Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Elyazması kitaptan sayısal kitaba... Şimdilerde az buçuk düşünce hayatına, bilime, edebiyata bulaşmış herkesin başı kitaplarla ve dergilerle dertte. Gazalî’den Althusser’e, dünün insanları şanslıydı; “hükmedilir” sayıda kitaba sahiptiler. 1990’lara kadar, çoğumuzun durumu da farklı değildi, küçük bir oda ve birkaç dolap yetiyordu. Ş imdi de örnekleri var, eskiden daha sık rastlanırdı, tabelalarda “kahvehane”den çok “kıraathane” adı yazılı olurdu. Günümüz Türkçesiyle, “okumaevi”. Ancak, kâğıt oyunları ve tavla oynanan, çay ve kahve içilen, sigara sisine gömülü o mekânlarda pek kitap olmazdı, o ad sadece eski bir gelenek adına sürdürülmekteydi. Kültürel araştırma ve sohbet karışımı yazılara denk düştüğü için, Gramofonlu Kahvehane ve Şairler Kahvehanesi adlı kitaplarıma “kahvehaneli” adlar vermiştim. Cumhuriyet Kitap’ta on beş günde bir sizlerle buluşacağım sayfaya da benzer bir adı uygun buldum. Eski yeni kitaplar arasında gezineceğimiz sayfanın ilk yazısını ise “kitap” olgusunun kendisine ayırdım. İmam Gazalî, bir heybe dolusu kitabını bir soygunda haydutlara kaptırmış. O kitapların işlerine yaramayacağını, oysa kendisinin onlarsız işini yapamaz duruma düşeceğini söylediğinde, haydutlar gülmüş ve “Kitapsız cahil kalıyorsun, böyle alimlik mi olur?” demiş. Gazalî, o günden sonra, kitaplarını ezberinde tutmaya özen gösterir olmuş. O devirde “elyazması” kitaplar hattat, müzehhip, mücellit gibi çok sayıda “sanatkâr”ın da katıldığı zahmetli bir süreçle ortaya çıkıyordu. Roma’nın parlak çağlarında, köle emeği de kullanan bir yayıncılık sektörü oluşmuştu. Umberto Eco’nun ünlü Gülün Adı romanında ayrıntıları anlatılan “scriptorium”lar, yani kitap hazırlama atölyelerinden her manastırda vardı. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise “yazıcı esnafı” ve sahaflar, dükkânlarda iş tutmuştu. Medrese ve vakıflardaki bir kaç yüz kitaplık “kütüphane” zengin sayılıyordu. O devirde, hangi kitabın hangi kitaplıkta ya da kişide olduğu bilinirdi. ALTHUSSER’İN ÜÇ YÜZ KİTABI Louis Althusser, anılarında, “delilik nöbeti” sırasında öfke duyduğu kitaplarını yok etmeye kalkıştığını anlatır, sayılarını da üç yüz kadar olarak bildirir. Bu sayı, en çok önemsediği, temel saydığı kitapları içeriyor olsa gerek. Hemen her kitap tutkununun bir “çekirdek kitaplık” hayali vardır, ömür boyu gerçekleştirilemez, o ayrı. Heybe dolusu kitaptan, birkaç yüz kitaplık çekirdek kitaplığa... Ya şimdi? Şimdilerde az buçuk düşünce ha yatına, bilime, edebiyata bulaşmış herkesin başı kitaplarla ve dergilerle dertte. Gazalî’den Althusser’e, dünün insanları şanslıydı; “hükmedilir” sayıda kitaba sahiptiler. 1990’lara kadar, çoğumuzun durumu da farklı değildi, küçük bir oda ve birkaç dolap yetiyordu. Örneğin “dökümanter” çalışmaları da olan Behçet Necatigil, her zaman evin en küçük odasını seçer ve sığarmış. Sayısal kitapla “metin”ler hacimsiz olacağı için, yarının insanları da şanslı. Kabak bizim başımıza patladı, “geçiş dönemi” insanı olmak her zaman zordur. Bir ara, nasıl becerdimse, dört ayrı şehre yayılmıştı kitaplığım. Bütün bu süreçlerde “sayısal kitap”ı nasıl özlemle yâd ettiğim kestirilebilir. Hatta, dolap edinmektense hızlı tarayıcılardan birini alıp, bütün kitap ve dergileri sayısallaştırsam mı diye düşünmedim de değil. Ancak, bir başka talihsizliğimiz şu ki, bizler için her kitap aynı zamanda bir fetiş nesnesi, anılar üreten bir makine! Müzik ve sinema alanında “sayısallaşma” hızlı gerçekleşti ve tek “tıklama” sayesinde ezgilere ve filmlere ulaşmanın eski törensel boyutu ortadan kalktı. Ancak, bilgisayar ekranı kitap okumaya pek de uygun değil. O alanda fazla kazanç kapısı görülmeyince, sayısal kitaba özgülenmiş aygıtlar henüz fazla yaygınlaşmadı. Sayısal kitapta tasarımın teknolojik açıdan değiştirilebilir olması ise önemli avantaj. Çünkü internet sitelerinden biliyoruz, çoğu kez tasarımcıların fantezileri, karmaşık ve amaca ulaşmayı güçleştiren örneklerin ortaya çıkmasına yol açıyor. Basılı kitaplarda da sayısız “tasarım faciası” yaşanmıştır: Maliyet düşürme adına kullanılan küçük fontlar, silik yazılar, okunaksız yazı karakterleri, dizelerin kırıldığı dar kesim kitaplar, bel veren ciltler, dağılan sayfalar... Fiziki şartların etkisini de unutmayalım, kuru iklimli Anadolu’dan “rutubetli gurbet”e düştüğümüz öğrencilik yıllarımızda, inşaat tahtalarını çatarak yaptığımız arkalıksız kitaplıklar nedeniyle, yalıtımsız duvarların bıraktığı rutubet izleri bulunmaz olmuş pek çok kitabımızın canına okumuştur. İşte sayısal kitabı dört gözle beklememizi gerektiren bir neden daha. Sayısal kitaplarda aradığını bulma, altını çizme, alıntı yapma, yazıcıdan çıkış alma, sesli dinleme gibi kolaylıklar da cabası. KİTAPSIZ ASLA Öte yandan, sayısal kitabın “okuma edimi”ne nasıl yansıyacağı da meraka değer bir konu. “Derin öğrenme”nin yolu, yine de metne odaklanmaktan geçiyor. Bunun başka yolu yordamı bulunur mu, bu aygıtlar bunu sağlar mı, zaman gösterecek. Sayısal kitabın, telif hakları konusunda müzik ve sinema alanlarındaki gibi kimi olumsuzluklara yol açması da kaçınılmaz. İzinsiz kopyalar ortalıkta kol gezmeye başladı bile. Kaldı ki yayımlama güçlükleri yaşayan, metnini ücretsiz sunmaya çoktan razı, çok sayıda şair ve yazar da var. İleride, belki de kaçınılmaz biçimde, metinlere erişim bütünüyle ücretsiz olacak. Telif hakları açısından hem olumlu hem olumsuz sonuçlar doğurabilen bir başka boyut var: Metinlere ulaşmanın kolaylaşması, hem çalıntıların artmasını, “copy press” yöntemini, hem de çalıntıların kolay yakalanmasını sağlıyor. Geçmişte elyazmasından basılı kitaba geçişe sayıları kırk bini bulan “yazıcı esnafı”nın direndiği, basımevinin ülkeye girişinin de bu yüzden yüz yıl geciktiği yazılagelir. Yaşadığımız dönemde bu türden hiçbir “direniş”in başarı şansı yok gibi... Er geç sayısallaşacak kitaplarımız. Bizler ise “kitapsız asla” diyen son Mohikanlar kalmaya yargılı gibiyiz. n 10 14 Şubat 2019 KItap