Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Veysel Çolak’tan “İki Karanlık Arasında” r Duygu KANKAYTSIN ‘Unutturmamak için yazar şair’ toplumu, doğayı ve bunların geleceğini dert edinen biri olarak ‘unutmak’, ‘unutturmamak’ temalarının üzerine kurdum bu kitaptaki şiirleri. Her unutan, bir cinayet işliyordur ya, ona bir vurgudur. ‘Unutmak’ olgusu, kendi adıma, toplum adına korkutuyor, ürkütüyor beni. Kitabınızın kapsamını belirlemek için benzer bir soru daha sormalıyım. “Burada ben hâlâ cevabını veriyorum / doğduğum an sorduğunuz sorunun” dizeleri kitabın ikinci bölümünün alınlığı olarak yazılmış. Kullandığınız dil size yetinir görünmüyor. Bu dizelerle okuru nasıl bir imgesel yolculuğa çıkartmayı tasarladınız? Doğduğu anda, her insana “Bu dünyaya niye geldin?” sorusunun sorulduğunu var sayıyorum. Ayrıca herkesin bilinçli ya da bilinçsiz, böyle düşündüğü kanısındayım. Varoluşsal sorunun, bir biçimiyle insanın yaşamında olduğunu düşünmüşümdür hep. Bu konuda düşünmeye başlayanların çoğunluğu üreme olgusuna, dünyaya, dünyada yaşananlara bakıp her şeyin saçma olduğu sonucuna varabiliyor. Ölümü düşünüp korkan; ölüm sonrasını merak edenlerin sayısı da az değil. Çıkmaza girdiğinde varoluşunun nedenlerini kendine açıklayamayanların aşırı umutsuzluğa düştükleri de görülür. Bu eğilimlerin insani olduğunu düşünüp anlamaya çalışabiliriz; ama hiçbiri benim ve benim önerdiğim insanın gerçeği değildir. Önemli olan bireyin geliştireceği tutumdur bana kalırsa. Bu kitaptaki şiirlerde de haksız/emperyalist savaşlara, her türlü eşitsizliğe, emek sömürüsüne, katliamlara, faşizme karşı koymayı, direnç göstermeyi, varoluşun anlamı olarak tasarladım. “ŞİİR BİREYİ ONARIR” “Duvar’ değil, onu hep beraber yıkmıştık / ‘usturayı’ nasıl unuturum sıyırmışken içimi/ ‘silahsa’ önündeyim doğduğum günden beri / ‘Lorca’nın yanındayım ve yepyeni bir ‘acı’/ ‘aşksa’ hep yedeğimde sabahı bekletiyor / yüzünü göstermiyor ‘değişim’ / (…) /Bir türlü bulamıyorum o cıvadan sözcüğü / bir serçenin kalbinde olmalı” dizeleriyle bireysel ve toplumsal yaşanmışlıkları özetliyorsunuz bir bakıma. Bir yandan ‘sözcüğü’ önemserken diğer yandan yeterli olmadığına vurgu yapıyorsunuz. Onca önemsediğiniz şiir sanatına karşı bir güvensizlik mi duymaya başladınız? Şiir bireyi onarır, diri tutar, zaman zaman eylemli kıldığı da olur. Dünyada insanı ve toplumu gözeten onca şiir yazılmasına karşın dönüştürücü bir gücü oluşturamayışı, insanın kafasını kurcalıyor. Katiller, caniler, faşistler, ölüm tüccarları, teröristler, dünyayı cehenneme çevirenler şiirden daha etkili. Yazılagelen şiir, bu haliyle pek işe yaramıyor galiba. Bu açmaz nedeniyle henüz kendi gücünü Veysel Çolak, şiir sanatı üzerine düşünen, anlatım olanaklarını genişleten, şiirle hayatı algılayıp yorumlayan, değiştirme çabasına giren, üretken bir şair. Çolak on yedinci şiir kitabıyla iyi bir bellek oluşturmuş. “İki Karanlık Arasında” adlı yeni kitabındaki şiirler üzerinden dünyada olup bitenleri, bireyin açmazlarını, savaşları, katliamları, eşitsizlikleri, dil ve imge bağlamında şiiri konuştuk. Herkes unutmuş, ben gövdeme yazıyorum bunları!” dizesiyle başlatıyorsunuz kitabınızı. Bu etkileyici alınlık, şiirlerin içeriğini de karşılıyor düşüncesindeyim. Ortada bireysel ve toplumsal bir sorunun olduğu çok açık. Nedir bu sosyolojik açmaz? Bir şairin yaşadığı çağın getirdiği yıkımları görmezden gelmesi olanaksızdır. Unutturmamak için yazar şair. Böylece bireysel belleğin oluşmasını sağlar. Bu da giderek toplumsal belleğe dönüşür. Tarih bilinci de böyle oluşur. Yaşananları unutan bireylerden oluşan bir toplam önünü göremez, ne yapacağını bilemez, gelişemez; bu nedenle tarih yapıcı da olamaz. Bireysel ilişkilenmelerdeki unutmalar da katlanılır gibi değil. Biri, diğerini nesne gibi görebiliyor; eskimiş bir eşyaymış gibi söküp atabiliyor hayatından. Ne yazık ki sosyolojik olarak görünen bu. İnsanı, “ fark edememiş, bilinç yoksunu, korkuları olan insanı suçlayıp var olan şiiri sürdürmek; sorun giderici olamaz. Bu nedenle şiir yeniden tasarlanmalı diye düşünüyorum. Sarsıcı, kuşatıcı, kısa sürede insanın elinde maddi güce dönüşecek şiirlere gereksinme var. Televizyon dizileriyle değil; şiirle düşünen, şiirle hayatı algılayan, şiirle direnen, şiirle değişen ve değiştirme sürecine katılan insanı oluşturacak şiirlere gereksinme var. Benim yaptığım, bu niteliklere yaslanan şiiri önermekten başka bir şey değil. Şiire karşı bir güvensizlik aklımdan geçmez. Şiirlerinizde kuşlardan, kedilerden, sulardan, ceylanlardan, gökyüzünden sorumlu, yüreği titreyen bir insan var. “Bahçede üç renkli kedi / doğurmuş ölüme inat / hayata kışkırtıyor yavrularını.” “Bizimle birlikte suların incecik sesi / kedi ve ben, boşluğa oturmuşuz” Aslında, ‘insan böyle olmalı’ demeye getiriyorsunuz kanaatindeyim. Bu insan önerisi ya da tarifi çağımızın yarattığı verili insana bir itiraz mı? Emperyalizm, şeytanın bile aklına gelmeyen yöntemlerle ulusları parçalıyor, insanları öldürüyor; büyük bir doyumsuzlukla ülkelerin yer altı ve yerüstü zenginliklerini sömürüyor. Sadece bu değil elbette. Atmosferin yok olması, ozon tabakasının parçalanması da umurunda değil. Benden sonra tufan denildiği çok açık. Hava kirletiliyor; kedilerin, kuşların, ağaçların, suların yok olmasına neden olacak bir uygarlık oluşturuluyor. Henüz doğmamış çocukların yaşam hakkını ellerinden alıyor. Bu gidişle, bir gün dünyanın tükeneceğini, kendileri için de yaşanmaz hale geleceğini bildikleri için; kapitalistler uzay istasyonları kuruyor; başka bir yıldızda yaşamaya hazırlanıyorlar. Oysa büyük çoğunluğun, yoksulların dünyadan başka gidecek bir yerleri yok. Duyarlılığı ölmüş insanlar çağındayız. Geleceği, geleceğin insanını düşünenler gittikçe azalıyor. Sömürü kaynaklı savaşları çıkartan ülkelerin halkına bakın. Öncelikle onların ayağa kalkması gerekiyor; ama böyle olmuyor, çünkü o sömürüden pay alıyor her biri. Bu nedenle onlar da siyasi iktidarlar, silah tüccarları kadar sorumludur. Şiir dilinizi özgün kılmak için toplumdan kopuk bir şiir dilinin peşine düşmüyorsunuz. Dilde de ‘insanla’ buluşmayı amaçlıyorsunuz. Şiirlerinizde konuşma dilinin bütün olanaklarından yararlanıyorsunuz yanı sıra topluma değmeyen dil anlayışına da uzaksınız. Dil anlayışınızı da açıklaması bakımından konuşma dilişiir dili ilişkilenmesi konusunda düşünceleriniz nelerdir? Sadece şiirde kalan, toplumla buluşamayan bir dil, daha baştan şiiri geçersiz kılar. Her şair, elbette kendine özgü bir dil kurmalı; ama bu dil birkaç kişiyle sınırlı olmamalı, toplumun bütünüyle örtüşebilmelidir. Dil, doğası gereği toplumdan kopuk değildir çünkü. Dili kişileştirmek için anadilden uzaklaşmak, hiçbir zaman şiirin yararına olmamıştır. Bunu deneyerek öğrenen şairlerin bir zaman sonra konuşma diline yöneldiği, dillerini ondan mayaladıkları görülür. Bu nedenle Turgut Uyar “Konuşma dilinden, özel adlardan hiç vazgeçmem.” açıklamasını yapar. Ayni yaklaşımla Cemal Süreya da “Şiirin ilk ve vazgeçilmez mayasıdır konuşma dili.” diyerek düşüncesini ortaya koyar. Paul Valery de “Şiir, dil içinde bir dildir.” derken, şiir dilini anadilden K İ T A P S A Y I 1 3 1 4 S A Y F A 1 0 n 2 3 N İ S A N 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T