23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sibel Oral’dan “Toprağın Öptüğü Çocuklar” ‘İnsan olmanın sancısını çektim’ “Toprağın Öptüğü Çocuklar” koymuşlar adını. F16’larla vurulmuş onlarca cocuğun ve onların bedenlerinin onlarca uzvunun birbirinden kopuk yattığı diyara yapılan yolculuk anlatılıyor. Tanıklıklar ve alışamamalar, vakti zamanında basının ve ‘münevverlerin’ katliama karşı tavırları belgeleniyor arşivden yazılar ve başlıklarla anlatılıyor. Annelerin ve ablaların, kardeşlerin ve babaların o andan önce son hatırladıkları anlarla birlikte... Adalet için anlatılıyor. Sibel Oral’la kitabını konuştuk. r Alev KARADUMAN lasiktir; lafa genelde neden böyle bir kitap diye başlanır. Nedeni bu kadar ortadayken, ben neden şimdi diye soracağım? Ve ilk izlenimlerin olarak katliamın üzerinden geçen zamanın orada değiştirip değiştirmediklerini? O klasik soruya benim bu kitaba özel olarak yanıtım var aslında; bir şey yapmak istedim, ben de onlarla adaleti beklemek, o bekleyişi belgelemek, tanık olarak anlatmak istedim. Katliam sonrası çocukların battaniyelere sarılmış cesetleri, izlediğim videolardaki katliam mağduru ailelerin çaresizliği, kardeşlerini çocuklarının bedenlerini taşırken hıçkırarak ağlayanları gördüğümde tuhaf bir acı duydum içimde ama benim hissettiğim hiçbir şeydi, oraya gitmek ve o acı duvarına çarpmak istedim. Neden şimdi? Aslında katliamın ikinci yılına yetiştirmek üzere başka bir kitap fikri vardı kafamda ama çok ezber olacaktı, İstanbul’dan bakacaktım, bu kadar içinde olmayacaktım. Gitmek, dönmek, yazmak, sindirebilmek biraz zaman aldı. Katliamın üzerinden geçen zaman orada hiçbir şeyi değiştirmemişti. Mezarlıkta çocukların üzerindeki toprak hâlâ sıcaktı, annelerin, babaların acısı hiç ama hiç dinmemiş, öfkeleri ise her geçen gün harlanıyordu. Bir İstanbullu gazeteci olarak oradaki en büyük imtihanın neydi süreç içerisinde? Ben bir acının peşine gittim, görmek, dokunabilmek, anlayabilmek için; orada gazeteciliğimi de İstanbullu oluşumu da unuttum. Yol yok orada, tuvaletlerin çoğu dışarıda, su yok, elektrik yok ve zaten daha ilk saatte İstanbul diye bir yer de yoktu benim için. Gazeteci olarak gittim ama gazeteci olamadım. Ben orada en büyük imtihanı kendimle verdim. Çektiklerini anlatan insanları dinlerken, onları bir köşede izlerken elimi ayağımı nereye koyacağımı, kime ne diyeceğimi bilemediğim, çok afalladığım ve hatta bu çaresizlikle baş edemediğim zamanlar oldu. Ne gazeteci, ne yazar, ne İstanbullu.. Ben imtihanımı kendimle, insanlığımla, vicdanımla verdim. “BU ACI NASIL YAZILIR DİYE ÇOK DÜŞÜNDÜM” Adaleti bekleyen onca aile, günlerce dinlediğin insanların mezarları, katliam öncesinin karanlık ve korkunç anıları... Sence Roboskîliler için yıllardır bunları konuşmak nasıl bir durum oluşturuyor? Yoksa kimsenin konuşturmasına gerek kalmayacak kadar unutamıyorlar mı zaten hiçbir şeyi? Evet, ben oraya gitmesem ya da benim K İ T A P S A Y I 1 3 1 4 K S A Y F A 2 4 n 2 3 N İ S A N 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T Fotoğraflar: Vedat ARIK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle