22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

önderlerinden ayrı düşünülemez. Ne var ki sıradan insanların önderin fiziksel ya da manevi şahsiyetiyle ilişkileri sorunlu; kabahat önderde mi, yoksa tapınma ya da inkârdan başka duygu ve düşünce kanalı geliştirememiş takipçilerinde ve muhaliflerinde mi? Gerçek önderin büyük bir dramı var; yaşarken anlaşılamıyor; ve sonra mirasçıları mirası koruyamıyor; ya açık ihanetler söz konusu ya koruduklarını sananların önderin de sonunda etten kemikten oluşmuş kırılgan bir beden olduğunu unutmaları ve onun manevi şahsiyetine fazlaca yaslanmaları, yani tembellik, aptallık ve çıkarcılıkları! Gerçek önderlerin başlarına gelen işlere baksanıza! Gandi suikast sonucu can verdi; Lenin suikast sonucu sağlığından oldu, erken bir ölüme sürüklendi. Atatürk’e kimi çevrelerce yapılan haksızlığı ibretle görüyoruz! Öte yandan önder bozuntularına da bakalım. Hitler’in hâlâ hayranları var! Bir Alman filozof boşuna mı demiş “Sahte peygamberler çok sevilir!” diye. Günümüzde de çarpıcı örnekleri var sahte peygamberlerin yani önder bozuntularının! “ÇATIŞMANIN SONUCUNU KESTİREBİLMEK MÜMKÜN DEĞİL” Tanrı’yı şerle yorumlayanların elinde şekillenmiş, düşlerin dahi tutsak edildiği, kapalı ya da açık toplumu da okuyoruz öykülerinizde. O parçası kılınmaya çalışılan sakat yaşamla yüzleşiyoruz. Bu bağlamda toplumsal alanda nasıl bir sürece ve geleceğe işaret ediyor öyküleriniz? Çatışmalı bir sürece elbette. Çatışmanın sonunu bugünden kestirebilmek mümkün değil. Hep ağaçlar yıkılmayacak, ağaçlar da yıkacak bir gün! En yalın ifadeyle ağaç ve yeşil tanımınızı da sormak istiyorum. Eskiden baharın gelişini çiçeğe durmuş ağaçlar muştulardı. Şimdi, bahardan yaza geçiyoruz, çiçekli tek bir ağaç görmeden. Ankara şehir merkezinden bahsediyorum. Halkımın beton sevdasına ben akıl sır erdirmiyorum. Yazlık evimin bulunduğu sitede evlerin küçücük bahçeleri var; kimi komşular böcekten korunmak için buraları betonluyorlar; aklım almıyor. 1950’lerde, 1960’larda, 1970’lerde, artan kentli nüfusun ihtiyaçlarına cevap verebilmek üzere yapılaşmaya gidilmesi her halde kaçınılmazdı ama bu iş çok plansız yapıldı. Şimdiyse tamamen yapay bir ihtiyaçla doğa tahrip ediliyor. Yeterli üretimin olmadığı ülkemizde, ekonomi çarkını inşaat sektörünün döndürmesi beklendiği ve iktidara yandaş olan kesimlerin varsıllaşması amaçlandığı için çılgın bir doğa ve kentsel doku yıkımına sürükleniyoruz. “O, ‘YENİDEN DOĞULAN BAŞKA HAYAT’I EDEBİYATTA BULDUM” Erdemoğulları ile Uysal Kızlar öykünüzden bir alıntı: “Ya sonsuz ovalarda, yalçın kayalıklarda, sınırsız yaylalarda telef oldular ya da küllerinden doğan anka kuşu örneği bir başka hayata doğdular?” Sanılmasın ki Erendiz Atasü’nün kitabı kayıplardan ve yastan mürekkep! Çağrısını ve umudunu sormalı yazarına. Ben kendi ömrümde o “yeniden doğulan başka hayatı” edebiyatta buldum. Dilerim öykümdeki kadınlar da kendilerini var edebilmenin, yaşamı yaşanılası kılabilmenin bir yolunu bulabilmiştir. Hayat tüm olumsuzluklara rağmen tek bir anının boşa geçirilmemesini gerektirecek C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I Erendiz Atasü’nün yeni öyküleri r Gürsel AYTAÇ rendiz Atasü’nün romancı ustalığıyla kotarılmış öyküleri, “Eski Zaman Masalları”, “Üçleme” ve “Yeni Zaman Öyküleri” başlıkları altında üç bölümde toplanmış. Birinci ve ikinci bölümde üçer öykü yer alırken üçüncü bölüm, “Yeni Zaman Öyküleri”nde altı öykü var ve dolayısıyla bu bölümün ağırlığı kendiliğinden ortaya çıkıyor. Yazar, roman konusundaki yön verici ilkesi diyebileceğimiz, düşüncelerini dile getirdiği “Hayat ve Roman” başlıklı denemesinde şöyle der: “Bakış açınız yoksa malzemenize biçim veremezsiniz çünkü onu derinlemesine göremezsiniz, dolayısıyla roman yazamazsınız.” “Kızıl Kale” başlığıyla sunulan bu on iki öyküde de usta romancı Atasü, odak konuları diyebileceğimiz kadın sorununu, sömürü düzenini, cinsellik konularını, kadın ve genel olarak insanlık doğasıyla ilişkilendirilerek şehirleşmeyi, şirketleşmeye dönen kabile düzeni doğrultusunda ele alarak öyküleştiriyor. Bu ağırlıklı konuların arasına yaşlılık, evlilik, sanat, merak vb. konuları da katıyor. Dikkatimizi bu öykülerdeki anlatı sanatına çevirecek olursak şunları vurgulayabiliriz: “Eski Zaman Masalları”nda henüz şehirleşmemiş kabile hayatının doğayla bütünleşmiş yaşayışı öne çıkmakta. Bu öyküler arasında özellikle “Erdemoğulları ile Uysalkızlar”, “Yokovası”nda bir çeşit ütopya düzenini canlandırmakta. İlk paragrafın sonunda o doğa tablosunun gerçek mi hayal mi olduğu sorulurken kurmaca havası sezdirilmekte. Kabilebaşı doğadan ilaç üreten bir hekimbaşıdır. Karısı Uysalkızlar kabilesinden Uysalkadın, gelin geldiği topraklardan çok farklı bir deniz kıyısı ülkesindendir ve kocasıyla ortak yanı, başka bir alanda da olsa üretkenliği ve hayal kurma yeteneğidir. Erdemoğulları, fırtınalar ve sellerle güçleşen hayat şartları karşısında kabilenin ortak kararıyla yeni yerler arayıp yerleşmek isterler. Uysalkadın’ın göçle ilgili aklından geçenler, hayal gücüyle gerçeği bir yandan onun açısından öte yandan da onu yaratan öykü yazarının yargılayıcı açısından çok güzel yansıtır: “Basit işlerin hamarat gergefinde günü güne eklemek… yeterli değil miydi… illâ alev yeleli atlar mı koşturmak gerekiyordu sonsuz ufuklara?... İnsan serin sonbahar gecelerine kıvılcımlar saçan ateşin çevresinde otururken ve seyrederken akışkan yalazların bir anda kurduğu ve bir anda E yıktığı hayal kâşanelerini, dalıp giderken yaratan ve kahreden ateşin gizemle rehavetine, bulabilirdi sonsuzluğu, diye düşündü Uysalkadın” (s. 27). Uysalkadın’ın doğduğu, büyüdüğü yerlerin doğasına, insanlarının sevecenliğine özlemini dile getiren anılar tablosunun ardından öykü yazarının “orada gerçekten yaşadı mı, yoksa büyüklerden dinlediği masalları, anılarıyla mı karıştırıyor?” şeklindeki yargısı, hayalgerçek ikileminde gerçeği elden bırakmama, öykü figürüne nesnel açıdan bakma tutumu olarak adlandırılabilir. “Eski Zaman Masalları”ndan biri olan bu öykünün yine de odak kişisidir Uysalkadın. Kabilenin öteki kadınlarından farkı, korkaklıktan uysal olmayışı, sorgulayan, eleştiren bir kadın olmasıdır. Yerleşik düzene geçtiklerinde kocasının şehirli “Soluk Beniz”in kurnazlığının ağına düşmesini engelleyememiştir, ama onun ölümünden sonra eski kabilenin ikiyüzlülüğüyle mücadeleyi sürdürebilmiştir. Erendiz Atasü, öykülerin neredeyse tümünde doğanın insan hayatındaki yerini çeşitli alanlarda hissettirse de bunu en belirgin şekliyle “Eski Zaman Masalları”nda işler. Çünkü şehirleşme öncesi hayatta doğa, insanla neredeyse iç içedir, hayatın en önemli parçasıdır. Kişilerin ruh hallerini hep doğayla ilişkilendirerek veren benzetmelerden biri Hekimbaşı’nın şehirde eski kabilesi karşısındaki tedirginliğini anlatan satırlar: “Kaptan köşkünden deniz yüzeyini seyreden denizci, giderek hızlanan dip dalgayı nasıl önce bedeninde hissederse hekimbaşı da kabile için yeni bir iç devinim olan reise güven yitimini işte öyle duyumsuyordu” (s. 44). Anlatı sürecinde kurmacayı keserek okura dönüp adeta akıl danışma ya da hesap verme tarzındaki mesafeli tutum, Atasü’nün öykülerinde bir anlatım tekniği niteliğinde. “Yavaş Bir İntihar” başlıklı öyküde buna birkaç kez başvuruyor yazar: “Kahramanımız ise […] her bahar leylak kokusunun başlatıverdiği düşlerde dinlendirirdi başını mi demeli… Yoksa kokunun ok gibi gerdiği bedeninden mi söz etmeli” (s. 112). “Ama işin o tarafı şimdilik hikâyemizin konusu değil” (s. 113). Bu öykü, bir müzisyen erkekle muhasebeci bir genç kızı karşıt alanlarına rağmen, belki tam da bu yüzden bir araya getirir. Sevgi bağı, evlilik konusu, yazarı bu kutupluluğu ustalıkla işlemeye götürür. Müzik, bu öykünün taşıyıcı motifi gibidir. “Yeni Zaman Öyküleri” arasında yer alan “Kısa Bir Üzüntü”, yine doğaya, bu kez de doğa ile inşaat sektörü karşıtlığına, yaşlılığın bilge ve dingin bakış açısından yaklaşır. Anadoluhisarı’nın yanındaki yamaç, “Mayıs başında, yeşilin her türlüsüyle ve erguvanlarla kaplı”dır. Sessizliği besleyen yalnızca kuş cıvıltılarıdır. “Sessizliğin art düzleminde”ki uğultu, “insan öğüten dev makinelerin milyonlarca sesten oluşmuş tekdüze homurtusu”, bu karşıtlık, öykünün yaşlı annesini ilgilendirmiyor gibidir. O, “insanlığın feryadı”nın bastırılmamasının yokluğunu duyar. Onun özlediği “geniş anlar”dır. Zamanın algılanmasının yaşlılıktaki farkını anlatın satırlar, Atasü öykülerinin önemsediği “zaman” konusu için güzel bir örnek: “Yaşlılara düşen, (...) bu dapdaracık şehirden uzaklaşmaktı (...) Kadının önündeki zaman kısaldıkça genişlemiş ve durulaşmıştı, bakışı derinleşmişti; o görebiliyordu, ışıktan bir yanılsamaydı yapay dağlar. Gerçekte sadece buldozerler vardı; ve bir ölüm raksıydı çevrelerinde dönen” (s. 134). “Duvardaki Fotoğraf” başlıklı öyküde, “dinsel lise” mezunu gecekondu sakini Kübra, aynı bakanlıkta iş bulan üniversite mezunu Hülya’nın amiri olur. Ülkedeki zihniyet değişikliğinin günlük konuşma kalıplarındaki yansımasını ve bunun konuşmalarda alışkanlık sonucu nasıl kullanıldığını şöyle yansıtır yazar: “Bakanlıkta çalışmaya başlayalı, Hülya’nın dilinden ‘Allah’ sözcüğü eksilmez oldu. Bütün gün işittiklerini tekrarlayıp durduğunun farkında mı? ‘Teşekkür ederim’ yerine ‘Allah razı olsun’ diyor, ‘Günaydın’ yerine ‘Sabahlar hayrolsun’, ‘Allaha emanet olun’, ‘Allah isterse’ … yüreğiyle dili arasında bir bağlantı yok. Dudakları kendi başlarına hareket ediyor. Allah onun dil bilgisinde bir sözcük. Dilindeki kaymanın farkında mı?” (s. 165166). Erendiz Atasü, anlatı ustalığını çoğu genişletilerek birer romana dönüştürülebilecek zenginlikteki bu öykülerinde öykü kurgusu ve disiplini içinde başarıyla kanıtlıyor. n Kızıl Kale/ Erendiz Atasü/ Can Yayınları/ 198 s. 1314 2 3 N İ S A N 2 0 1 5 n S A Y F A 1 9 Fotoğraflar: Necati SAVAŞ kadar güzel ve değerli. Yalan dolanın kol gezdiği günümüzde, her şeyden çok içtenliğin cesaretine ihtiyacımız var ve insan onuru diye bir niteliğin varlığını yeniden anımsamaya. Kirli düzen hepimizi kuşatıyor; en az ödünü vererek ayakta durmaya gayret edelim; lütfen hemen eğilmeyelim. Tüketimin insanı aşındıran cazibesinden kurtulup, üretkenliğin, yaratıcılığın, paylaşımın, kendini sömürtmeden verici olabilmenin dengesini yakalamaya çalışmalıyız. n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr “İnsanlar beni her zaman çok ilgilendirmiştir. Dedikodu olarak değil, karakter dönüşümleri açısından; bir de jestlerin, mimiklerin ardındaki duygulara, ruh durumlarına ulaşabilme açısından. Tanık olduklarımı birebir yazıma yansıtıyor değilim. Ama içimde her halde bir portreler galerisi var.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle