Brecht, İncil’i yüz kez okuduğunu söyler. Dolayısıyala Brecht’in yazdıklarında İncil alıntıları belirtilmeden de yansır, doğrudan ya da değiştirilmiş olarak. Bunun gibi, uğraştığımız, çalıştığımız yazarlar ve metinler, belirtilsin, belirtilmesin doğrudan ya da işlenmiş, değiştirilmiş olarak yazdıklarımıza sızar. Araya uzun süreler girince, çevirdiğimizle kendi yazdığımızı karıştırmak tehlikesi bile doğabilir. n “St. Louis Günleri”, yaklaşık 25 yıl önce St. Louis’de Washington Üniversitesi’nde çalıştığınız günlerde yazdığınız şiirlerden oluşuyor. “Şiirgünce” olarak adlandırılan kitabınızda, öncekilerden farklı ne var? Yaşanmış o günlerle, o ülkeyle, özellikle o kentle (St. Louis) doğrudan yoğun duygu, algı ve iletişim yoğrulmuşluğundan ortaya çıkan metinler. Bir çeşit günce olarak kayda geçen günler... n Şiirgünce tanımını görünce aklıma bir an takvim öyküleriniz de geldi. Takvim Öyküleri’nden önce, 1979 yılında yazılan ve 1981 yılında sevgili Necati Tosuner tarafından Derinlik Yayınevi’nde basılan Saat Ankara – Takvim Dizeleri var. Muhsin Ertuğrul her yılbaşı bana Türk fotoğraf sanatçılarının fotoğraflarından oluşan takvim gönderirdi. 1979 yılında gönderdiği son takvim elime geçince, o yıl her gün birkaç dize yazdım. 1989 yılında da Kış Öyküleri, Bahar Öyküleri, Yaz Öyküleri, Güz Öyküleri olarak Cem Yayınları’nda çıkan dört kitaplık Takvim Öyküleri öykügünce / anlatıgünce ortaya çıktı. St. Louis günleri, yalnızca bu kentte yaşadığım günlerle kısıtlı. n“Bir sonraki ânda/ anıya dönüşen ânlar / en güzel ve en uzundur / sonsuzca sürerler” dizeleriniz o günlerin sizin için çok özel olduğunun da göstergesi gibi… Bu şiirler o günlerde mi yazıldı yoksa daha sonra mı? Bu durum, şiiri nasıl etkiler? Bu arada, “Somut Şiir” kitabınızdaki bir yazınızdan “her kitap bir vakti bekler,” sözünüzü de hatırlıyorum. Her şey bir vakti bekler, Necatigil kaynaklıdır. St. Louis’de “Writer in residence” olarak yaşadığım yaklaşık sekiz hafta çok yoğun, çok renkli, çok etkili geçti, bir izlenim sağanağına tutuldum. İlk yazıları günü gününe kâğıda geçirdim. Sonra dinlenmeye, demlenmeye kaldı. n St. Louis Günleri / Yüksel Pazarkaya / YKY / Mart 2019 / 71 s. 10 18 Nisan 2019
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle