05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> ile bu hikâyeyi anlatma biçimini olağanüstü bir şekilde bir araya getiriyor yazar. Basitçe; yerel olanla evrensel olanı bir araya getirmesinden söz ediyorum. Sözü çok dolaştırdım, farkındayım. Yavaş yavaş toparlıyorum: Manken adlı romanında bir “kadın” hikâyesi anlatıyor Yun. Birçok açıdan baktığımızda her ülkenin çağdaş edebiyatında karşımıza çıkabilecek bir hikâyeyi, yani bir evrensel durumu/konuyu ele alıyor. Ama bunu yerel “mecaz” unsurlarla ve öyle “lirik” bir dille işliyor ki “dünya edebiyatı” bu olsa gerek demeden edemiyor insan. “SESSİZ” BİR VİTRİN MANKENİ Hikâye şöyle: Kahramanımız bir manken! İsmi Jini. Felek çemberini çeviriyor ve daha çocuk yaşta bir reklam yüzü oluveriyor! Yoksul ailesi için bir umut ışığı. Felek bu durur mu, bir tur daha çeviriyor; fon müziğinde arabesk müziğin sürgit çaldığı bir durum yaşanıyor. Hayatı boyunca türlü işlerde çalışmış anne babasının tam rahata ereceği vakitte babası hayata veda ediyor Jini’nin. Annesini pazarcılıktan kurtarıyor yine de. Hikâyeyi okudukça fark ediyoruz ki, felek çemberi bir kere döndü mü durmak bilmiyor; Jini daha çocuk yaşta herkesin dikkatini çeken güzelliğinin diyetini “sesini” yitirerek ödüyor. Bunun karşılığında çok para kazanıyor Jini. Kendine, annesine, erkek ve kız kardeşine, menajerine yetecek hatta onların dengesini bozacak kadar para kazanıyor... Çıkan kısmın özeti; kanlı canlı ama sessiz sedasız bir vitrin mankeninden söz ediyoruz. Kendi bedeni içinde başkalarının kararını yaşıyor bir ömür. Gülümsemesi istendiğinde gülüyor, dönmesi istendiğinde dönüyor, bakışlar, duruş, vücut hatları, yüzü; her şey yerli yerinde! Bir gün kendi kararını veriyor Jini. Terk ediyor. Onu var edenleri(!) Ailesini, menajerini, hayatını, sessizliğini, başkalarının aldığı kararları. Bu terk edişle kökünden sarsılıyor düzen! Suya atılmış bir taş etkisi yaratıyor. Kıyıya vuran her dalga daha da büyüyerek geri dönüyor ve bir daha, bir daha... Onun yokluğunu, bir daha dönmeyeceğini fark ettikleri anda Jini’nin çevresini kuşatan insanların dengesi bozuluyor, tekrar düzelmemek üzere... Jini’li hayatlarıyla Jini’siz hayatlarının muhasebesini yaparken bir taraftan da kendi yaslarını yaşıyorlar. Tüm riyakarlıklarıyla. Jini’nin yokluğuna mı yoksa onsuz hayatın yoksulluğuna mı daha çok üzülüyorlar her bölümde daha da netleşiyor. Bir taraftan samimi sözler de veriyorlar kendilerine. Dedim ya hepsi yasını farklı tutuyor. Menajeri farklı, erkek kardeşi farklı, kız kardeşi farklı, annesi farklı... Bir taraftan ölmüş baba ve sırtta kambur diğer bireyleri üzerinden “aile” kavramının ölümcül dokusunu, diğer taraftan Jini’nin, “bedeniyle” var olan bir mankenin sessiz hikâyesini aktarıyor Ch’oe Yun... Bunları yapış biçimi ise yazarın kendine hayran bırakan asıl alameti farikası. Daha giriş bölümü itibariyle tüm sarsıcı detaylarına rağmen neredeyse huzur içinde aktarıyor Yun. Her bölümde ayrı ayrı kahramanlar kendi hikâyesini dile getiriyor. Her kahramanın kendi karakterine denk düşen Köpekbalığı, Deniz Kulağı, Akrepbalığı, Pembe Anemon, Denizyıldızı gibi takma isimleriyle yarattığı alegori ve sembolik anlatımla, metnine daha da derinlik kazandırıyor. Yazar kendi dil ve anlatı(m) köklerini gerçekleştirdiği gibi, tüm dillerde karşılığını bulabilecek bir “evrensellik” ortaya koyuyor. LİRİK ANLATIM Bunu o kadar basitçe yapıyor ki, birçok açıdan yüzümüzü döndüğümüz “Batılı” veya son yılların daha dikkatle bakılan “Kuzeyli” nice yazardan daha ustaca gerçekleştiriyor. Kahramanına “her şeyi bitirmek için çok genç, yeniden başlamak için çok yaşlıydım” cümlesini bir çırpıda kurdururken basit görünen ama tüm dünyayı ve insanlığı kuşatan bir anlatıma imza atıyor. Mecazlar üzerinden ama hiç mecaz olmayan bir biçimde, uzun uzadıya, tüm detaylarıyla sürekli gerçekleşen devinimi içinde anlatıyor Yun. Tıpkı Melville, Zola, Proust hatta Knausgaard misali, her şeyi en ince ayrıntısıyla anlatıyor. Ama rüzgârın esişini tüm yoğunluğu ve gerçekliğiyle aktarırken, aslında anlattığı rüzgârın okuduğumuz asıl hikâyenin, kahramanın ve onun karakterinin sahnelenmesi olduğunu fark ediyoruz. Tam da burada Ch’oe Yun’un anlatmakla bitiremediğim maharetleri açığa çıkıyor. Manken daha ilk satırında o başta söylediğim “lirik” anlatımıyla iyi edebiyatın peşine düşen okurunu etkisi altına alan bir roman. Üstelik son noktasına kadar gerek dili gerek kurmaca yönüyle bir an olsun, niteliğinde bir dalgalanma bile olmuyor. Kitabı bitirdiğinizde çekinmeden şunu söylüyorsunuz; Ch’oe Yun sadece Kore edebiyatının, kabaca Doğu kültürünün bir temsilcisi değil asla. Tam tersine dünyanın bütün edebiyatlarının temsilcisi olarak adlandırılabilecek bir yazar ve romanından söz ediyoruz. Romanın çevirmeni Burcu Uluçay, Yun’un eserini bir başka kaynak dilden, İngilizceden çevirmiş. Bu çok zaman bir dezavantajdır. Ancak bu roman özelinde ayrıksı bir durumu da ortaya koyuyor. Hem Ch’oe Yun’un eserinin nasıl bir güçlü dili ve yapısı olduğunu, hem asıl kaynak dilden olmasa bile bir başka dilden bile çevrilirken bu güçlü dilden bir şey kaybetmediğini, hem de çevirmenin yazarın yaptıklarını tüm yönleriyle (bir başka dilden aktarsa bile) yansıtabildiğini... Yun’un güzellik, beden olguları üzerinden kadınlık, aile, yas gibi kavramları işlediği romanı Manken, tek kelimeyle “usta” bir yazarı okumak, tanımak isteyenler için biçilmiş kaftan. Kitabın, yılın en iyi romanları arasında anılması, bunu kalabalık “seçiciler” nezdinde de ortaya koyuyor sanırım. n Manken / Ch‘oe Yun / Çeviren: Burcu Uluçay / Çınar Yayınları / 250 s. KItap 1314 Şubat 2019 Bseirvmineskalneı başlar her şey… Sait Faik’in iç dünyası, itiraf edemediği aşkları, öykülerinde hayat bulan, İstanbul’un kıyıda köşede kalmış kahramanları… Nedim Gürsel’den sıra dışı, duygu yüklü bir Sait Faik portresi…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle