Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sedef Betil’den “Kısa Karanlıklar” ‘Edebiyat kötüyü seviyor’ “Kısa Karanlıklar” adlı öykü kitabının yazarı Sedef Betil, yazmaya geç başlayanlardan. Öte yandan tuhaf biçimde genç bir sesi var. Kötülüğü, rekabeti, giderek koyulaşan ve ertelenmiş bir öfkeyi anlatıyor. Betil’le “Kısa Karanlıklar”ı, yazma serüvenini, mutsuzluğu ve ona ilham veren ayrıntıları konuştuk. r Zümrüt MUŞTALI nsan, Kısa Karanlıklar’ı okurken ister istemez, hem 1945 doğumlu olmanıza hem de bu kadar genç hikâyeler çıkarmanıza şaşırıyor. Bu kadar zamandır nerelerdeydiniz diye merak ediyor… Ben de merak ediyorum neden şimdi diye. Beş yıl öncesine kadar “yazmak” hiç ilgimi çekmediği gibi kaçmaya çalıştığım bir ifade şekliydi. Ama yazmanın gizemini keşfettim ve yazmaya devam etmek istedim. Hikâyeler birikti. Biriki kişi de onları okudu, kitap olabileceğini söyledi. İçlerinden seçtim ve yayınevine sundum. Bu işe başlarken bir gün hikâyelerin bir kitap olabileceğini hiç düşünmemiştim. Eh, “zamanı şimdiymiş” diyelim. Kaldı ki yaş, pek de önemli değil. İ Peki, bu gizemi nasıl keşfettiniz, yazmak için sizi ne motive etti? Her şey anneanne olmamla başladı. Torunlarıma, gelecekte ailelerinin geçmişini merak ettiklerinde, ellerinde yazılı bir kaynak bulunsun diye hayatımı anlatan bir kitap yazdım. Yazmak rahatlatıcı gelmişti, devam etmek istedim ama açıkçası başlarda ne yazacağımı bilmiyordum. Sordum, soruşturdum, düşündüm, yazarlarla konuştum, deneyimleri dinledim, ders aldım ve dersime çalıştım. Yazmama yol verenler ise çok değişken. Sokakta yürürken duyduğum bir cümle, yakaladığım duygu yüklü bir bakış, mekânlar, yazısız bir fotoğraf, uzaktan izlediğim beden dilleri, hikâyelere konu olabiliyor. Ufak ufak not alıyorum, sonra bir duygu veya bir mekân etrafında bu notları birleştiriyorum. “AİLEDEN KALAN AŞIRI AĞIR DUYGULARIN AŞILMASI ÇOK ZOR” Kitabınıza birçok çağrışımı olan bir isim seçmişsiniz. Niçin “Kısa Karanlıklar”? “Kısa” çünkü hikâyeler de kısa. Uzun sürmeyen karanlıklar bunlar, gelip geçenlerden, hepimizin ara ara yaşadığı veya yaşanmasına tanıklık ettiği türden. Kitabın ismi, “Tanıdık Karanlıklar” da olabilirdi, şimdi düşününce. Hep bir hesaplaşma hissediliyor hikâyelerde. Kötücüllük ya da habaset olarak tanımlanabilecek bir duygu öne çıkıyor. İnsan bu kadar kötü mü sizce yoksa edebiyat mı seviyor kötülüğü? Ben onları kötü olarak görmüyorum ama doğru, hesaplaşıyorlar. Daha kötü de olabilirler. İnsanı sıkıştırınca kötücüllük öne çıkıyor. Bir kötü olmaya gör, müthiş yaratıcı olunabiliyor. Edebiyat da bence kötüyü seviyor. Canlandıramadığımız, içimizde bir yerlere sindirilmiş fenalıkları okumak, izlemek belki de bizi rahatlatıyor, bir nevi o duyguyu boşaltma gibi. Kötü haber bile daha çabuk yayılmıyor mu? Çocuklar sık sık kardeşleriyle didişiyorlar. “Kısa karanlıklar” diyorsunuz ama “büyük karanlık aile” olabilir mi? Yıllar geçse de unutulmayan, hesaplaşması hiç bitmeyen didişmeyi ailede öğreniyoruz. Bu deneyimler bazı ailelerde kısa kısa, bazen de büyük. Büyük karanlıklar sevgisizlik, özellikle anne sevgisizliğiyle bağlantılı, “Acı Portakal Suyu” ve “Şen Beach”deki gibi. Yetişkin yaşamlarında aileden kalan bu büyük karanlığı aşmak mümkün mü bilmiyorum. Aileden kalan aşırı ağır duyguların aşılması çok zor. Benzer bir çatışma noktasını çocuklarla ebeveynler arasında kuruyorsunuz. Mutsuzluğun en büyük kaynağı çocukluk olabilir mi? Duygular doğumla, belki de ana karnında, hissedilmeye başlanmıyor mu? Bize özel duygularımızla doğuyoruz, çeşitli başka duygularla donanmış birilerinin çocuğu olarak. Birlikte yaşadığımız bu insanların duygula rını ve davranışlarını izleyerek büyüyoruz. Yaşanılan “ilk”ler çok etkileyici oluyor, ilk aldatılma, ilk terk ediliş, endişeler, çaresizlik. Bunlar izleri hiç geçmeyen yaralamalar olabiliyor bir çocuk için. Mutsuzluk, genelde bazı şeylerin eksikliğinden kaynaklanan bir sonuç duygusu. “Annenin ve babanın onay verme” beklentisi de çocuğun mutluluğunun sebeplerinden. Yıllar içinde bu gerçekleşemiyorsa ergenlikte artık ebeveynçocuk çatışmasına dönüyor. Bunun yanında, en büyük mutluluklar da yine çocuklukta yaşanıyor. Basit ama coşkulu mutlulukların yaşanabildiği belki de tek dönem çocukluğumuz, değil mi? Bir külah dondurma, bir top, sevgili dayının sürpriz ziyareti gibi. “RUTİN, DEĞİŞİKLİK İSTEMEYEN BİRİ İÇİN MUTLULUK KAYNAĞI” Rutinler ilginizi çekiyor, daha doğrusu her rutinin bittiğini bir kırılmayla anlatıyorsunuz. Rutini mutsuzluk vesilesi olarak mı görüyorsunuz? Yok, her zaman değil. Rutin, değişiklik istemeyen biri için mutluluk kaynağı. Bazıları içinse rutin, can sıkıcı ve mutsuzluk vesilesi. Rutinin kırılmasında ise neler olacağını bilmiyoruz. Bazen küçük kırılmalar, bazen de büyük. Duygular değişiyor, davranış değişikliği gerektiriyor, her zaman bunu beceremiyoruz, altüst oluyoruz. Ölüm, boşanma, terk etme veya terk edilme büyük kırılmalar getiriyor. İşini veya başka bir şeyini kaybetme, küçük kırılmalar gibi insana göre de değişiyor tabii ki. Ne tuhaf değil mi? Bir günde, hatta bir anda, sevilenler sevilmez, birlikte güldüklerin nefretlik oluyor. İnsan bu, tutarsız, belirsizliklerle dolu, üzücü olabiliyor ama aynı zamanda ilginç. O ânı yakalamaya çalışıyorum. Benim için hikâye konusu olabilmesi de burada yatıyor. Yazmaya devam edecek misiniz? Evet, istiyorum. Her hikâyede başka bir dünya oluşuyor. Mekânı yaratmak, karakterlerle birlikte dolaşmak, yüz ifadelerini, mimiklerini görmek, duygularını yakalamak, onları konuşturmak, büyüleyici geliyor. Sanki bilmedik bir kapıyı açıp giriyorsun. Tanımadığın insanların o anki yaşamına görünmeden tanıklık ediyorsun, hatta o kişi oluyorsun gibi ve sonra usulca hayatlarından çıkıyorsun. Çoğunlukla kısa ama yoğun anlar yakalamak ilgimi çekiyor. Bu süreç bazen yorucu ve yıpratıcı da oluyor. Örneğin, “Karar” ve “Acı Portakal Suyu”nu yazdığım dönem ve sonrası benim için zordu. Uzun süre bir şey yazamadım. Oysa bazı hikâyeleri peş peşe yazabiliyorum. Sanırım yazmaya devam edeceğim. Neler okursunuz, kimlerden etkilenirsiniz? Geriye dönüp baktığınızda edebi zevklerinizi belirleyen bir tortu mutlaka vardır… Evde özendirilirdi kitap. Okumayı öğrenmeden önce resimli kitaplarım vardı, içlerine ismimi yazardım, okuyanı dikkatle dinlerdim. Kitap okuyan bir kuşaktanım, büyürken dünyamızı değiştirecek, hayallerimizi uçuracak fazla da bir şey yoktu. Çok zengin kütüphanesi olan ve iyi okuyucu olmayı öğreten bir ortaokul ve lise eğitimi aldım. Kitabı elime almak, kokusu ve içine dalmak bana hep zevk verdi, kimseye ihtiyaç duymadan her tür hayat avcunuzdaymış ve birlikte dolaşmak gibi. Sinemayı da çok seviyorum. Edebi zevklerim için bir seçim yapmak zor. Geriye bakınca yazdıklarım, yıllardır okuduğum kitaplar ve izlediğim filmler, hepsinin tortusu herhalde. n Kısa Karanlıklar/ Sedef Betil/ İletişim Yayınları/ 100 s. K İ T A P S A Y I 1 3 2 5 S A Y F A 6 n 9 T E M M U Z 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T