07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

[email protected] www.sadikaslankara.com Roman sanatıyla hayata bakmak Romancılığımızda görece bir irtifa yaşanıyor olduğu söylenebilir. Yayımlananların sayısına göre niteliksel değerleriyle dikkati çeken roman oranında gözlenen yükselişten söz ediyorum… U laşabildiğim romanlar, ulaşamadıklarımın yanında devede kulak. Ama romancılığımızda kendini dayatan görece yükselişi görebiliyorum yine de. Okuma eğrinizi zengin bir yelpazeye yaymış hâlde yürüttüğünüzde, bunlar arasında dikkat çekici, kendini gösteren örneklerle karşılaşabiliyorsunuz çünkü. Gelin konuyu, romanlar arasında gezinerek sürdürelim… ŞEBNEM İŞİGÜZEL; ‘AĞAÇTAKİ KIZ’… Şebnem İşigüzel, öyküyle tanıttı kendini ama romanda da azımsanmayacak yol kat etti. Son yapıtı Ağaçtaki Kız (Can, 2016), genç yazarın artık romanda hangi düzeye geldiğini, türe yönelik işlemesinin onu nereye getirmiş olduğunu apaçık gösteriyor. Kitabın adı Calvino’nun Ağaca Tüneyen Baron (Çev.: Filiz Özdem, YKY) adlı yapıtını çağrıştırıyor kolayca. Zaten romandaki anlatıcı da anımsatıyor bunu. Kim bu anlatıcı roman karakteri? Filiz hâlinde, on sekizinde gencecik bir kız. Dünyayı saran olumsuzluklara isyan edip günün birinde bir solukta Gülhane Parkı’ndaki ağaçlardan birine çıkıp orada yaşamaya girişiyor. Kendisi de yazma uğraşı içindeki genç kız, ailesiyle ve iki yakın arkadaşıyla yaşadıklarına bakarak insanın toplumda nasıl böyle değersizleştirildiğini düşünüyor. Duyduğu acı, kendini yeniden üretmenin gerekçesine dönüşüyor sonuçta: “Bir kadın olarak yeryüzünde rahat edemediğim için buradayım ve dibine kadar feministim.” “Daha fazlasına gücüm yetseydi ağaçtaki kız olmazdım. Aranızda olurdum.” “İşte ben, bu berbat hayattan kaçtığım için buradayım” (27, 33, 117). İşigüzel, anlatıcısının ağaçtaki yaşamını gerçekçi bakışla yapılandırırken bunu soyutlayımlı, dönüştürümlü zengin bir yaklaşımla kavratıyor aynı zamanda. Yazarın bir ustalığı da anlatıcısına, anımsayamadığı çocukluk yıllarını düşündürürken, bunu “mış”lı anlatımla, çocuksu hayallerle kurdurup başarması. Gerçektenlik duygusu yüksek sağlam kurgulu bir roman Ağaçtaki Kız. IRMAK ZİLELİ; ‘GÖLGESİNDE’… Irmak Zileli üçüncü romana ulaşmış ama ben ilkiyle bu sonuncusunu okuyabildim ancak. Bitmiş bir ilişkiyi yansıtmada, bunu anlatısına yerleştirmede sergilediği başarıyla açıyor yapıtını yazar. İlk romanı Eşik’te de aileyi almıştı odağına, yeni yapıtında da yine aile kurumu açısından bakıyor olguya. Ancak bu kez, tam bir polisiye örgüsüne dayalı, konusunu ucuzlatmadan, hatta orta malı yaklaşıma gönül düşürmeden işin altından kalkıyor yazar. “İnsanın gölgesi” ile “gerçek görüntüsü” (38) koşutluğunda bunları bir biçimde soyutlayımla birbirine eklemliyor, okuru da anlatısı peşinden sürükleyebiliyor çabucak. Yazınsal temelde Simenonvari yapılandırmayla karşımıza çıkan bu uzun soluklu anlatı, böylece bir çırpıda okunuveren yapıta dönüşüyor. Bebeğini yitirdikten sonra, annesiyle benzer rahatsızlık yaşamış görünen, artık annenin ölümü yaşına gelmiş kadın karakter, bir anda ortadan kaybolmuştur. Genç yazardaki, inceliklerle örülü yaklaşımın, başarıda rolü büyük. Çünkü hiçbir karakterlerini figüranlaştırmıyor, onları kendi koşullarında kucaklıyor. Roman evrenini de zorlamıyor ayrıca. Böylece gerçekçi temelde bir yapılandırmanın önünü açarak sağlam bir gövde çıkarıyor okur karşısına. Usulca, içe işleyerek başlayan roman enikonu polisiye örgüye dayalı yol alıyor ama polisiyeden uzak durmayı da savsaklamıyor. Çünkü sayfalar ilerledikçe önce psikolojik roman boyutuna evriliyor yapıt, sonradan sonraya yaslandığı toplumsallık temelindeki artalan harmanıyla da karmaşık bir yapıya uzanıyor. HASAN HÜSEYİN GÜNDÜZALP; ‘YUĞ’… Yaygın olarak şiirlerinden bildiğimiz Hasan Hüseyin Gündüzalp, söylemsöylen harmanı bir aforizmalar dizisi anlatıyla geliyor âdeta. Bir ilk roman da diyebiliriz buna: Yuğ (Destek, 2017). Derken bu aforizmalar, şair elinden çıkma öykülenmiş birer fragmana dönüşüyor. Ne ki anlatıya pek çok türün buluştuğu bir metin gözüyle de bakılabilir pekâlâ. Kendisini yollara verip kendi mürekkebinin kalemine dönüştürmüş, erite erite onu tüketmeye yönelmiş bir dervişan, sanki kapanıp dergâhına, kendisi için yaktığı ağıtla, bu ağıta eşlik eden bir özlemle buluşturuyor okuru. Anlatı sanatımıza eklenebilecek bir deneyim… Üstelik Gündüzalp’in orta malı söyleyişlerden uzak durduğu, aşkı da “akan (bir) diyalektik” (18) bağlamında aldığı anımsanabilir bu arada. ERTUĞ UÇAR; ‘BİR ÇİFT AYAK’… Daha önce öyküleriyle öne çıkmış Ertuğ Uçar, bir ilk romanla çıkıyor okur karşısına: Bir Çift Ayak (Can, 2016). Baştan sona, sondan başa okunabilirliği, yazarın, anlatıyı helezonik yapıda tasarladığını ortaya koyuyor. Geri dönüşler, her bölümün temellendirilmesi anlamında farklı yoğruluyor. Nitekim bölümleme de sondan başa buna uygun yapılıyor. Zaten önemli olan kısır döngüdeki anlatıcı bireyin kendisiyle, kentiyle çelişen yaşamını, Edward Hopper imzalı “Kırmızılı Kadın” tablosuimgesi eşliğinde görebilmek. Tıpkı tablodaki kadın gibi “uzak ufuklara bakarken sabitl(enmiştir)” (18) anlatıcı. “Hepimiz(in) yalnız” (27) olduğu acı eşliğinde. Entelektüel yüksekliğiyle dikkat çeken anlatı, romancılığımıza olumlu bir katkı bağlamında alınmalı kanımca. “KİM VAR ORADA?..” Bir sesle uyandım, doğruldum yatakta. Sessiz olmaya çalışan birinin tıkırtısıydı. “Kim var orada?” dedim sanki, sesimin çıkıp çıkmadığından emin olamadan. Yanıt gelmedi. Ayakucu adımlamayla salona geçtim. Sırtı bana dönüktü, okuma lambamı açmış, elinde birkaç kitap koltuğa yerleşmiş, birinden ötekine geçerek okuyor da okuyordu. Özleyen birinin tutkusuyla. Ben değildim. Kimdi, ne zaman gelmişti? Usulca yanaştım. Aaa, yayın yönetmenimiz Turhan Günay. Rüya mı görüyordum, anlayamadım. “Yat sen,” dedi bana, “Ben içerde günlerdir uzanamadığım kitapları okuyayım…” Kim bilir kaç saattir okuyordu. Sonra göz kapakları ağırlaştı, o uykuya geçti, ben kitaplara uyandım… n ÖYKÜDENLİK... Ç‘Haağcıirvıyaot rS’eni B ahri Vardarlılar, üçüncü öykü kitabıyla buluşturdu okuru: Hacivat Seni Çağırıyor (Everest, 2017). Gerçekliği kurmacada harmanlayıp yansıtan bir tutum sergiliyor yazar, Hacivat imgesinin de çağrışım olanaklarıyla. Daha doğrusu Borgesvari tutumla bunları birbiri içinde yoğurup hamurlaştırarak biçimlendirmeye girişiyor. Öykü evrenleriyle kişileri dikkate alındığında bağlamlı oldukları düşünülebilecek öykülerde, yazdığı sezdirilen ya da düpedüz kalem sahibi görünen kişiler, çevreleriyle birlikte gezinerek bu yargıyı pekiştiriyor. Anlatısına yerleştirdiği işlevsel kimi ayrıntılar da buna destek veriyor. Vardarlılar’ın, öyküsünü farklı kılmaya yönelik çabası da hemence görülebiliyor. Ama sözdizimleriyle sözcük seçiminde kimi özensizlikleri de fark edilmiyor değil. Ayrıca anlatıya biçemsel renk getirebilir ama öykü evrenine katılan her kişiye ad vermek ne ölçüde doğrudur? Altyazı Notu: Adil İzci’den bir ileti aldım, yer olsaydı da tümünü paylaşabilseydim keşke. İletisinden teşekkürlerimle şu iki paragrafı alacağım: “Siz “öykü+den+lik” sözcüğünde, den ekini, adın den durumu bağlamında kullanmış ve sözgelimi “öyküden yana olmak” gibi bir anlam öngörmüşseniz, diyecek bir söz olmaz; güzel bir buluştur bu... / Ancak, galatı meşhurlar benzeri, öykü sözcüğüne aynı işleve sahip Farsça dan eki ile, Türkçe lik ekini ardı ardına getirerek bu sözcüğü oluşturdunuzsa, bu doğru olmaz. O hâliyle sözcük, “öykülüklük” anlamına gelir.” Bir haber: www.sadikaslankara.com, “Öykü Kürsüsü”nde gençlerin öyküsünü yayımlıyor, bunlar üzerine değerlendirme yapılıyor. Her perşembe güncellenen sitede “Yaratıcı Yazarlık” ara başlığı altında yazı akışı da sürüyor. n 22 13 Nisan 2017 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle