25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OYA BAYDAR’IN YENİ ROMANI “YOLUN SONUNDAKİ EV” ‘Bir ülke, bir ev, yüz yıllık bir hesaplaşma’ Oya Baydar, 1913’te bir suikastla başlayıp 1960’larda aynı apartmanda kesişen çizgilerle ülkenin son yüz yılının haritasını çıkarıyor yeni romanı “Yolun Sonundaki Ev” ile. Bu evde kesişen hayatlarla ülkenin toplumsal kırılma noktalarına uzanan yazar, İstanbul’un da bir diğer kahraman olarak var olduğu bir dünyaya davet ediyor okuru. “Yolun Sonundaki Ev”, okuyan herkesin kendinden bir şeyler bulacağı bir Türkiye panoraması. Baydar’la yeni romanını ve üzerinde gezindiği fay hatlarını konuştuk. ERAY AK erayak@cumhuriyet.com.tr Y eni roman Yolun Sonundaki Ev’e gelmeden önce, bu kitabı da içine alarak son dönemde yazdıklarınızdan konuşmak isterim. Bir hesaplaşma dönemine girmiş gibisiniz. Siyasi ve yaşamsal bağlamda başınızdan geçenleri sorgulama noktasındasınız sanıyorum. Yetim Kalacak Küçük Şeyler, Surönü Diyalogları ve Yolun Sonundaki Ev... Bu üç kitabın çizgisine baktığımızda birbirinden farklı türler olsa da bir hesaplaşmanın ürünü sanki. Ne dersiniz? n Biraz da yaşın verdiği bir şey belki... Geride bıraktıklarınıza bakıp hem kendinizle hem de hayatla bir hesaplaşma, sorgulama, yüzleşme, ödeşme ihtiyacından ortaya çıkan kitaplar bunlar, evet. Kendinle hesaplaşma denebilir elbette ama barışma ihtiyacı da denebilir. Bu yönden bakıldığında Hiçbir Yere Dönüş ve Sıcak Külleri Kaldı da birer hesaplaşma romanıydı. Ama senin de dediğin gibi bu son üç kitap daha özel bir yerde duruyor bu açıdan. Tam bir hesaplaşma, tam bir sorgulama, aynı zamanda da bir çeşit itiraf. Galiba insan ömrünün sonuna doğru hatırlamaya yöneliyor. Belki de buna hazır oluyor. Bunu 40 yaşında yapamıyorsunuz; belirli bir yaştan sonra rahatlama ve kendine güven geliyor. Bireysel tarihinizin arkasında durma, doğru yapmışım, yanlış yapmışım, öyle yapmışım, böyle yaşamışım... Kendimle açık yüreklilikle ve cesaretle hesaplaşıyorum, demek önemli olan. n Peki, neyi tasarlayarak yola çıktınız? Romanın üzerine epey çalıştığınızı, yazboz yaptığınızı biliyoruz. Bu anlam da tüm taşlar ne zaman oturdu kafanızda? Neydi yola çıkarkenki amacınız? Sonunda o amaca ulaştınız mı? O yolda neler değişti? Bir yazarın romanıyla geçirdiği yolculuğu anlayabilmek için soruyorum bunu... n Yazdıklarım arasında beni en fazla zorlayan metin oldu Yolun Sonundaki Ev. Kurguyu bir türlü oturtamadım. Ben romanda kurguya önem veririm, kurgu romanın belkemiğidir. Taşların kafamda oturması güç oldu. Hâlâ da, tam oturdular mı, diye kaygılanıyorum. Yola çıkarkenki amacıma gelince, hani meşhur bir söz vardır: “Ülkenin makus talihi” diye... O makus talih insanların yaşamını da belirler. Bu noktadan hareket etmek istedim. Yüz yıl önce Mahmut Şevket Paşa suikastında asılanlar, sonra İstiklâl Mahkemeleri’nde, Kürt isyanlarında, Dersim’de asılanlar; Mendereslerin, Deniz Gezmişlerin idamı... Romana başladığımda idam konusunda tartışmalar yeniden alevlenmişti. İdamın simgesel anlamı var benim anlatımda. Coğrafya kaderdir, denir ya, ülke de kaderdir. Siyasal çalkantılar, göç, sürgün, dört bir yana dağılma... “Bir aile apartmanının kader zinciri,” diye geçiyor kitapta; ülkenin yüz yıllık tarihi boyunca insanların yaşadıklarını o apartmanın katlarında yaşatmaya çabaladım. Diğer yandan bu apartman, yani şu an içinde bulunduğumuz apartman, az önce sözünü ettiğim her şeyi yaşadı da aslında. Hikâyeler bire bir aynı olmasa bile yaşadı. n Gerçekle kurgunun iç içe geçtiği bir yapıdan bahsediyorsunuz değil mi? n Evet, aynen öyle. İç içe geçiyor ve gerçekten pek çoğu bu evde yaşandı. Romanı kurgularken beni huzursuz eden, üzerine kafa yorduğum bir sorun vardı: Anlatıcı meselesi. Hikâyeyi eve anlattırmak bir çözümdü ama bu benim tarzım değil, pek sevmiyorum, beceremiyorum da... Yine de evi anlatıcı yapmayı denedim ama olmadı, yapay bir metin çıktı ortaya. Bu anlamda, kurguda zorlandım. Sonra yeni bir biçim denedim, ortaya elinizdeki metin çıktı. n Bu roman sizin için nerede duruyor peki? Kişisel ve yazın tarihiniz açısından nerede konumlanıyor? n Düşünüyorum da, ben bu romanı yazmayı çok istemişim. Yolun Sonundaki Ev anı değil. Bir biyografi de değil ama biyografik öğeleri taşıyor. Bunca yıl yaşadık ama nasıl? “Nasıl geçti bu yıllar?” sorusunu günden güne daha fazla düşündüğümü hissettim. Böylelikle de yazmaya koyuldum. Edebî serüvenimde Hiçbir Yere Dönüş veya Yetim Kalacak Küçük Şeyler’deki seviyeye ulaştığımı düşünmüyorum. Bunun cevabını verecek sizlersiniz elbette ama sözünü ettiğim iki kitap, bence yazdığım en iyi metinler. “TRAJİK KADERLERİ TEKRARLAYAN BİR ZAMAN” n Türkiye’nin değişimiyle birlikte ele alıyorsunuz kahramanların hikâyelerini. Bu değişimin bir yandan da nasıl bir hafıza yıkımı olduğunu evler üzerinden anlatıyorsunuz; kentsel dönüşümle... Türkiye’deki değişimi konuşalım mı biraz? Bu kentsel dönüşümün neden ve nasıl bir siyasi malzemeye dönüştüğünü de... Yerleşmiş bir hafızayı yıkıp yerine yeni bir hafıza koymak sanki amaç. Ne dersiniz? n Dünyada koruma bilincinin iyiden iyiye arttığı bir dönemde oluyor üstelik bu. Tamamen katılıyorum. 1990’larda bir süre İstanbul Ansiklopedisi’ni çıkaran ekipte yer aldım. Orada da bu konuları konuşurduk. Şehrin dokusunu, ruhunu değiştiren yıkım çoktan başlamıştı ama şimdi beter oldu. Dediğiniz gibi, iktidarın kendi zihniyeti ve tasavvurları çerçevesinde yeni bir toplum yaratma çabasının bir yansıması bu. Kendi kütürel kodları ve tasavvurlarında bir toplum yaratırken mekânlarını da fizikî olarak yeniden dizayn ediyorlar. Mesela Kanal İstanbul tam bir çılgınlıktır, sadece şehre değil coğrafyaya, çevreye, yaşama tasalluttur ama bu tasavvur edilebiliyor. Ne doğanın, ne tarihin ne de insanın önemi var böylesi bir zihniyete sahip olanlar için. Önemli olan rant ve iktidar. Her yeri, her şeyi; tarihi, toplumu, ormanı, ağacı, yeşili tahrip edip AVM’ler dikebilir, üstelik bundan rahatsızlık da duymayabilirler. Yanına bir de büyüme tutkusu eklenince işler daha korkunç boyuta ulaşıyor. En büyük havaalanı, bu adaletsizlik ortamında en büyük adalet sarayı, en büyük cami... Her şey en büyük. En büyük dedikçe de çağdaş değerler açısından ve estetik açıdan küçük hâle geliyorsun. Mevcut iktidarın ideolojik kökenleri, zihniyeti, kütürel düzeyi itibariyle bunu kavraması mümkün değil. Osmanlı’nın da Arap medeniyetinin de, İslam’ın da özgün ve zengin kültür altyapıları ve estetiği vardır. Mevcut iktidar bunlardan bütünüyle kopuk, neoliberalizmin kıskacında, yoz ve türedi bir zihniyetin temsilcisi. Siyasal İslam ilerlemeyi, gelişmeyi, kalkınmayı demokratikkültürel çoğulculukta değil kendi >>daracık kalıplarına sıkışmış mutlak iktidarında görüyor ki buradan olsa 18 22 Mart 2018 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle