Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
şiler özelinde bunun yol hikâyelerini de okuyoruz. Güneydoğu’da çocuklar bu “aydınlanma”nın içine doğuyor mecburen diyelim. Abileri, babaları, çok sevdikleri büyükleri birer kahraman gibi köylerini, evlerini veya tüm Kürtleri korumak adına dağa çıkıyor. Düşünsenize; Dağ o koşullarda doğan bir çocuk için daha ilk an itibariyle seçeneklerden biri oluyor doğal olarak. “KADINLAR ÇOK BİLİNÇLİ, SAHİPLENİCİ VE CESUR” Bir ülke içinde yaşanan iki farklı gerçekliğe tanık olduğunu yazdığın, 2013’te Diyarbakır’da, Öcalan’ın mektubunun okunduğu Newroz alanındaki gözlemlerin nelerdi? Türkiye’nin büyük bir bölümünün ‘bebek katili’ dediği bir adam orada önderlik, lider, kahraman, hayat kurtarıcı... Sadece bu bile gerçekler arasındaki uçurumu göstermeye yeter aslında. İki tane gerçek olabilir mi? Üstelik birbirinden bu kadar uzak iki gerçek! Kadınlar öncelikli kitapta. Dağa çıkan silahlı mücadele yürüten gerillası da var, çocukları dağa giden analar da, nine olup köşesinde ailesine kol kanat geren yaşlıları da, milletvekili olanları da... Sanıyorum bu mücadelenin sürebilmesinde de bugüne gelebilmesinde de kadının rolü çok büyük. Kürt kadınlarının desteği büyük. Kimi zaman evladını ölümü pahasına dağa göndermek kimi zaman işkence göreceğini bilmesine rağmen gerillanın yerini söylememek... Yaşanan hikâyeler çok ağır, deneyimler insanı sadece dinlerken bile zorlar cinsten. Ama tek bir ortak nokta var; kadınlar çok bilinçli. Meseleyi sahiplenici ve cesur bir tutum içerisindeler. “CEZAEVİ KÜRTLER İÇİN BİR DİRENİŞ SÜRECİ VE İDEOLOJİK OKUL!” Diyorsun ki; “Cezaevleri Kürtler için direniş sembolü”. Cezaevleri Kürtler için başka ne? Sıradan ve gerilla Kürt için dağ ne, cezaevi ne? Belki ideolojik birer okul denebilir. Örgütlülüğün devam ettiği, bir arada okumaların ve fikir bazında çalışmaların yoğunlaştığı yerler. Tabi ben bunları okuduklarımdan veya yaptığım görüşmelerden biliyorum, Kürtlerle cezaevi yatmışlığım yok. Üstelik örgütlü halin cezaevi sürecinin bizim gibi sıradan vatandaşlar için çok çok zor ve dayanılmaz bir süreç olacağını da düşünüyorum. Ama cezaevi Kürt siyasi hareketinin en önemli damarlarından biri. Üstelik tarihlerinde Diyarbakır Cezaevi gibi bir yaşanmışlık var, ki devlet politikalarının cezaevlerine yansımalarındaki yanlışlar daha doğrusu insafsız ve insanlıktan uzak uygulamalar bu hareketi daha da güçlendirdi. Bunu da unutmamak gerek. Haliyle cezaevleri onlar için bir direniş süreci. Kandil’i simgesel ve coğrafi olarak nasıl bir yer olarak değerlendiriyorsun? Simgesel olarak Kürtler için değeri büyük. Mücadelenin simgesel kalesi C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I diyebiliriz sanıyorum. Anneannen nasıl bir dünya, Kürtlere bakışı nasıldı, şimdi nasıl? Anneannem özgürlükçü biri. Dolayısıyla Kürtlere karşı bir düşmanlığı yoktu şimdi de yok. Sadece benim kitap serüvenimle beraber bihaber olduğu birçok konuyla ve hayatla buluşmuş durumda. “MAHMUR, SIFIRDAN HAYAT KURULABİLECEĞİNİN YAŞAYAN ÖRNEĞİ” PKK’nin örgüt içi ve dışı infazlarını, kanlı eylemlerini de göz ardı etmiyorsun kitapta. Bunu nasıl değerlendiriyor gerillalar? Onlara en sık sorulan sorular arasında bu konu geliyordur sanırım. Çünkü kendini devrimci olarak adlandırdıklarını söyledikleri anda ilk akla gelen soru da bu. Onlar örgüt içinde çeteleşmelerin yaşandığı yıllar olduğu ve bu çetelerin kirli işlere, infazlara, haraç kesmelere ve kendi köylüsüne de çıkar elde etmek için eziyet ettiğini bunlar tespit edildikçe de cezalandırılıp örgütle “Bu mücadelenin sürebilmesinde de bugüne gelebilmesinde de kadının rolü çok büyük. Kürt kadınlarının desteği büyük.” ilişiğinin kesildiğini anlatıyor, yazıyor. Geçmişte örgüt içi ihanetlerin de sebebini bu çetelere bağlıyorlar. O yılların özeleştirisini verdiğini söylüyorlar. Mahmur Kampı’nın, Kürtlerin istedikleri “özerk yönetim”in küçük bir kopyası olduğunu yazıyorsun. Konuştuğun üç kuşaktan insanların ve senin değerlendirmelerinle neye denk düşüyor Mahmur? Mahmur’a bırakılan bir canlının birkaç gün içerisinde ölmüş olması gerekiyor! Yani yaşamaları mucize aslında. Yaşamakla da kalmayıp büyük bir yerleşke kurmuşlar. Koşullarını her gün daha iyiye taşımışlar. Mahmur çölün ortasında bir damla temiz suyun bulunmadığı, akrep ve yılanların cirit attığı, kum fırtınalarıyla ünlü kervan geçmez bir noktadan yemyeşil, suyu olan, evlerin olduğu, sosyal alanların, okulların, sağlık ocaklarının olduğu bir yaşam alanına dönüştürülmüş o insanlar tarafından. Haliyle aslında Mahmur; direnip mücadele ederek sıfırdan bir hayat kurulabileceğinin yaşayan bir örneği! Sıfırdan daha da kötü koşullarla başlanmış ve küçücük bir şehir kurulmuş. Daha ne olsun... n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Anneanne, Ben Aslında Diyarbakır’da Değildim/ Tuğçe Tatari/ Doğan Kitap/ 214 s. 1311 2 N İ S A N 2 0 1 5 n S A Y F A 1 7