Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
obkula@hacettepe.edu.tr Bir halk varlığını nasıl kalıcılaştırır? Niçin ülkeyi yönetenlerin, “halk birlikteliği” ya da “bağlaşıklığı”; muhalefetin ise “ulus birlikteliği” demeye dili varmamaktadır? Bu soruyu sormak, Türkiye’nin varlığını sürdürmesini önemseyenlerin en doğal hakkıdır. Öz dilini kullanmaktan kaçınanlar, öz varlığı ne ölçüde sürdürebilir? Neredeyse bir yıldan beri Türkiye’nin “beka”, bir başka deyişle, varlığını sürdürme, kalıcılaştırma sorunuyla karşı karşıya olduğu sürekli yinelenmektedir. Amaç, insanlarda endişe ve korku uyandırmak ve böylece var olan düzeni sürdürmektir. Bir halk ya da ulus, özgür ve eleştirel düşündüğü, çok yönlü ürettiği ve Hegel’in deyişiyle, varlığını tinselleştirdiği ya da düşünselleştirdiği sürece, o halkın ya da ulusun varlığını sürdürme sorunu olmaz. Bu nedenle, Türk ulusunun varlığını sürdürmesini isteyenlerin yapacağı tek şey, onun eleştirel düşünmesine, düşüncelerini özgürce dile getirmesine ve kendini aydınlatmasına engel olmamaktır. Anımsatmakta yarar var: Türk ulusu, tümel istencinin ürünü olan Kurtuluşu Savaşı ile Türkiye’yi var etmiş ve dünya tarihinin ayrılmaz bir parçası durumuna getirmiştir. Bu istencini koruduğu sürece varlık sorunu olmaz. Türkiye’nin “beka”’ sorunu olduğunu öne sürenlerin kullandıkları dil, Türk ulusunun varlığını sürdürmesini pek de önemsemediklerini göstermektedir. “İttifaklar” yoluyla politikanın tek tipleştirilmesi, çoğulcu demokrasi ilkesinin artık tümüyle göz ardı edilmesine yol açmaktadır. Ülkeyi yönetenler “cumhur ittifakı”, muhalefet ise “millet ittifakı” kurdu. Düşüncenin tek tipleşmesine de yol açan bu oluşumları anlatan sözcüklerin tümü Arapçadır. Niçin ülkeyi yönetenlerin, “halk birlikteliği” ya da “bağlaşıklığı”, muhalefetin ise “ulus birlikteliği” demeye dili varmamaktadır? Bu soruyu sormak, Türkiye’nin varlığını sürdürmesini önemseyenlerin en doğal hakkıdır. Öz dilini kullanmaktan kaçınanlar, öz varlığı ne ölçüde sürdürebilir? BİLGİSİZ YÜREK VE DİL NEYE YARAR? Bir halkın, ulusun varlığının sürmesini sağlayanlar, o halkın, ulusun öz dilinde bilgi, bilim ve yazınsal yapıtlar üretenlerdir. Geçmişimizi, kültür birikimimizi çok önemsediklerini söyleyenlere anımsatmak isterim. “Ecdat” sözcüğünü dillerinden düşürmeyenler, Yusuf Has Hacip’in 1070 yılında yazdığı Kutadgu Bilig adlı muhteşem yapıtını bilirler herhalde. Yusuf, kitabının son bölümünde kendine şu öğütleri verir: “Bilgi bil, yerin başköşe olsun. Bilgisiz yürek ve dil neye yarar? Ne kadar bilsen de yine ara… Bilgi bir denizdir; onun ucu bucağı yoktur. Bilgi bil, insan ol, kendini yükselt.” Görüleceği gibi, Yusuf Has Hacip, bilgiyi, insan olmanın önkoşulu olarak görmektedir. Bilgi, geliştirmek ya da edinmek, düşünmek ve düşünceyi özgürce dile getirmekle olanaklıdır. Düşünce, dilde ve dille anlatılır. Dil ile düşünme arasında karşılıklı bir belirlenim ilişkisi vardır: Dil olmadan düşünme, düşünme olmadan dil olmaz. “İşte ben bilgi isteyerek ona el uzat “Yusuf Has Hacip, bilgiyi, insan olmanın önkoşulu olarak görmektedir. Bilgi, geliştirmek ya da edinmek, düşünmek ve düşünceyi özgürce dile getirmekle olanaklıdır.” tım; sözü söze katarak dizip sıraladım” dizelerini yazan bu bilge düşünürşair, Türkçe sözü, okşayıp ısındırdığını söyler. Yusuf, bu sözleriyle yazın ile dil ilişkisini çok yalın, yalın olduğu denli de düşünsel bakımdan derin bir kavrayışla dile getirir. Anlatı sanatı olan yazının malzemesi dildir. Yazınsal yapıtlar, dili biçimlendirmekle oluşur ve özgünleşir. Yusuf Has Hacip dilyazın ilişkisini, övgüye değer bir bilgelikle belirginleştirmeyi sürdürür: “Bu sözleri tam on sekiz ayda söyledim; sözleri toplayıp, derleyerek seçtim ve ayırdım.” Sözcükleri derlemek, seçmek ve ayırmak, her yazarın yaptığı bir işlemdir. Yazar, dil üzerinde yaptığı bu işlemlerle yapıtını tekilleştirir ve böylece onu kalıcılaştırır. Özgünlük ya da tekillik niteliği taşımayan bir yazınsal yapıt, hem yapıt adını hak etmez, hem de kalıcılaşamaz. Yusuf da bu sözleriyle dili biçimlendirdiğini ve yapıtını tekilleştirdiğini imler. Kutadgu Bilig’de yer alan, “Ne kadar söylense bile, sözü kim tüketir, o pınarlar arasından durmadan akar gider” anlatımı son derece ilgi çekicidir. Dilin özyapısını anlatan bu olağanüstü belirlemeye ilişkin şu açımlamalar yapılabilir: Söz ya da dil, bir yapıtla tüketilemez. Her dilde sayısız yazınsal yapıt üretilmesinin nedeni, dilin estetik olarak tüketilemezliğidir. Ayrıca, bir dil halk tarafından konuşulduğu ve yazarlar, bilimciler ve sanatçılar tarafından o dilde yapıtlar üretildiği sürece, gelişir, yetkinleşir, kendini sürekli yeniden yaratır. Bu nedenle, bu nitelikleri taşıyan dil hiçbir zaman tüketilemez. DEVLETİ YÖNETENLER BU KİTAPTAN YARARLANMALI Yusuf’un Türkçeyi vurgulayan anlatımıyla, Kutadgu Bilig’i değerli bulup, bu Türkçe yapıta “hayretle bakan”, bu kitabın “herkese yaradığını” bilmelidir. Özellikle devleti yönetenler bu kitaptan yararlanmalıdır. Devlet yöneticileri, devlet işlerini “ehliyetli kişilere” gördürmelidir çünkü yönetenlerin, “halk üzerinde hakları olduğu gibi, halkın da aynı derecede” yönetenler üzerinde hakkı vardır. Yazarın deyişiyle, kitabının içeriği, doğruluk üzerine kurulu olan “adalet”, mutluluk demek olan “devlet”; ululuk anlatan “akıl”, yetinme ve sağlıktır. Yazarın öne çıkardığı doğruluk, adalet, insanları mutlu etmek amacıyla kurulan devlet ve akıl zaman üstü kavramlardır. Tarihin her dönemine ve her yerde tartışılan ve yeniden tanımlanan kavramlardır. Yusuf Has Hacip’in, “Arapça ve Farsça kitaplar çoktur; bizim dilimizde bütün hikmetleri toplayan yalnız bu kitaptır” sözü, halkın “bekasını”, diyesi, varlığını sürdürmesinin güvence altına alınmasının yolunu da göstermektedir. Yazar, bu Türkçe beyitleri, okuyucu için düzenlediğini dile getirir. Bu nedenle şöyle seslenir: “Ey okuyucu, okurken unutma, bana dua et!” Okuyucular, Türkçe yazının en seçkin yapıtlarından birini üreten ve yapıtında adalet, bilgi ve akıl kavramlarıyla, Ortaçağ Aydınlanması’nın ışığını Türkçede kalıcılaştıran Balasagunlu Yusuf Has Hacip’i unutmayacaktır. Yusuf’u kalıcılaştıran bu olağanüstü yapıtıdır. Cumhuriyet Kitap için daha önce de yazılar yazdım; ancak bu yazı, bundan sonra haftada bir düzenli yazacağım yazıların ilki. Bu nedenle, değerli okurlardan eleştiri ve öneri beklediğimi dile getirmek isterim. n 6 14 Şubat 2019 KItap