29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

[email protected] www.sadikaslankara.com Bir roman, bir öykü, bir de ilk kitap... Yazınsal türlerdeki geçirgenlik bir yana, dilleri mantıkları ile birbirinden somut olarak ayrılabilen bu formlar egemenliklerini koruyor yine de. Ne ki kendi içlerinde yaşadıkları değişim, farklı yönseme, açtıkları çığır da belirgin hâlde kendini gösteriyor. İ nsan yazdıklarını değil, yazacaklarını düşünüyor. Yazdıkları anımsanıyor da yazacakları düşler, yaşamsalyazınsal kurgular hâlinde önüne düşüyor. Yalnız öykü, roman gibi türler için değil, deneme, eleştiri yazılar için de geçerli bu. “Kitaplar Adası”, adı üzerinde kitaplarla haşır neşir. Nasıl? Soruyu sıkça soruyorum kendime. Yılda yirmi altı yazı; ne yapabilirim? Okurlardan ışık alırken arada yazarlara da soruyorum. Başka ne yapabilirim? “Öyküdenlik” bölümüyle birlikte dikkatimi çeker oldu, romanlara sanki sırt dönmüşçesine hava mı doğuyor diye soruyorum kendime. Üç kitapla çıkmaya karar verdim sayfada. Öykünün yanına iki roman, tamam. Yapıtlardan biri ya ilk kitap ya da o türde verimlenmiş ilk kitap olacak. CEM AKAŞ; “SİNCAPLI GECE” Multimedya sarmalına dayalı dolantılar eşliğinde fantastik bir roman Cem Akaş’tan: Sincaplı Gece (Can, 2016). Yazar vurgusuyla “eksiltmeli roman” bu. Cem Akaş, çoklu görünen tekseslilik düzeneğine uygun bir dil peşinde bunu multimedya evrenine ekliyor; kıpır kıpır, oynak, şaşılacak ölçüde belirsiz, kararsız. Tabii bu oranda da hızlı. Nitekim holding üst yöneticisi ama perukla gece yaşamına katılan türbanlı kadının ağzından aktarılan romanda anlatıcı kimi bölümlerde “burada” deyip yer yer Tanrıanlatıcı konumuna girebiliyor, fantezi anlamında. Böyle olduğunda doğrudan yazar giriyor devreye kuşkusuz. Roman, “satışları bir ayda on milyon adedi aşmış”, “beyin dalgalarını saptayabilen, beyin aktivitesini farklı renk ve şekillerdeki ışık haleleriyle gösteren (Mindy) fotoğraf makinesi (.) ile çekilen fotoğraflar(la)” (14) açılıyor. Ancak çekilen fotoğraflar, çekilen ortamda, zamanda bulunmayan, ötesinde daha önce ortadan kaybolmuş, kendini “ruhlular” olarak anan “halesiz” insanları göstermeye koyulduğunda birden baş döndürücü hızla, yazarın deyişiyle “eksiltme”lerle koşmaya başlıyor. Ne var ki romandaki evren, aslında “ruhlular”ca önceden tasarlanmıştır bir bakıma. O zaman bu olgu bizi, Jean Baudrillard’ın Disneyland örneğine götürüyor ister istemez. Çünkü okur, gerçeklik, sanal gerçeklik vb. başlıklarla yüz yüze gelirken Baudrillard’ın “simülakrlar”, “simülasyon” düşüncesine uzanıyor kendiliğinden. Oğuz Adanır’ın çevirisi, söyleşileri anımsanabilir burada. Olguyu yeniden tartıştırması yapıtın, bu olasılığın doğması bile az iş değil bana göre. Sonuçta bir bilimkurgu romanı olarak Sincaplı Gece, doğaltoplumsal kayıplardan iktidara, medya holdinglerine, uluslararası ilişkilere, mafyaya, erk savaşlarına uzanırken bu tür anlatıların kaçınılmazlarından casusluk izleğiyle polisiye kalıbından yararlanıyor. Bu simgeli anlatının bir ucuyla ütopyaya öte ucuyla distopyaya uzandığı da öne sürülebilir bu arada. SAİME BİRCAN SAK; “SUS ÇIĞLIĞI” Saime Bircan Sak’ın ikinci romanı: Sus Çığlığı (Asur, 2015). Cem Akaş, bir fantezi olarak yerleştiriyor kayıp insanları romanına. Saime Bircan Sak ise kayıplarını, 27 Mayıs 1995’ten bu yana yirmi iki yıldır Galatasaray meydanında oturarak arayan “Cumartesi Anneleri”ne odaklanıp gerçekliğin yazınsal kurgusuyla okur karşısına çıkıyor. Attilâ Şenkon’un, daha geniş payda temelinde ancak yine bu izleğe dayalı, özgün biçemiyle dikkat çeken, bu yanıyla kalıcı olacağı öngörülebilecek Telef’iyle (İletişim, 2017) birlikte Sak’ın ikinci romanı, verimleyici yazarların İzmirlere Ankara lara uzanışını göstermesi bakımından da ilginç aynı zamanda. Yazar, özöyküselelöyküsel aktarıma dayalı, bakışımsız, karmaşık dizgili hızlı geçişli kurgulamayla, kesmeli ve sıçramalı anlatımla, yığma ayrıntıları işlevselleştiren bir tutumla örüntülüyor denebilir romanı. Böylece bugüne dek gazetelerde, dergilerde sayısız örneğine rastlanan “Cumartesi Anneleri” odaklı haber, röportaj, yazı ne varsa bunları aşmaya çalışıyor, anlatımcı bir aksa dayalı olsa da bu yönde alabildiğine çaba gösteriyor, enikonu başarıyor da. Öyleyse bunu, “varoluşsal bir itiraz” (45) bağlamında temellendirdiği çok açık yazarın. Ayrıca özenli bir dil, genişletilerek zenginleştirilmiş sözcük dağarı, kimileyin bunlardan ışılayan Anadolu renkleri eşliğinde alımlayıcının okuma hazzını artırırken Saime Bircan Sak, sığlıktan uzak çok katmanlı bir derinliği de içkin kılıp anlatısına kazandırıyor. EFENDİ İLE BİLGE… Efendi dedi ki “Kitap dediğin nedir alırım da satarım da”... Bilge şöyle baktı, “Paranıza güvenerek mi söylüyorsunuz” dedi. Efendi dedi ki “Kitap dediğin nedir, içinde sayfalar dolusu yazı, atarım da yakarım da”… Bilge baktı yine şöyle, “Gücünüze güvenerek mi söylüyorsunuz” dedi. Efendi dedi ki “Kitap dediğin nedir, üç beş baldırı çıplağın oturup yazdığı ıvır zıvır, yazanı da yakalar içeri tıkarım”… Bilge baktı şöyle, “Erkinize güvenerek mi söylüyorsunuz” dedi. Efendi küçümseyerek döndü Bilge’ye, “Ya ne sandın” dedi. O zaman Bilge dedi ki “Kitaplar, Tanrı armağanı aklın işidir. İnsan kendisine karşı oyun eşliği yapabilsin, kendisiyle yaratıcılık oynayabilsin diye yaratmıştır onu Tanrı. Artık ne siz bozabilirsiniz bu kuralı ne de paranız, gücünüz, erkiniz buna yeter.” Rüya da olsa seçmeye çalıştım onları. Bilge’yi tanıdım hemen, yayın yönetmenimiz Turhan Günay’dı. Efendi kimdi peki? Altın süslemeleri, bunlara bulaşmış katran rengi lekelerle üzerindeki siyah örtü her yanını kaplamıştı, kimdi çıkaramadım. n ÖYKÜDENLİK... Mevsim Yenice; ‘Tekme Tokatlı Şehir Rehberi’… İşte bir ilk kitap, öykü: Tekme Tokatlı Şehir Rehberi (Everest, 2017). Öykülerini farklı çizgide götürüyor görünen genç bir yazarı da tanıtıyor aynı zamanda yapıt bize: Mevsim Yenice. Çünkü ayrı bir yapılandırmayla kuruyor öykülerini Mevsim. Üst okumada âdeta gülmece öyküsü olarak algılanabilecek ancak hemen buna eşlik eden alımlayıcı okumayla ise daha başka bir öykülemenin kapısının aralanmaya çabalandığı bir anlatım bu. Çünkü bu alt okumada Mevsim Yenice, artık toplumsal çıldırı aşamasına varmış kent cangılı içinde birbirinden kopuk aile bağları, birbirine değemeyen kişiler için neşter kullanıyor kullanmasına ama bunu alabildiğine duyarlı, içli bir ses olarak, sizi de böylesi bir duygudaşlığa çağıran tutumla yapıyor, sonuçta da kıskıvrak kendisine bağlıyor. Bir yanı alaysamalı öykülemeye dayalıysa bunların, öteki yanı acıtacak kertede yoğun sıkıntıya, kedere dayalı yabancılaşmayla uyumsuzluk içermesi. Yazarın bu anlatım biçiminden yararlanarak özellikle yeni bir söylem kurmak için çabaladığı da görülebiliyor. Aykırı gerçekçi bir zeminden pay alan, kara anlatıyla kol kola görünen öyküler gözüyle de bakılabilir o hâlde bunlara. Bu çerçevede Mevsim Yenice, Tekme Tokatlı Şehir Rehberi adlı öyküler demetiyle ilgiyi hak ediyor. Evet, şimdi sıra okurda… n Mevsim Yenice 22 8 Haziran 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle