Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
FEYZA HEPÇILINGIRLER’DEN ‘KAR ALTINDA BUĞDAY TANESI’ KURTULUŞ ARI ‘Halk siyasetçiye çaresiz, kitaba korkak!’ Feyza Hepçilingirler’in yeni kitabı “Kar Altında Buğday Tanesi”nde, dokuz bölüm başlığında sunulan denemeleri, şiirsel bir renkte, direngen ve reel bir umutla bezeli. Günümüzde insana, topluma dair olguların, sosyal ve edebi izdüşümlerini karşılaştırmalı sunuyor Hepçilingirler. GAMZE AKDEMİR gamze.akdemir@cumhuriyet.com.tr B irlikte düşünmeyi amaçladığı kitabında dile getirdiği bir arzusu da, “Yetkili makamlarda oturanların; insana, doğaya, denize, hayvana, sağlığa, sanata edebiyatın gözüyle bakması”. Türkçedeki bozulmanın temellerini de inceleyen yazar, romancılığımızda mihenktaşı olmuş isimleri dile katkıları, yazında açtıkları yollar, aktardıkları gerçeklikler ve yarattıkları farkındalıklarla aktarıyor. Feyza Hepçilingirler ile “Kar Altında Buğday Tanesi”ni konuştuk. n Kitabınıza “Kar Altında Buğday Tanesi” ismini vermenizin özel bir nedeni var mı? Olmaz mı? Toplumun bir kesimi olarak gelecekle ilgili kaygılarımız, umutlarımızın önüne geçti. Oysa ben hep umuttan yanayım. Umudunu yitiren kişi, geleceğe ilişkin bütün düşlerini ve beklentilerini de yitirir. İçinden geçtiğimiz dönemde karamsarlığa kapılmamak için en çok umuda gereksinmemiz var. Umut ve özgüven çok önemli. Benim halkım kadar ezik bir halk dünyanın hiçbir yerinde yok. Bu eziklikle siyasetçi karşısında çaresiz, din karşısında itaatkâr, sanat ve kültür konusunda ürkek, eğitim konusunda savunmasız, kitap karşısında korkak hissediyor kendisini. Bu halkın eli kalem tutan kişilerinden biri olarak “Dik dur, sen halksın!” demek zorunda hissediyorum kendimi. Bütün mesele bu! n Hayatın pek çok alanındaki geniş zamanlı durum tespitlerinize bir anayurt gibi denemeleriniz. Deneme de bunu sever hani! Deneme; düşünmek, susmamak, görmek, anlamın peşine düşmek, yaşamın, zamanın ve tarihin her deminden öz almak değil mi? Siz nasıl yazıyor, nasıl harekete geçiyorsunuz? Ne güzel tanımladınız denemeyi. Deneme, tam olarak sizin tanımladığınız şeydir gerçekten. Ben genellikle gözlemlerimden yola çıkarak o gözlemler üzerine düşünce üreterek yazıyorum. Yaşadığım ufak tefek olaylar da çok zaman düşünme fırsatı veriyor. Denemeyi öyküye pek de uzak bulmuyorum açıkçası. Gözlemlediğiniz bir olayı yeni baştan kurgulamak nasıl öyküye vardırıyorsa kalemi, o olay üzerinde düşünmek, nedenini, nasılını sorgulamak da yolunuzu denemeye çıkarıyor. Geçmişteki kültürel kazanımların birer birer elden çıkması ne kadar üzücüyse insanlık değerlerinin yerini şiddete, nefrete, bencilliğe, çıkarcılığa, her alanda kabalığa bırakması da o kadar üzüntü verici. Ama teslim olmak, hele hele yıkılmak asla yok. Yıpratılanı onarırız, yıkılanı yeniden kurarız, yeter ki kendimize, gücümüze inanalım. EDEBİYAT, SANAT KURTARIR! n Bu iz sürümünde bir arzunuz da, “Yetkili makamlarda oturanların; insana, doğaya, sağlığa, sanata edebiyatın gözüyle bakması”... Gerçek edebiyat hayata başkalarının gözüyle bakabilmeyi sağlar. Paranın gözüyle değil, insanın, hayvanın, doğanın; kadının, çocuğun, denizin, toprağın, ağacın, suyun gözüyle... İnsan sevgisini yüreklerinden tümüyle silmiş siyasileri gördükçe, onların doymak bilmez hırslarına tanık oldukça keşke diyorum; başkalarının gözleriyle de bakabilseler dünyaya. Nefret değil sevgi yeşertseler içlerinde, savaşı yüceltmekten vazgeçip barışla barışsalar. İşte o zaman edebiyatın işlevi geliyor aklıma. İnsanı kinden, nefretten, hırstan, öç alma duygularından kurtaracak, edebiyattan ve genel olarak sanattan başka nasıl bir sihirli güç olabilir ki? n “Derdimiz Türkçe” bölümünde, günümüzde Türkçeyi bozan etkenlerin ara sında dilleri kuşatan İngilizceye ayrı bir yer ayırıyorsunuz... ABD’nin dili olduğu için İngilizce, dünyanın ortak iletişim dili halinde dolaşımda ve yalnız Türkçeye değil, bütün dillere etki ediyor. Ancak hiçbir dil Türkçe kadar koşulsuz teslim edilmedi İngilizceye. Biz İngilizceleşmeyi çağdaşlaşma sanmak gibi bir aymazlık içindeyiz. Televizyon ve internet ortamlarında yakındığımız duruma yol açan da bu aymazlık. Yediden yetmişe herkese İngilizce öğrenmeyi şart koşmuş durumdayız. Ama ne yazık ki bu isteğimizle gerçeğimiz çakışmıyor. En çok gereksinme duyanlara bile İngilizceyi öğretemiyoruz. Onun yerine benimsenen davranış, biliyormuş gibi yapmak. Bu da yersiz çalımlara, anlamsız komplekslere yol açmakta. Nereye kadar gider? Bu aymazlık sürdüğü sürece bitmez. Günlük yaşamın bütün alanlarına da sıçrar, edebiyata da bulaşır. n Kültür ölürken geleneksel ile çağdaşlık arasında sağlıklı bir hat kurmanın yoluna nasıl dikkat çekiyorsunuz kitapta? Düşünceleriniz, bugünün gençlerini üniversitede deyim yerindeyse sahada gözlemleyen bir hoca olarak da önemli. Gençlerimiz üzerinde, hiç değilse büyükçe bir bölümünün üzerinde kültür olarak yalnızca popüler kültürün etkisi var. Kendilerini yetiştirmiş olanlar bu bilinci kendi çabalarıyla kazanmış durumdalar. Yoksa biz çocuklarımızda ve gençlerimizde kendi kültürlerini hiçbir komplekse kapılmadan benimseme isteği uyandıramıyoruz. Ne türkü biliyorlar ne Dadaloğlu’nu ne Itri’yi tanıyorlar. Dolayısıyla geleneğin içinden yaşatılacak olanı seçme ve yaşatma isteği duymadıkları gibi, kendilerini her an başka bir kültüre kapılanacak köksüz bireyler olarak hissediyorlar ve olanak buldukları ilk anda da bunu yapıyorlar zaten. TÜRKÇE HOR GÖRÜLÜYOR! n Türkçeyi bilim ve felsefe üretme konusunda yetersiz bulanlar var. Ne diyorsunuz onlara? Ayrıca Osmanlıca hocalığı yapmış biri olarak Osmanlıca ile ilgili tespitlerinizi burada da dile getirir misiniz? Yüzyıllarca hor görüldüğü gibi bugün de hor görülüyor Türkçe. Osmanlı zamanında medresede Arapça, Cumhuriyet döneminde üniversitede İngilizce eğitim veriliyorsa bir arpa boyu yol gitmemişiz demektir. Dil herhangi bir alanda kendiliğinden gelişmez. Türkçe ile bilimsel çalışmalar yapmışız da Türkçe yetersiz mi kalmış? Düşünce üretmeye çalışmışız da Türkçe engel mi olmuş? Osmanlıcaya övgüler düzenlerin çoğu, bir dili mi, bir alfabeyi mi kastettiklerinin bile farkında değiller. Osmanlıcanın ayrı bir dil olduğunu düşünüyorlarsa yanılıyorlar; değildir. Ödünç sözcüklerle kendisine yabancılaştırılmış bir dönem Türkçesinin adıdır Osmanlıca. Alfabe olarak düşünüyorlarsa Türkçenin daha önce kullandığı pek çok alfabeden biridir ve onların içinde Türkçenin ses özelliklerine en az uyanıdır. n Kar Altında Buğday Tanesi / Feyza Hepçilingirler / Kırmızı Kedi Yayınevi / 416 s. 14 28 Mart 2019