Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OKURLARA Mesafe Bir yazarın kalemini görevlendirme kararını almasını anlamanın ötesinde, saygın bir seçim olarak görürüm. Gelgelelim, bir yazarın kalemini görevlendirmemesi eşit derecede saygın seçim, benim gözümde; çünkü özünde, seçimi, onun kalemine hiçbir görev yüklemediği anlamına gelmiyor. B irçoğumuzun diline dolaşan Orwell cümlesi ile oynaşıp duruyoruz: Herkes eşit, bazıları daha eşit. Ülkesinde yaşayan bir Suriyeli, bir Kuzey Koreli, barındırdığı konusunda görüş birliği neredeyse sağlanmış yazarı değil mi bir Malili ile bir Kanadalıyı, Franz Kafka Norveçliyi yaşam koşulları açısından aynı günlüğündeki konumda görebilir miyiz? İçdünyalarının ilk cümlenin asıl atmosferiyle onları kuşatan dışdünyanın anlamını seçe dayattığı arasında barometre uyuşmazlığı memiş, tartamamış olabilir mi öyleyse? birincilerde hat safhaya tırmanmıştır: Bana Denilebilir ki, ‘Büyük Savaş’ patlak verdi ülkeni söyle, sana kişisel dramının derecesini ğinde, kimsenin aklından bu kadar uzun sü söyleyeyim. receği, olağandışı trajik sonuçlar yaratacağı Koşullar iyiden iyiye ağırlaşmaya yüz tut geçmiyordu, Kafka da öyle düşünmüştü tuğunda, henüz kullaştırılamamış bireylerin belki de. Ama allâsen, öyle düşünmeseydi, yarılma katsayıları yükseliyor. Geçenlerde, düşünmemiş olsaydı ne yapacaktı, yapması yazar arkadaşım Emre Ayvaz ile bu minval gerekiyordu: Bir cümle yerine bir dolu cüm konuşurken, “Kafka, 2 Ağustos 1914’te le mi düşmeliydi günlüğüne, öğlesonrası günlüğüne peşpeşe iki kısa cümle düşmüş” havuza gitmekten mi vazgeçmeliydi, yoksa diyecek oldum, lâfı ağzımdan alıp o iki cüm bir kürsü bulup oradan dünyaya seslenmek, leyi ezberinden aktardı, demek herkesi olabilecekler konu onu da benim kadar sarsmış. sunda uyarmak mıydı yazar Kafka’nın günlüğüne düştüğü olarak görevi? Bu zincirleme not şu: “Almanya Rusya’ya soru, yüzyılı aşkın süredir savaş ilan etti. Öğleden sonra, “yazar”ın tepesinde sallanan havuza”. sivri uçlu kılıç. İlk bakışta “işte bir yarılma örneği” yargısına ulaşmak Bağımlı yaza*r kavramı, işin kolayı. Birinci Dünya İkinci Dünya Savaşı sonrası Savaşı’nın pimi çekilmiş, gündemin merkezine otur yazar, ya kurduğu cümlenin muş gözükse de Zola’nın pek varacağı sonuçları anlamaktan ünlü “Suçluyorum!”undan bütünüyle aciz ya öğlesonrası başlayarak ağırlığını duyur gideceği yüzme dersiyle eşde muştu. Bir yazarın kalemini ğer önemde bulacak ölçüde görevlendirme kararını alma kayıtsız, sorumsuz, ‘fildişi sını anlamanın ötesinde, say kulesi’nde soyutlanmış aktöre savcısının sesini duyar gibiyim. Birden duraksıyorum ama: Modern edebiyatın, yapıtında en büyük uzgörü gizilgücü ‘Büyük Savaş’ patlak verdiğinde, kimsenin aklından bu kadar uzun süreceği, olağandışı trajik sonuçlar yaratacağı geçmiyordu, Kafka da öyle düşünmüştü belki de. gın bir seçim olarak görürüm. Gelgelelim, bir yazarın kalemini görevlendirmemesi eşit derecede saygın seçim, benim gözümde çünkü özünde, seçimi, onun kalemine hiçbir görev yüklemediği anlamına gelmiyor. Kafka, iki gün öncesinde, 31 Temmuz 1914’te, seferberliğin ilan edildiğini yazmış günlüğüne, eve yatılı konukların geldiğini söyledikten sonra eklemiş: “Her şeye karşın, ne pahasına olursa olsun yazacağım: Bu kendimi hayatta tutmak için yürüttüğüm savaşım biçimi.” Dileyen, 6 Ağustos gününden dehşet verici içtenlikte son cümleye gidebilir. O günlerde Dava’yı yazmaya koyulmuştu: Yıllar sonra milyonların koşuluna yıllar öncesinden tercüme olmuş bir yapıt. Yaşarken bu bağlamda Kafka’yı sıkıştıran olmamışsa bunun nedeni pek az tanınmış olmasıydı. Çeyrek yüzyıl geçti, başta Lukacs’ın çivilerini çarmıha germek için harekete geçildi; bereket, karşıdan gerekli hamleler gecikmedi, yerine oturtuldu. Kimileri bağımlı duruşu her durumda haklı saymışlardır, bir dönem; yanıldıklarını Pound’dan Drieu la Rochelle’e, Benn’den Hamsun’a gösteren örnekler çıktı. Üstüne üstlük, çifte yanılgı söz konusuydu bu örneklerde: Faşizmden yana tavır almalarına karşın güçlü yazınsal yapıtlar vermişlerdi. Dostoyevski, çağının belki de en yetkin romancısıydı; buna karşılık, Bir Yazarın Günlüğü’ne toplanan, sıcağı sıcağına gazetelerde tavır koymak için yazdığı metinler bu sıkı edebiyatçının hastalık kertesinde milliyetçi, Kilise’yi sağlıklı toplumun baş aktörü sayan perspektifini ortaya serer: İyi yazar doğru düşünecek kuralı geçersizdir. Toplumlar enikonu sıkıştıklarında yazarlara yönelik beklentiler artıyor, gün geliyor üzerilerinde düpedüz baskı oluşturuluyor. Yazar derken edebiyat adamından söz ediyorum: Düğümün çözümünün sırrına hâkim olduğu hangi sanıdan kaynaklanıyor? Uğraşının hangi temel özelliğine dayanılarak etkili “doğru”yu ifade etmesi bekleniyor? İşinin doğasının, içinde yaşadığı toplumun temel bir sıkıntısını, ikilemini gidermekte etkin rol oynamasını sağlayacak ayrıcalıklı bir yanı mı var? Kaç edebiyat adamının bugün toplumu etkileyecek gücü olduğunu bilemiyorum; bildiğim, işinin bu olmadığı. Köhne “fildişi kule” imgesinin hâlâ karşılık bulması şaşırtıyor beni; o konuda düşündüklerimi yazdım, yinelemek gelmiyor içimden. Kendi payıma, edebiyat adamının mesafeli durmasının, kurduğu yapıt açısından gerekliliğine inanıyorum; davranmak istiyorsa basından siyasete uygun alanlar, işler vardır. Valéry, Mallarmé’ye bakarken “dünyadan vazgeçen adam kendisini onu anlama koşuluna yerleştirmiştir” der. Ama Edip Cansever’in soru olmayan sorusunu da unutmuyorum: “Ne çıkar bizi anlamaktan”. n KItap İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç l Genel Yayın Yönetmeni: Murat Sabuncu lYayın Yönetmeni: Turhan Günay l Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Abbas Yalçın l Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı l Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. l İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 l Cumhuriyet Reklam: Reklam ve Pazarlama Danışmanı: Ayşe Cemal l Reklam Müdürü: Ayla Atamer l Tel: 0 (212) 343 72 74 l Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL. l Yerel süreli yayın l Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. l 38 Haziran 2017 Turhan Günay için... Bazı insanları anlamak için uzun uzadıya tanımak gerekmez. Bir kez görmek, iki kelime konuşmak yeter. İzmir’de ikamet eden bir yazar olarak Turhan Günay’la çok fazla birlikte olma fırsatı bulamadım ne yazık ki. Kitap fuarları dolayısıyla bazen ayaküstü, bazen de kalabalık bir davette üç beş kelime. Turhan Günay ilk bakışta insanın içine sıcaklık saçan ve ne yazık ki nesli tükenmek üzere olan insanlardan. Onun gibi birinden ne kötülük beklenir ki? Beklenmez elbette. Dışarı belki öfke dolu çıkacak ama eminim kimseye kin gütmeyecek. Hele intikam almayı aklından bile geçirmeyecek. Ezilenlerle ezikler arasındaki en büyük fark bu bence. O çıksın, biz gene hep birlikte iyi olmaya devam edeceğiz. Mehmet Anıl turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr twitter: www.twitter.com/CumKitap