Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AYŞEN IŞIK’TAN “KÖR DÖVÜŞÜ” ‘Üstlendiği roller dışına çıkabilen kadınlar’ “Kör Dövüşü” farklı biçimlerde kuşatılmış kadınların, ailesine kırgın çocukların, hayal kırıklığına uğrayan eşlerin tahammül eşikleri aşıldığında ortaya koydukları iradi eylemin öyküsünü anlatıyor. MURAT ÇELİK K ör Dövüşü, yastığa kılıf geçirirken ellerinin titrediğini görünce canı sıkılan Süheyla ile açılıp rüyasında mezarını, mezar taşını gören fakat o taşın soğuk siluetinde asıl görülmesi gerekeni, adını göremeyen, varlığı dünyada yok sayılmış bir kadının, Nergis’in öyküsü ile kapanıyor. Ayşen Işık’ın kadınları, onlara biçilen, onların üstlendiği roller dışına çıkabilen kadınlar. Ayrıntılara hâkim, ötekilerin yerine de düşünebilen, çoğunlukla içinden konuşan ama ge rektiğinde sesini çıkarabilen, dirayetli kadınlar. “Baraka” öyküsünde bu durum açıkça göze çarpıyor. Nefise ve Sevim’in hikâyesinde, Nefise’nin gücü, arkadaşına tecavüze yeltenen erkeği haklamaya yetiyor. Bu öykünün atmosferi ötekilerden farklı. Okurken geriliyor, kadınların düştüğü durumdan kurtulmalarını umara sona varmak istiyorsunuz. Kurmacadaki adalet, vicdanımızı tatmin eden, yüreğimizi soğutan bir sonuca varıyor. Yazarın hayatı metne dâhil mi sorusunu “Sanma ki Yaşıyorum” öyküsünde doğrudan sorabiliriz. Tekstil mühendisi İnci’nin, yetişmesi gereken işler için gece fabrikada işçilerin başında beklemesi konu ediliyor öyküde. İnci Ayşen Işık aynı zamanda bir anne, kendi annesinin ona biçtiği baskın ve mühim rol bu: “Sana çalışma diyen yok. Kantarın topuzunu kaçırma yeter. Yuvan yıkıldı. Yetmedi mi?” Hasta torunuyla ilgilenen anneanne, telefonda İnci’ye çatıyor. Fabrikada çalışan öteki işçileri ve onların ailelerini düşünmüyor. Biricik olan kendi evladı, onun yuvasının huzurlu ve mutlu olması. “İNTİHAR KALANLAR İÇİN İKAZDIR” “Bitti” toplamın son öyküsü. İki kadın, bir çocuk. Nergis ve kızı Çiçek evlerinden kaçıp yengelerine sığınırlar. Üç anlatıcının gözünden anlatılır hikâye. Üç ayrılış, üç varış yahut kavuşma diyebiliriz. Nergis küçük yaşta zorla evlendirilen bir kadındır, ev cehennemine daha fazla tahammül edememiş, kızını da yanına alıp kaçmıştır. Sonucu bildiğinden, cehenneme ‘iade edilişi’, kendisi bir son yazar ve final mekânını seçer. Belki bir iki gün daha kalabilirdi orada, geçmişinden bazı tozlu hatıralara ışık tutabilirdi. “Kendim ettim kendim buldum demek güzel laf, yaşamak var içinde” ama o yaşamamayı tercih eder. Girişte, güçlü, dirayetli kadınlardan bahsetmiştim. Yaşamına son vermek bazılarınca pes etmek, kaçmak olarak algılanır. Hele geride bırakılacak bir çocuğa rağmen bu karara varmak oldukça zordur. İntihar kalanlar için ikazdır, taşınmaz bir vasiyet: “Niye bunca söz, kim için? Anlaşılmadığını bile bile konuşmak. Ne istediğinin, ne düşündüğünün kıymeti yokken gün geçsin diye çabalamak. Neyse bitti artık. Bitti.” Her yazdığının üstüne koyma gayretindeki yazarlar için müthiş tedirgin edicidir kusursuz ilk kitap. Ayşen Işık, anlatma isteğini, iyi mevzilendiği bir alana kurmuş ve kurgusuyla, ritmiyle, sözcük tercihleriyle baştan sona kotarmış mimariyi. Bazı öykülerde daha fazla derinleşebilir, o öykülere yan hikâyeler kurabilirmiş. Bazı kahramanlarını bize daha fazla tanıtabilir ve öykülere katmanlar çıkabilirmiş. Tabii bunlara eksik ya da kusur denemez, yaratıcının dünyasında, yaratıcının mizacına uygun, kendi lisanıyla var etme çabası denebilir. Tıpkı Tunç’un Gombrowicz’ten ayıkladığı gibi: “Benim şeklim benden doğsun...” n Kör Dövüşü / Ayşen Işık / Sel Yayıncılık / 94 s. DAVID SCHRAVEN’DEN “SAVAŞ ZAMANLARI” Savaşın çarpık yüzü David Schraven’in yazdığı, Vincent Burmeister’in çizimini üstlendiği “Savaş Zamanları”, Amerikan karikatürist Joe Sacco’nun savaş tanıklıklarını aktardıklarının ardından gelmiş savaşa dair en çarpıcı grafik roman. GÜRER MUT 11Eylül’ün ardından Afganistan’daki askerler, politikacılar ve kurbanlar üzerine çarpıcı tanıklıkları gözlemleyen David Schraven, kitabın hazırlık sürecinde, Afganistan’da gerçekten neler olup bittiğini anlamak amacıyla yüzlerce belgeyi inceliyor. Schraven’in halen görevde olan ve ordudan ayrılan askerlerle yaptığı röportajlar sonucunda yayımladığı bu kitap, yüzyılımızın en önemli olayını belgesel tadında okuyucuya sunmakta. İkiz kulelere yapılan saldırı sonrası başlayan toplumsal korku ve hezeyanlar, uluslararası siyasetin de şekil vermesiyle saldırganlığa dönüşüyor. Kitabın başında yazarın kulağına çalınan “Önümüzdeki aylarda bir ülkeyi tamamen yok edeceğiz” sözü, kapitalist dünyanın savaşa ne şekilde hazırlandığının göstergesi. Alkolik bir başkana “savaş istiyoruz” diye haykıran ve yalvaran bir halkın, çocuklarını ölmenin değil yaşamanın tesadüf olduğu bir bölgenin içine gönderirkenki haykırışlarına tanık oluyoruz. Fakat Schraven ve Burmeister Afganistan’daki savaşı ABD’nin gözünden değil de, savaşın ortağı Almanya cephesinden okuyucuya su nuyor. Böylelikle, bir dönemin savaş mağduru ve günümüzün “demokrasinin ileri ucu” (!) olan ülkelerinin bölgedeki rolü ortaya çıkıyor. KORKU... Camp Warhause’da yaşananlar kıdemli başçavuş Gerd Thomas’ın gözlemlerinden yola çıkarak anlatılıyor. Savaşın içinde hayatta kalmaya çalışan, aynı zamanda korkularının içine hapsolan askerlerin değişen psikolojileri ve korkunun tetiklediği saldırganlıkları katliamların sebebini anlamanıza yardımcı oluyor. Savaşı teknik boyutlarıyla değerlendiren Carl von Clausewitz, korkuyla hükmetmenin psikososyal etkilerini sıralarken korkuyu yaratanın da bu korku ikliminden etkilendiğini ve saldırganlaştığını aktarıyor. Taliban saldırılarının ardından yaşanan korku ve bunun neden olduğu katliamlar, tanıklarla yapılan görüşmeler, kitapta çarpıcı bir şekilde yer buluyor. Savaş ekonomisi genel olarak “vahşetin kontrol altında tutulabilmesi amacıyla kaynakların, üretim, aktarım ve payla şımının düzenlenmesi” diye tanımlansa da, gerçeğin bu bundan çok daha farklı olduğunu görüyoruz. Başçavuş Thomas’ın canlı tanıklığıyla aktardığı olaylarda milyonlarca doların dağıtıldığı ve kimin neyi ya da kimi satın aldığı bilinmeden, kime ne için para ödendiğinin de sorgulanmadığı bu savaş alanında dost ve düşman kavramları belirsizleşiyor. Dünya siyasetinin belirlendiği Ortadoğu toprağında dengeleri belirleyen aktörlerin haricinde, yerel suç dinamiklerinin küresel yönelimi de çarpıcı şekilde kitapta yer alıyor. Uyuşturucu baronlarının kaçakçılık işini yürütmek için savaş lordlarını, savaş lordlarının para ve güç kazanmak için afyon çiftçilerini kiraladığını görüyoruz. Özellikle Ortadoğuda yaşanan savaşa Almanya cephesinden bakan bu grafik roman, Alman parlamentosunun oynadığı rolü ve kendi evlatlarını savaşa sürerken gösterdikleri soğukkanlılığı büyük bir kızgınlıkla eleştiriyor. Kısacası 11 Eylül sonrası yaşanan “Uluslararası Terörizm” korkusunun ardında dönen milyarlarca doların el değiştirmesi, kapitalizmin içine düştüğü bunalımdan ve krizden kurtulmanın tek çıkar yolunun da savaş olduğu metnin arka planını oluşturuyor. n Savaş Zamanları / David Schraven, Vincent Burmeister / Çeviren: Zehra Aksu Yılmazer / Alfa Yayınları / 128 s. 8 14 Şubat 2019 KItap