23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ayhan Geçgin'in yeni romanı: "Uzun Yürüyüş” Yere abanan adımların dünyasında Fotoğraflar: İbrahim AKGÜN ramanın ve anlatıcının kendine sorduğu sorular, bence aynı zamanda okuyanına da, insanlığa da sorduğu sorular. “İnsan sesinden duyduğum bu acı nereden geliyor? (…) İnsanın yalnızca kendi gücüyle, bu dünyada var olması olanaklı değil mi? Çevresindeki insanlardan aldığı güçle değil, onaylamalar, sevgiler, nefretlerle değil, kendi içinden doğan güçle (…) herkesin bir kimsesi olmak zorunda mı? (…) Kalabalığa bakıp nasıl bir kalabalık bu, diye kendine sordu, nasıl bir dünya bu? Aklında insanlar değil, sadece geçip giden ayakların hareketi kalıyordu. Ayaklara bakılırsa hızlı ayakların dünyası, yere abanan adımların dünyasıydı bu…” Kahramanın sorduğu “İnsanın yalnızca kendi gücüyle, bu dünyada var olması olanaklı değil mi?” sorusu roman, yani yürüyüş boyunca kafamda çok kez tekrarlandı. Sahiden de insan çevresindeki insanlardan aldığı güçle değil, onaylamalar, sevgiler, nefretlerle değil, kendi içinden doğan güçle yaşayabilir mi? Ya da bir insanın, hele ki bu çağda derdi neden bu olsun? Tamamıyla saf bir tek başınalık… Mümkün mü, gerekli mi? Metinler metinleri, kitaplar kitapları çağırır. Bazı metinler vardır ki korkutucu olduğu kadar kışkırtıcıdır da sorduğu sorularla. İşte bu soruyu soran ve okura sorduran Uzun Yürüyüş’ü elimden bırakıp başka bir kitaba doğru yürüdüm. Yıllar önce okuduğum Rollo May’in Yaratma Cesareti adlı kitabından bir bölümdü bu. “BU BENİM YOK OLMA ALIŞTIRMAM OLACAK” “Zamanımızın bir özniteliği birçok insanın tekbaşınalıktan korkmasıdır. Yalnız olmak, kişinin toplumsal bir başarısızlık içinde olduğunun işaretidir, çünkü kimse elinde olsa yalnız olmazdı. Bana öyle geliyor ki, modern telaşe uygarlığımızda yaşayan insanlar, radyo ve TV’nin sürekli bangırtısı arasında, kendilerini ister TV izleyiciliğinin edilgenliği cinsinden olsun, isterse konuşmanın, çalışmanın ve etkinlik için etkinliğin cinsinden olsun, her çeşitten uyarıyı tabii kılarak, sürekli meşgaleler yüzünden bilinçdışının derinliklerinden çıkıp gelecek kavrayışlara yol açmayı gitgide daha zor buluyor. Şüphesiz bir birey usdışından yani, deneyimin bilinçdışı düzeylerinden korkuyorsa, sürekli meşgul kalmaya, çevresinde en yoğun gürültüyü muhafaza etmeye çabalar. Tekbaşınalığın kaygısını, sürekli kışkırtılan oyalanma ile önlemek, Kierkegaard’ın güzel bir teşbihle belirttiği gibi, geceleri tencere tava çalıp kurtları uzak tutmak için yeterince patırtı çıkartmaya çalışan ilk Amerikan göçmenlerinin tavrıdır. Bilinç dışımızdan gelecek kavrayışları yaşamımıza alabilmek için, kendimize tek başına olabilme yetisini kazandırmak zorunda olduğumuz açık.’’ Bu bölümdeki “tek başına olabilme yetisinin” işaret ettiği yer Geçgin’in kahramanını anlama çabama katkısı oldu. Neden tek başına kalmak istiyor? Tek başına olmaktan, yalnız kalmaktan korkan bireyleriz. Ve gelişen dediğimiz, hayatımızı kolaylaştıran dediğimiz birçok “şey” sayesinde de bir yerlere yahut görüşlere ait olduğumuzu gösteririz. Mevcudiyetimiz, varlığımızın yegâne K İ T A P S A Y I 1311 Ayhan Geçgin kendine özgü dili ve dünyası ile dikkat çeken bir yazar. Onu “Kenarda” ile tanımıştık, ardından “Gençlik Düşü” ve “Son Adım” adını taşıyan romanları geldi. Şimdi ise “Uzun Yürüyüş”. Yola çıkarken bedenini soğan zarı gibi soyulacağını sanan ama tersine kat kat kabuk bağlayan ve katılaşan bir kahraman var romanda. Yine ilginç bir romanla karşımızda Geçgin. “Şehir” ve “Dağ” adlı iki bölümden oluşan “Uzun Yürüyüş”ün esin kaynaklarından birinin de Hüseyin Kıran’ın romanları olduğunu belirtiyor Geçgin. r Sibel ORAL ante, “Büyük bir acı içinde bulunduğumuz zaman, yok olmayı vahşi bir zevkle düşünürüz,” diyor. Ayhan Geçgin’in son romanı Uzun Yürüyüş’ü okurken daha doğrusu romanın kahramanının bazen arkasından bazen de yanından yürürken birincil çabam onun yok olmayı bu denli istemesinin ardındaki nedenleri çözmeye, bunlar için kafa yormaya, her hareketi ve düşüncesinden bir ipucu yakalayıp içinde bulunduğu acıyı çözmeye çalışmak oldu. Evet, kendini bir şekilde yok etmeyi düşünen ve uzun bir yürüyüşe çıkan bir adamın roman boyunca, yürümesine, yol almasına tanık oluyoruz Geçgin’in metninde. Önce belirteyim; Uzun Yürüyüş okunup, sayfa sonunda biten ve rafa kaldırılacak bir metin değil. Bir kere okunan bir metin değil. Neden? Kendi adıma şöyle diyebilirim; ben okumadım, daha gün ağarmadan yola çıkan kahramanla birlikte son sayfaya kadar yürüdüm. Onu izledim. Bazen arkasından bakakaldım, bazen yetişmek için hızlandım, bazen de onunla yan yana yürüdüm. Bu yürüyüş sahiden uzun bir yürüyüştü ve varılacak somut bir varış noktası var mıydı yok muydu bilmiyordum. Geçgin, varacağı yeri yazarken biliyor muydu, pek fikrim yok, romanın kahramanının da yoktu. Ve somut olarak aslında vardığı bir yer de yok. Ve işin güzel yanı ise tüm bunların bir önemi yok. Çünkü bu yürüyüş kanaatimce insan olmanın bıkkınlığının üzerinden geçen, anlama ile anlamama duraklarında nefes kesen, varlığı sorgulayan, varoluşuyla saç saça, tırnak tırnağa geçen ama çoğu zaman da sessizce geçen bir yürüyüş. TAMAMIYLA SAF BİR TEK BAŞINALIK Şu ana kadar okuduklarınız kafanızı karıştırmış olabilir. Eğer öyleyse bu iyi. Karışmış kafadan daha iyisi yoktur çünkü düşünürsünüz. Bu romanda kah D S A Y F A 1 4 n 2 N İ S A N 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle