22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İsmail Saymaz’dan “Ali İsmailEmri Kim Verdi?” ‘Öldürülen, hepimizin kardeşi!’ Ali İsmail Korkmaz, tekme ve sopa darbeleriyle, dört polis ve dört sivilin tesadüfi saldırısı sonucu değil, Eskişehir’de 31 Mayıs 2013’de başlayıp 3 Haziran’da son bulan örgütlü bir şiddetin kurbanı oldu. Sanıkların savunmalarından muhafazakâr ve milliyetçi oldukları görülüyordu. Daha önemlisi, iktidardan ilham almış, onun koruması ve teşviki altında canla başla çalışmışlardı. Gazeteci İsmail Saymaz, “Ali İsmailEmri Kim Verdi?” adlı kitabında, tek “suçu” polis şiddetinden kaçmak olan Ali İsmail’in ölümüne yol açan olaylar zincirini ve cinayeti örtbas etmek için oluşturulan örgütlenmeyi detaylarıyla inceliyor. Saymaz’la ölümünün ikinci yılında kardeşimiz Ali İsmail’i konuştuk. r Gamze AKDEMİR zel haberlerinin yanı sıra aileyle yaptığın röportajın da yer alıyor kitapta. Olayın anatomisini nasıl ortaya koyuyorsun? İnsanlar yüzlerce haberi ayrı ayrı okuma imkânına sahip değil. Önemli bilgiler, gelişmeler arada kaynayabiliyor. O nedenle Ali İsmail ile ilgili yaptığım özel haberlerimi ve dava dosyasını yeni baştan ele alıp kronolojik izlekte daha geniş biçimde yazdım. Zanlıla ile erkin davranış ve ifadeleri hayli ilginçti! “En iyi savunma saldırı” misali... Kesinlikle. “EMRİ VEREN ORTAYA ÇIKIYORDU Kİ KARAR YETİŞTİ!” Davanın psikolojik süreci “resmen” ayrı bir dayaktı! Evet, bu! Dayağın devamı... Başta Ali İsmail’in ailesi olmak üzere topluma toplu halde atıldı. Böyle bir yargı süreci... Nasıl ortaya koyuyorsun çalışmanda? Bir kolluk görevlisinin işlediği suçu açığa çıkarmak ve onu yargı önüne teslim etmekle yükümlü olan hiyerarşik bürokS A Y F A 1 4 n 9 T E M M U Z 2 0 1 5 Fotoğraflar: Vedat ARIK Ö rasi, var gücüyle o suçu örtbas etmeye çalıştı. Çünkü o hiyerarşik düzen aslında suçun kendisine dönüşmüştü. İçeriği belli olmayan bence yasadışı sözlü bir emirle ara sokaklara girip oralara kaçmış göstericileri sivillerle beraber döven polisler hemen cezalandırılmalıyken aynı cadde üzerinde görevli emniyet müdür yardımcıları ve şube müdürleri bile gösterici dövmeye çalışıyordu. Onları polisin dövdüğünü bütün Eskişehir bilirken Vali Güngör Azim Tuna kalkıp “Polislerimiz yapmamıştır, bunlar birbirlerini dövmüşlerdir ve polisin üzerine atmışlardır” şeklinde bir açıklama yapabildi. Yetmedi, dava Eskişehir’de görülmesi gerekirken Kayseri’ye sürüldü. Yetmedi, Kayseri’de yalıtılmış bir iklimde ve davayı izlemeye gelenlere marazlı bir topluluk muamelesi yapıldı. Yetmedi, sanıklar siyasi iktidardan medet umdu, avukat tutarken AKP’li bir avukatı tercih etti, sanıklardan birinin ailesi AKP’li bir vekille temasa geçti. Sonra duruşmada “Biz oruç tutuyoruz, namaz kılıyoruz” diye söylemlere bile başvurdular. Yetmedi, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın, “Gezi bir darbedir” söylemine sığınarak kendilerine savunma geliştirdiler ve dava maalesef düşük bir cezayla bitti. Mahkemede neler diyebildiler, neler diyemediler? Tahrik sonucu vuku bulma yok, bunu diyemiyorlar bile... Organize, yaralama kastıyla saldırı... Hayır, diyemiyorlar. Mesela “Kimseyi dövmedik” diyemediler. “İşkence uygulamadık” diyemediler. Bu kadar açık kamera görüntülerine rağmen “Biz birini dövdük ama dövdüğümüz Ali İsmail değildi” dediler. Dövdükleri kişinin Tevfik Caner Ertay adlı bir genç olduğunu söylediler. Sonra o genç çıktı, “Ben o sokağa Ali İsmail ölene kadar girmedim, o dövülen ben değilim. Ama bu kişiler ayrı bir yerde beni de dövdüler” dedi ve nitekim Ali İsmail’e tekme atan polisin Ertay’ı dövdükten sonra arabanın bagajına kapatıp gezdirdiği de anlaşıldı. Sanıkların dava sırasında birbirlerine nasıl düştüklerini de okuyoruz. Düştüler. Ali İsmail’i yere düşüren ve ilk etapta nedamet getiren, pişmanlık bildiren sanıklardan biri, “Ben onu döverek öldüreceklerini bilsem yapar mıydım” dedi. Bu, çok önemli bir itiraftı. Yargılamanın sonuna doğru aslında tekmeyi atan polis de yanındaki polisi ele verdi, onun cezaevine girmesini onun ifadesi sağladı sonuçta. Sonra kendilerine emir verenleri de diyemediler. Demek üzereydiler aslında. Son duruşmada Emniyet Müdür Yardımcısı’nın da, şube müdür lerinin de ismi verildi. Ve onların olay sırasında orada oldukları anlaşıldı. Ali İsmail’e öldüren tekmeyi atan polis Mevlüt Saldoğan anladı ki ağır bir ceza geliyor; “Ben niye yapayım kendi başıma, bu işin meraklısı mıyım?” dedi. Yani “Bize emir verdiler” demek istedi ama tamamlayamadı cümlesini. Son duruşmadan bir önce “Buraya emniyet müdürleri, şube müdürlerimiz de gelsin” dedikleri anda karara gitti duruşma. Onlar çağrılabilseydi daha büyük bir şema ortaya çıkacaktı. Emri kimin verdiği ortaya çıkacaktı. Zaten nihayetinde mahkeme heyeti de “Biz, adaleti tesis ettik” diyemedi. Daha ilk etapta buna savcı itiraz etti. Mütalaasında kasten öldürmeden ceza verilmesini istedi, karar çıkınca da itiraz etti. Esnafın duygusunu yorumlar mısın? Esnaf için durum daha kolaydı tabii. “Polis dükkanımı bastı, önce bizi dövdü. Devletin polisidir. Onun dur ihtarına uymak zorundaydık. O ne emir verdiyse biz onu yaptık” dediler. Oysa ki orada bir saatlik görüntü var. O bir saat boyunca başka gençleri dövdüklerini de görüyoruz. Gözaltına almadıklarını, dövüp dövüp gönderdiklerini görüyoruz. Yanlarında fırından alındığını tahmin ettiğimiz uzun sopalarla beklediklerini görüyoruz. Açık bir suç örgütü olduğunu görüyoruz. Onlar devletin, kanunun emrine uymuş falan değildir, doğrudan devlet bünyesinde oluşturulmuş bir çetenin emrine girmiştir. “SOKAĞA ÇIK DA GÖR DİYORLAR! İç Güvenlik Yasa Tasarısı’na alelacele iliştirilen maddeler de çok önemli. İmdatlarına yetişti. Yani Anayasamızda, bağlı olduğumuz uluslararası sözleşmelerde sokağa çıkmanın, toplantı ve gösteri yapma hakkının neresinde Başbakan’a danışmak diye bir ilke var? Oysa Başbakan Davutoğlu kısa süre önce “Artık sokağa çıkın da görün bakalım” diyebildi rahat rahat. Başardılar da 1 Mayıs’ta gördük! İnsanlar evlerinden çıkmaya korktular. Tasarının maksadı, özü de bu, sokağa her ineni vurmak değil, sokağa her inende vurulma, ölme, öldürülme hissi yaratmak! Hak aramanın kendisini kriminalleştirmek ve buna teşebbüs edene terörist muamelesi yapmak. Bunu meşrulaştırmak. Toplumun gözünde “bakın bunlar taş atan, cam kıran, esnafa zarar veren insanlardır” intibası yaratmak. Demokrasi mi talep ediyorsun, sokağa çıkma hakkını kullanmak mı istiyorsun, çık da gör demek! “ESKİŞEHİR, ALİ İSMAİL’E MUAZZAM SAHİP ÇIKTI!” Bu noktada Eskişehir halkının sahiplenişi yazdığın gibi tam bir emsaldi. Kesinlikle. Eskişehir, bu çocuğa muazzam sahip çıktı. Eskişehir, sokağa çıktı, sokağa çıkmaktan korkmadı. Eskişehirliler bildiriler dağıttı, eylemler yaptı, her perşembe Adliye önünde “Adalet Nöbeti” tuttu. “Adalet Yürüyüşleri” düzenlediler. Tüm sokaklara Ali İsmail’in ismini yazdılar, resimleriyle donattılar. Eskişehirliler bu nedenle terörist olmakla suçlandı ama vazgeçmedi, sahip çıkmaya devam etti, edecek. Gürkan Korkmaz’ın Eskişehir’le ilgili önemli bir belirlemesi var; “İnsan Eskişehir’de öğrenci olur, âşık olur, sevgili olur ama ölmez!” Bu K İ T A P S A Y I 1 3 2 5 Ailesi, Ali İsmail Korkmaz adına bir vakıf kurdu ve orada gençlere eğitim vererek Ali İsmail’in anısını yaşatıyor. C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle