05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2019 TALÂT SAİT HALMAN ÇEVİRİ ÖDÜLÜ ÜLKER İNCE’NİN Çeviriye adanmış bir hayat 2019 Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’ne Alberto Manguel’den “Dönüş” kitabıyla değer görülen Ülker İnce’yle ödül nedeniyle bir araya gelsek de söyleşimiz, unutulmaz edebiyat anılarından çeviri sorunlarına dek geniş alanlara yayıldı. TURGAY FİŞEKÇİ [email protected] Y anlış hatırlamıyorsam sizin çevirmen olarak yaygın biçimde tanınmanızı sağlayan Lawrence Durrell’ın İskenderiye Dörtlüsü oldu. Bu çeviriyle Yazko Çeviri dergisinin Azra Erhat çeviri ödülünü kazandınız. Bu yazarı keşfetmeniz nasıl oldu ve dört kitaplık bu çeviri serüveni nasıl gelişti? n İzmir’de oturuyorduk. Özdemir askerliğini yapıyordu. Her cumartesi günü Yusuf Atılgan köyden bize yatıya gelirdi. Her gelişinde gece geç vakte kadar oturur, kitaplardan konuşurduk. Bir gelişinde İstanbul’dan dönüyordu ve bana İskenderiye Dörtlüsü’nün üçüncü cildini (Mountolive) getirmişti. Yıl 1962. Kitap da Faber’den çıkalı çok olmamıştı zaten. Yusuf Atılgan tek kelime İngilizce konuşamazdı ama Lawrence Durrell’ı İngilizce okurdu. Bana, “Bir dörtlemenin üçüncü kitabı bu, biriikiyi bulamadım, üçüncüyü aldım,” dedi. 1958 basımını 1962’de İstanbul’dan alıp getirmişti. Her biri tek başına okunabilir dedi. Ben de üçüncü kitaptan okumaya başladım ama bana eksik geldi. İstanbul’a ilk gelişimde biri, ikiyi ve dördü satın aldım. n Öğretmenken çeviriye yönelmeniz nasıl oldu? İlk çevirdiğiniz kitabı hangi nedenlerle seçtiniz? n Kendi adımla ilk yayımlanan çevirim İskenderiye Dörtlüsü. Öncesinde hiç yayımlamayı düşünmeden, pek çok öykü hatta roman çevirdim. Yalnızca merak ettiğim için çevirdim, çevirince bakalım nasıl oluyor, nasıl yapabiliyorum, görmek için. 1981’de Adam Yayınları kurulduğunda çeviri editörü Ataol Behramoğlu Ankara’ya geldi. Özdemir hemen İskenderiye Dörtlüsü’nü önerdi. O kitaplar 195760 arası yayımlanmıştı. Biraz konuştuktan sonra, “Ülker sen çevirmek ister misin?” diye sordu Ataol. Evet, demeye cesaret edemedim ama Ataol kapıdan çıkarken arkasından seslendim: “Bu kitapları başkası çevirirse çok kıskanırım” dedim. Çok zevkli bir iş olacağını düşündüm herhalde. Sonra da çevirdim ama Ataol o görevden ayrıldı. Erdal Öz duymuş, o istedi ve kitaplar kurtuluş arı Ülker İnce, “Çevireceğim kitap hangi derde deva olacaktır?” diye düşünürüm diyor. Can Yayınları’ndan çıktı. n 80’lerde baskı dönemi nedeniyle takma isimlerle çevirilerinizi yayımlamak zorunda kaldınız mı? n Evet. Lunaçarski’nin Sanat ve Edebiyat Üzerine kitabı 1982’de Kevser Kavala adıyla yayımlandı. Çünkü öğretmendim o yıllarda. Bu kitabı da Ataol, Adam Yayınları için ısmarlamıştı. “ÇEVİRİ HEM BİLGİ HEM BECERİ İSTER” n 80’li yıllar aynı zamanda üniversitelerde mütercim tercümanlık ya da çeviribilim bölümlerinin kurulduğu yıllar oldu. Siz hem Hacettepe hem de Boğaziçi üniversitelerinde bu bölümlerde dersler verdiniz? Çeviri uğraşının dil bilgisi dışında kuramsal bir altyapı da gerektirdiğini düşünüyor musunuz? n Çeviri hem bilgi, hem beceri isteyen bir iştir. Yalnız beceriyle olmaz, yalnız bilgiyle de olmaz. Bilgi ne bilgisi derseniz, iyi bir kitap okuru olmaktan edinilmiş bilgidir, derim öncelikle. Kitap okuru bir kere metin bilgisi edinir, metin çözümleme bilgi ve pratiğini kazanır, metin türleri bilgisi edinir. Beceri derken de kısaca metin oluşturma becerisinden söz ediyoruz. Bu ikisini birleştirirsek bir çevirmenin en büyük hazinesi metin okuma bilgi ve becerisiyle metin oluşturma becerisidir. Çok basit bir örnekle somutlayalım: Bir arkadaşınıza yazdığınız mektupta havadan söz edebilirsiniz; kapalı, iç karartıcı, kapalı havaları hiç sevmem gibi. Bu arada sizden bir hava raporu metni yazmanız istense aynı içeriği bambaşka şekilde metinleştirirsiniz, bambaşka bir dil, bambaşka cümle yapıları kullanırsınız çünkü rapor metninin kendine özgü başka bir dili vardır, terimcesi vardır, o dili kullanırsınız. İşte metin türleri bilgisi budur. Bir felsefe, bilim, edebiyat, tarih, mimarlık vb. metni farklı çeviri yaklaşımları gerektirir çünkü çeviri yalnızca içeriği aktarmak değildir, metin türüne özgü metinleştirme geleneklerine uygun bir metin üretmek demektir. Öğretmenliğim sırasında öğrencilere her zaman, çevirmen olmak istiyorsanız her şeyden önce iyi bir okur, çok okuyan, okumaya çok meraklı biri olmak zorundasınız demişimdir. Gençler twit yazmayı ya da okumayı okumak yazmak sanıyorlar. Bir çevirmen, bilgili bir insandır her şeyden önce. Çeviri dille yapılır ama asıl bilgiyle yapılır. Bilgi derken, metinbilim, yorumbilim, alımlama estetiği gibi bilgi alanlarını saydıktan sonra çeviribilime gelelim. Çevirmenlerin büyük çoğunluğu çeviri bilimle hiç ilgilenmez, hatta ben çeviri yapıyorsam çeviribilimin bana ne fay dası var derler ama her işte bilgi güçtür. Çevirmenin kendini güçlü hissetmesi çok önemlidir. Çünkü bir çevirmen işini yaparken binlerce karar almak zorunda dır. Daha önceki birikim ve deneyimleri her zaman doğru kararlar almasına yet mez. Çevirmen çeviribilimle donanımını güçlendirmek, asıl önemlisi bilincini keskinleştirmek zorundadır. n Öte yandan Can Yücel gibi, çeviriyi özel bir yaratı alanına dönüştürenler de var. Çevirmenlik uğraşının kuramsal ku şatılmışlıkla yaratıcılık arasında sıkıştığı nı ya da gelip gittiğini söyleyebilir miyiz? n Aslında çeviribilim, çevirinin ne olduğu, hangi koşullarda nasıl bir üre tim olduğu, niçin yapıldığı konusunda verdiği bilgilerle çevirmenin elini rahat latan bir bilgi alanıdır. Burada bir kuşa tılmışlık yok. Asıl sıkışmışlık, çevirinin ne olduğunu bilmeyen yayınevleri ve editörlerle çalışmakta. Bugün yayınevle rinde, niteliklerine güvenmemizi gerek tirecek birikim ve donanıma sahip olup olmadıklarından hiç emin olmadığımız kişilerin çalıştığına tanık oluyoruz. O zaman çevirmen ile editör ve yayıncı arasında, iki taraf için de geliştirici ve öğretici ilişkilerin kurulması zor. Evet, Can Yücel gibi bazı çevirmenler vardır, örneğin aklıma Ezra Pound geli yor. Çince’den Çince bilmeden çeviriler yaptı. Hatta birisi, “Ezra Pound bize bir dilden çeviri yapmak için o dili bilme nin gerekmediğini gösterdi,” diyor ama Pound onlara çeviri demiyor. Can Yücel de, “Ne yapayım, kendimi tutamıyorum. Kimse kızmasın diye ‘Türkçeleştiren’ demeye başladım,” demişti birinde. Bu örnekler çeviribilimin ilgi alanına girer, çeviribilim çevirinin doğasına dair bilgiler elde etmek için bu örnekleri inceler, reddetmez ama bu tür bir çevir menin çeviri yaklaşımı konusunda oku ra bilgi vermesini de şart koşar. Okur eline aldığı çeviriden ne bekleyeceğini bilmelidir. Bakarsınız Can Yücel o okur lara Shakespeare’i aratmaz, hatta “To be or not to be” dizesinin “Bir ihtimal daha var” olarak aktarılmasını okur çok ilginç bulabilir, “Bir ihtimal daha var o da ölmek mi dersin”, “to be or not to be”nin tam da karşılığı işte, diye düşünebilir. Şunu bilmeliyiz: Shakespeare, sözge limi bir oyununu 1600’lerin ortasında yazdı. Aradan geçen zamanda yüzler ce dile, binlerce kez o metin çevrildi. Varsayalım ki o binlerce kişinin hepsi de Shakespeare’i aynen Shakespeare olarak çevirmek istediler ama herkesin Shakespeare’i aynı şekilde anlaması olası mı? Sonuçta Shakespeare çeviren herkes onun oyununu kendi dil ve dün ya bilgisiyle yorumlar çünkü. Buradan karşımıza bir çeviri gerçe ği çıkıyor: Bir çevirmen bir metinden ne anlıyorsa onu çevirebilir, o zaman çevirmenin ilk işi metni anlamak olma lıdır, metinsel ögeler arasındaki iç ilişkileri, metinsel mimariyi çözüm >> 14 14 Şubat 2019 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle