Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Zeynep Aliye’den “Prinkipo Fırtına Burcunda” ‘Hepimiz bir cinin tutsağıyız!’ Zeynep Aliye’nin yeni öykü kitabı “Prinkipo Fırtına Burcunda”, anımsayan, anımsatan ve hesaplaşan bir çalışma. Yozlaşmaya, değer kaybına, eskiyi gömerken kül edene, ideolojik baskılarla halkını tutsak kılana tepkili. Hep ses veren, soluğu kesilmeyen hayatla ve ters köşe yapan sürprizleriyle bezeli ve metafor denizinde seyreden seyyah metinleriyle kıpır kıpır. Zeynep Aliye’yle “Prinkipo Fırtına Burcunda”yı konuştuk. r Gamze AKDEMİR bir, kimileri için Ütopya’dır, O Belde’dir, Güneş Ülkesi’dir. Yaşadığı acıları içine gömen ada insanıysa kibre varan gururuyla içine kapanmış, seksenli yıllardan itibaren çarpık kentleşme ve onun yol açtığı kaosla da giderek küçük adalara dönüşmeye başlar. “ADAYLA YOLUMUZ FIRTINA BURCUNDAYKEN KESİŞTİ” Öykü kişilerinizin hayata ve yaşatılana karşı aldığı tutum da metnin nirengi noktalarından. Ruh halleri gel gitli. Yine de ya bir uzaklaşma ya da bir direnme ama kadere razı olmama, sıkı bir hesaplaşma söz konusu. Hep ses veriyor hayat, en karanlıkta bile yitmiyor soluğu. Bu bağlamda kurduğunuz dilduygu sarkacını anlatır mısınız? İktidarların karşısındaki herkese; sürgün prensler, devrik imparatorlar, din adamları ya da muhalif aydınlara; dostluğunu cömertçe sunmuş Büyükada. Üstelik acıları çift yönlü yaşamış. Zira 1923, 1955, 1964, 1975 ve sonrasında kendi halkının sürgüne yollanışına ya da baskılardan bunalan insanların kendini sürgünlüğe mahkum edişine tanık olmuş. Gelenler için olduğu kadar gidenler adına da acı çekmiş. 1980 sonrası adaya yönelik göç olgusu, yerleşik kültürü tehdit eden bir unsur. Ama acılar olgunlaştırmış, soylu bir bilgelik kazandırmış. İkimiz de tam fırtına burcundayken kesişmişti yolumuz. Adayı kendine yurt seçmiş bir yazar olarak onu somut ve soyut kültürel mirasını tümden yitirme kavşağındayken anlatmayı denedim. Olayı, gerilimi öne çıkartan bir anlatım bu öykülerde uygulanamazdı. Zaten o çalkantılı T E M M U Z 2 0 1 5 ilgili neler düşünüyorsunuz? Adada Ölümün Rengi: Gökkuşağı, Tabula Rasa, Polarize, Bir Sesten Geçmek gibi öykülerde işledim bunu. Bir odağa kenetlenmiş kent insanının ölümün, yaşam kadar doğal ve güzel olabileceğini ayrımsaması güç. Ada, sadeliğiyle, arınmışlığıyla, kişiye kendisini tanıma, dinleme olanağı sunabiliyor hâlâ. Ölüm ve yaşamın vazgeçilmez bir ikili olduğunu gülümsemeniz silinmeden düşünebiliyorsunuz. Bir bitkinin size kızdığını ya da bir köpeğin incindiğini, bir kedinin mırlayışındaki anlamı ayırt etmeniz mümkün. Bir defasında yaşlıca bir karganın verdiğim yiyeceklere teşekkür anlamında önüme ceviz attığına şahit olduğumu söylesem ya da bir yılkı atının kafasını omzuma dayadığını... Ancak imar yasasındaki son değişiklik bütün tarihi, kültürel, doğal yapıyı bozacak, eminim. İmparator Zoi, piskopos Nerses, İmparator Heraklis, onun oğlu Attalarik, imparatoriçe İrini, Troçki, Hüseyin Rahmi, Reşat Nuri, Lefter, Su Perisi Martha, Sait Faik ve daha nice ada sevdalısı, değer, hepsi işte o zaman gerçekten ölecek. “BU KİTABIMDA FARKLI TEKNİKLER UYGULADIM” Uzak tarih, masallar, söylenceler herşey var öykülerinizde. Nasıl bir dille kotardınız metninizi? Örneğin “Öksüz İmparator” öykümün kahramanı, iki kanadının birleşme çizgisinde doğuştan var olan Latince imparator dövmesi yüzünden dalga geçilen, oysa kendisi imparator VI. Konstantin’in kardeşi olduğunu bilen Öksüz de bu mitik kahramanlardan biri. Ayrıca kükreyen kırbacıyla Notos başta olmak üzere pek çok masal, mit kahramanı öykülerimde baş kişi olarak yerini aldı. Adayı farklı boyutlarıyla ortaya koyabilmek için okur üzerinde istediğim etkiyi yaratabilmek için soyutlama, bilinç akışını, sıçramalı anlatımlar, alegori, metaforlar, şiirsel anlatım dahil farklı teknikler uyguladım. İstediğim derinleşme, katman oluşturma, imgeselliği, tutturabildim sanıyorum. Gidenler ve kalanlarıyla, yolcuları ve yerlileriyle nasıl bir yer, nasıl bir sığınak Büyükada? Ve “Sis” öykünüzden alıntıyla nasıl “bir cinin tutsağı?” Sizin de çözdüğünüz gibi “Sis” öyküsünde işlediğim cinin tutsağı olma metaforu, ülkemizdeki baskın ideolojik yapılanmayı işaret ediyor. Ele geçirmek istediği insanları, hiç yaşanmamış güzel günleri geri getireceği vaadiyle kandırıp kontrolüne alıyor. Bu katmanlı yapı hemen tüm öykülerimde var zaten. Bilgi çağındayız. Bir konuyu işlerken onu kavramaya yetecek kültürel alt yapıya sahip olunması zorunlu. Metnin haz verebilmesi için yeni şeyler söylemesi lazım. Sonuçta herkes kendi hayal denizi içinde soluk alıp verir, kendi kaşığı ne kadarsa o kadarını alır. Meraklı okurumu bu bakımdan teşvik ediyorum. Örneğin deprem nedeniyle boşaltılan ve otele dönüştürülmek istenen ancak II. Abdülhamit’in komplo endişesiyle ruhsatını iptal ettirdiği yetimhanenin ya da Aya Yorgi Kilisesi’nin fırtınalı geçmişini öğrenmeye yönlendiriyorum. Bu, sanırım iyi bir şey. n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Prinkipo Fırtına Burcunda/ Zeynep Aliye/ Heyamola Yayınları/ 202 s. K İ T A P S A Y I 1324 “(...) güneşi durdurmak için boşuna olduklarını bildikleri bir son girişimdi bu. Demagog, ajitatör ne de provakatördüler. Ormandan sonra denizin de püskürtmeye başlattığı karanlıktan deliler gibi korkuyorlardı yalnızca. Fakat çabalarının boşunalığı tartışılmaz. Güneşi yolundan çevirmeye kimsenin gücü yetmez (...)” (“Bir Dolunay Hikâyesi” adlı öyküden…) itabınızın, yozlaşma, değer kaybı ve eskiyi gömerken kül edene tepkisini konuşmak isterim ilk olarak? Ortalığın toz duman olduğu böyle bir dönemi kitaba yansıtmamam elbette mümkün değil. Öyküde konu ve iletinin, dil, kurgu ve anlatım ölçüsünde önem taşıdığına inananlardanım ben. Ancak bu özsel öğenin, metni gölgede bırakmasına da izin vermem. Kuşkusuz dönemeçlerle ve alt üst oluşlarla hayli ilgili “Prinkipo Fırtına Burcunda”. İnsanın zaaflarının hele ki kibrinin topluma ve gezegene bedeli, hareketli bir düzlem yaratıyor metinde. MÖ 300350’lere tarihlenen II. Filip’in definesi adanın kimliğine ilişkin en eski bulgu. Ancak ilk yerleşim MS 569’da II. Justin’in kendisine bir saray ve bir manastır inşa ettirişiyle başlar. Sonrasında pek çok entrikaya sahne olacak, travma yaşayacak olan adaya Prinkipo adını veren de o. Ancak tarihi kimliğinden çok romantik imajıyla bilinen adanın mücadeleler, cinayetler, entrikalarla dolu geçmişi göz ardı edilir. Evet; zaaf ve kiS A Y F A 1 6 n 2 K süreci salt insan odaklı anlatmam adanın gerçek kimliğini yok saymam demekti. Begonvilleri, palmiyeleri, kızıl çamları, manolya ağaçları, sımsıkı bastırıp denizle arasına duvar ören sisi, ortalığı birbirine katan lodosu, poyrazı, kış boyu ormanda bir başlarına yaşamak zorunda bırakılan atları, yazın oyuncak niyetine kullanılıp terk edilmiş kedi ve köpekleri, insansız kör ve sağır kalan güzelim köşkleri, bitkisel hayattaki yaşlı kızıl çam ormanını; görkemli geçmişiyle, travmaları, kabusları, uğradığı ihanetleriyle, paha biçilmez anılara ev sahipliğiyle, kendisinden zorla koparılıp sürgüne yollanan insanlarının arkasından için için döktüğü gözyaşlarıyla bir bütün kişiliği yazarak onu, köşkleri, güzel yemek yenecek restoranlar ya da nostaljik fayton gezisi olarak düşünenler için farklı bir pencere aralamaya çalıştım. Küçük yerler, yaşam ve ölümün birlikte düşünüldüğü yerler. Eski zamanlandan beri böyledir. Bu bağlamda Adalarla Adayı bütün boyutlarıyla ortaya koyabilmek için farklı teknikler uyguluyor öykülerinde Zeynep Aliye. C U M H U R İ Y E T