Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OKURLA R A Ali İsmail Korkmaz, tekme ve sopa darbeleriyle, dört polis ve dört sivilin tesadüfi saldırısı sonucu değil, Eskişehir’de 31 Mayıs 2013’te başlayıp 3 Haziran’da son bulan örgütlü bir şiddetin kurbanı oldu. Sanıkların savunmalarından muhafazakâr ve milliyetçi olduğu görülüyordu. Ama daha önemlisi, iktidardan ilham almış, onun koruması ve teşviki altında canla başla çalışmışlardı. Gazeteci İsmail Saymaz, “Ali İsmailEmri Kim Verdi?” adlı kitabında, tek “suçu” polis şiddetinden kaçmak olan Ali İsmail’in ölümüne yol açan olaylar zincirini ve bu cinayeti örtbas etmek için oluşturulan örgütlenmeyi tüm detaylarıyla inceliyor. Saymaz’la kardeşimiz Ali İsmail’i konuştuk. Carlos Fuentes, ölümünden kısa bir süre önce tamamladığı “Friedrich Balkonunda”da, her ne kadar hayali bir devrim de anlatsa yerleşik gerçekleri sorguluyor aslında. Bu hayali devrim ve çevresinde gelişen olaylarla adalet, ahlak, suç, din, savaş, yoksulluk, iktidar ve daha pek çok dünya yarasına dokunuyor Fuentes. Sorulara yanıt aramaktan çok, yeni sorular sorma derdinde. Üstelik Tanrı’nın yeniden diriltip dünyaya yolladığı Friedrich Nietzsche ile birlikte... “Kısa Karanlıklar” adlı öykü kitabının yazarı Sedef Betil, yazmaya geç yaşta başlayanlardan. Öte yandan tuhaf biçimde genç bir sesi var. Kötülüğü, rekabeti, giderek koyulaşan ve ertelenmiş bir öfkeyi anlatıyor. Betil’le “Kısa Karanlıklar”ı, yazma serüvenini, mutsuzluğu ve ona ilham veren ayrıntılar üzerine söyleştik. Andrew Ross, “Krediokrasi”de borçlandırma ağının yarattığı hak gasplarını ifşa ederken buna, sokaktan gelen tepkileri de ekliyor. Ross eğitim, sağlık ve ulaşım gibi sosyal hakların, borçlandıranlar tarafından nasıl tırpanlandığını anlatırken elbette çözüm önerileri de sunuyor. P ervasız Pertavsız ENİS BATUR Nâzım Hikmet Sait Faik Canon gıcırtıları dip ya da muharrir; şair, romancı ya da hikâyeci yaftalara diklenen ilk iki ‘modern’imiz Nâzım Hikmet ve Sait Faik olmuştur. Sesini Kaybeden Şehir’in arka kapağında kendisini “yazıcı” olarak tanımlayan Nâzım’ın peşisıra, Sait Faik’in artık Büyüyen Eller’de yeralan, yıllar yılı arşivde pineklemiş bir metninde, temellendirerek o nitelemeyi üstlendiği göze çarpar: “Bir Başka Cins Hikâye”. Yazılış tarihini şimdilik kestiremesek de, Sait Faik’in türlerin yazı adamını sıkboğaz eden sınırlarına dikleniş biçimi erken bir kalkışım olarak öne çıkıyor, diyebiliriz sanırım: Bir sonraki kuşak “alıştırma”ydı, “metin”di, “anlatı”ydı, arayış haritasını genişletmeye yöneldiyse bunda Sait Faik’in yol açıcılığının payı yüksekti(r). ‘Tür’ tanımlarıyla didişme, 1950 Kuşağı yazarlarında biraz da hikâye ile roman arasında çekiştirilmelerinden mi kaynaklanmıştı? Bakıldığında “Sistem”in ve “Ortam”ın bu bağlamda sıkıştırıcı özelliklerinin payı açığa çıkıyor: Eleştiri, Canon’un kalıplarına bir bakıma ezber niyetine bağlıdır bizde; tecim kaygıları, yayıncıları neredeyse tekboyutlu arayışlara kilitlemiştir; elele, yazı adamı üzerinde ciddi ve yoğun baskı oluşturdukları kesindir. Tomris Uyar, Türk Dili dergisinin bir soruşturmasına verdiği yanıtın girişinde, 1975, sol anahtarını verir: “Önce, ‘kısa öykü’yü çok önemli bir yazın türü saydığımı belirtmek isterim. Kimi yazarların, eleştirmenlerin, bu türü, yazarın romana geçmesi için bir çeşit hazırlık, bir kalem bileme deneyi saydığını biliyorum. Belki de bu yaygın kanı E Tomris Uyar Bol kitaplı günler... TURHAN GÜNAY eposta: turhangunay@cumhuriyet.com.tr cumkitap@cumhuriyet.com.tr twitter: www.twitter.com/CumKitap yüzünden son günlerde yazınımızda romanlaşamamış uzun öyküler, daha çok röportajı andıran olay ve tip çoğaltmaları bollaştı”. Oniki yıl sonra, 20 Ocak 1987’de, Gündökümü’nün öyküye ayırdığı bölümünde, Çehov’dan yaptığı alıntı, kısa öyküye çizdiği uç sınıra bir destek sanki: “Garip, ama kısalıkla tutturdum galiba, bir saplantı haline geldi. Ne okursam okuyayım Tahsin Yücel kendi yazdıklarım, başkalarının yapıtları yeterince kısa gelmiyor bana” (1889). Tomris Uyar’ın çıkışlarında, kısaya yaslanarak uzunu sorguladığı gözüküyor: Uzun öyküden sözedişindeki “romanlaşamamış” ifadesi düşündürücü örneğin. 1975 yılında hangi örnekler, deyiş yerindeyse bu tepkiyi doğur muş olabilirdi yazarda? Bana öyle geliyor ki Karasu’nun “Ada” ve “Tepe”si (yayın tarihi 1970), Leylâ Erbil’in ilk basımında “öykü” nitelemesi taşıyan, sonrasında “romanlaşan” Tuhaf Bir Kadın’ı (1971), Tahsin Yücel’in “anlatı” nitelemesiyle sunduğu Vatandaş’ı (1975) ve Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli (1973) Tomris Uyar’ı tedirgin eden ürünler arasında başı çekmiş olmalı”. Sonuncusundan başlayalım: Yusuf Atılgan kitabının “uzun öykü” altbaşlığıyla yayımlanmasını istemiş, yayıncısının anlamsız ısrarına sonunda yenik düşerek “roman” etiketine katlanmıştı. (Bana sorulursa, bugün, ‘ikisi de olabilir’ diyor, ekliyorum: Yazar(ın)a bırakalım, ne diyorsa odur). Başa dönelim, Karasu’ya; 1966’da söyledikleri önemli: “Belli bir takım çerçeveler içerisinde düşünülüp yazılınca kimi hikâye oluyor, kimi roman oluyor. Kabul, ama başka başka zamanlarda, bugün, dün, daha önceki gün bu ölçülere uymayan hikâyeler yahut bu ölçülere uymayan romanlar yazılmıştır. Birtakım yazarlar başından beri ayrım diye kabul edilen birtakım ölçülerin dışına çıkmışlardır. Yani ben bu ayrımı, yapanlara bırakırım”. (Yarım yüzyıl önce, demin kurduğum cümleyi kurmuş!). Çeyrek yüzyıl geçmiş aradan, Hulki Aktunç’u yanıtlıyor: “Nitelemelerden kaçınıyor değilim ama bundan sonra yayımlanacak anlatılarım (bakın, niteliyorum) uzun olsun, kısa olsun, nitelemesiz çıksın diye düşünüyorum. ‘Anlatı’ olmaları yeter. İlle gerekiyorsa, ‘anlatı’ diye bir niteleme ekleniverir” (1991). ‘Anlatı’yı ilk kullanan yazarımızın Tahsin Yücel olduğunu bir kere daha anımsatalım. [Açık oturumdaydık (1985?), bu örneğe değinecek oldum, yanımda oturan yazarımız “ne de olsa alafrangadır kendisi” dediğinde dayanamadıydım: “Siz ‘roman’ dediğinizde alaturka mı oluyorsunuz, roman Anadolu’nun bağrından mı çıktı?”] Terimin, tıpkı ‘novella’ gibi dışarıdan ve geç geldiği doğrudur, bunun bir sakıncası yoktur. Burada temel sorun, Karasu’nun “niteleme” bağlamında söyledikleriyle sınırlı biçimde gelişmemiş, türlerarası salınımlar asıl tasayı oluşturmuştur. 1980’lerde Atılgan, kitabını bir roman olarak görmeye başladıysa, Leylâ Erbil öykü nitelemesinin yerine romanı yeğlediyse, Canon eksenli kalıplaşmış tanım denemelerinin nicedir yazarlar tarafından çözüldüğünü fark ettikleri içindi: Yeni kuşak temsilcileri hiçesayıyordu o kelepçeleri, arayış özgürlüğüne erişme kaygısı gitgide önem kazanacaktı. Bugün (2000’li yıllar) yaftalama alışkanlığı azaldı, tür dayatmaları zayıfladı diyebilir miyiz? Ortam direniyor şüphesiz, gitgide köçekleşen Canon da. Gelgelelim, 1950 Kuşağı’nın şairleri, yazarları bir tür özgürlük savaşımı vererek, izleyen kuşağın temsilcilerine geniş yol açtılar yadsınamaz. Kırk yıllık yazı yaşamım boyunca “Böyle şiir mi olur?”, “Bunun neresi roman?” ve benzeri okların ıslıkları bir kulağımdan girip ötekinden çıktıysa, yoluma bildiğim gibi devam ettiysem, onlar arkamda olduğu içindi(r). n İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç t Genel Yayın Yönetmeni: Can Dündar t Yayın Yönetmeni: Turhan Günay t Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Abbas Yalçın t Görsel Yönetmen: Dilek Akıskalı t Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. t İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2, 34381 Şişli İstanbul, Tel: 0 (212) 343 72 74 (20 hat) Faks: 0 (212) 343 72 64 t Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri, Hoşdere Yolu, 34850 Esenyurt İSTANBUL. t Cumhuriyet Reklam: Genel Müdür: Özlem Ayden t Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Körükçü t Reklam Koordinatörü: Hakan Çankaya t Reklam Müdürü: Ayla Atamer t Tel: 0 (212) 251 98 74750 (212) 343 72 74 t Yerel süreli yayın t Cumhuriyet gazetesinin ücretsiz ekidir. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1 3 2 5 9 T E M M U Z 2 0 1 5 n S A Y F A 3