23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ispatı aidiyetten geçiyor. Geçgin’in kahramanı hiçbir yere/görüşe ait değil. Hiç kimsenin bir şeyi değil. Yarına ait olmadığı gibi düne de ait değil. Yanılsama, umut, beklentiler gibi “zırvalara” da ait değil. Ölüme mi ait peki? Bilmiyoruz ama bir yerde şöyle diyor: “Önceden, diye düşünmeyi sürdürdü, belki bir ölüydüm, ölmüştüm, belki hâlâ öyleyim, ölüyüm. Ölme işim bitmedi, ölmeyi sürdürüyorum. Yine de, sonunun nasıl biteceğini bilmediği bu girişimi, içinde hâlâ canlı bir şeylerin olduğunu söylemiyor mu? (…) Artık açık bir hedefi var. Şehrin dışına çıkmak, geniş bir ova, sessiz bir dağ eteği bulana kadar arkaya bakmadan yürümek. Sonunda, diye düşündü, her şeyi unutmak, insan olduğumu bile unutmak istiyorum. Kendimi parça parça, ip ip geriye doğru sökeceğim. Şimdi sessizleşeceğim, gözlerimi kapatacak, bir süre hiçbir şey düşünmeyecek, hiç kımıldamayacağım. Bu benim yok olma alıştırmam olacak.” “ŞEHİR” VE “DAĞ” Bir parantez açalım. Roman, “Şehir” ve “Dağ” adlı iki bölümden oluşuyor. Şehir parklarda, çöplerde, kalabalıkta, insan sesiyle sürüyor. Geçgin romanının esin kaynaklarından birinin Hüseyin Kıran’ın romanları olduğunu belirtmiş. Kıran’ın Benim Adım Meleklerin Hizasına Yazılıdır ve Gecegiden romanları geldi aklıma… Kıran’ın Ruhi Bey’i ve Gecegiden’deki hayatla ölümün varoluşla insanın (canlının) kendini didik didik etmesi geldi. Uzun Yürüyüş ağır adımlarla fısıldaya fısıldaya ilerleyen bir metin. Şehir bölümünde kahramanın Gezi Parkı Direnişi sırasında polisler tarafından zalimce dövülmesi ve sonrasında “seni buraya çapulcular getirdi,” diyen doktor Selma’nın kahramana ona bir hayat sunmaya çalışması nafile bir çaba… Ki öncesinde çöp toplayıcılarıyla birkaç gün geçiren ve ona arka çıkmaya çalışan Mahmut’un çabası da nafile. Kahramanımız hiçbir şey istemiyor. Adı da dahil. Bu yüzden çöp toplayıcısı Mahmut adını sorduğunda ona Erkan, doktor Selma sorduğunda ise Mahmut diyor. Şehir bölümünde insan sesiyle sürerken Dağ bölümünde ise kendi iç konuşmaları dışında asıl ses doğaya ait. Salyangoz, toprak, ağaç, kırlangıç ve uçak sesi… Uçak; savaş uçağı. Dağda savaş var. Bölgede Kürtçe konuşuluyor ve tabii ki her şey şüpheli. Taş atan çocuklar, her yere karakol yapıyorlar diye yakınan köylüler, kendisiyle dalga geçen jandarmalar ve sonunda varılan dağın tepesinde zulümden kaçanlar, özgürlük için savaşan gerillalar… Toprak yiyor, böcek yiyor, bilmediği otları yiyor. Mağarada yaşıyor. Delikte, çırılçıplak bazen. Sonra bir kız. Dilini bilmediği, zulümden kaçan akrabalarının ölü bedenlerini hayvanların parçaladığı, Kürtçe bilmediği için konuşamadığı ama ölümden kurtardığı bir kız çocuğu… Artık yürümüyor, bir dağın tepesinde ne yaşıyor ne de şehirdeki C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I kadar sorular soruyor. Duruyor, günlerin çemberi dönüp duruyor. Bu sırada hayatını kurtardığı kızın “insanları” geliyor; gerillalar. “Dağlar bile özgür değildir, tutsaktır. Tüm doğa tutsaktır,” diyen gerillalar… Biri soruyor “Seni bu dağa ne getirdi?” diye adını bilmediği ve “meçhul adam” diye seslendiği kahramanımıza. “Bir hayat arıyorum,” diye cevap veriyor. Sonra, gerilla “Hayat özgür değilse, hayat değildir. İnsan dağa niye çıkar? Özgür değilse çıkar, özgürlüğü için çıkar. Sen buraya kadar doğrusun. Ama kanımca senin yolun çarpık bir yol olmuştur. Neden? Çünkü tek başına özgürlük olmaz meçhul adam, ondan. Tek başına kurtuluş olmaz, ondan” diyor ve “Halk özgürleşmeden olmaz, olamaz,” diye bitiriyor sözünü. Peki, ne yapacaksın sorusunun yanıtı ise “Bekleyeceğim!” oluyor. OKUR VE METİN BAŞ BAŞA Geçgin’in romanını derinlikli bir şekilde özetleyebilmek biraz güç. Çarçabuk okunan ve hakkında hemen, romanın derinliğini kısa sürede kavrayıp yazılacak bir metin değil. Romanı okurken çok kez “Ama neden?” diye soruyorsunuz evet ama bu sorunun yanıtını soracak “kimse” yok. Ağır adımlarla, insan olmaya, insan kalabilmeye değil de “canlı” olmaya ya da bunun dünya üzerindeki anlamına dair zaman zaman iç burkan zaman zaman da in Kendini bir şekilde yok etmeyi düşünen ve uzun bir yürüyüşe çıkan bir adamın roman boyunca yol almasına tanık oluyoruz Geçgin’in metninde. sanlığımıza dair sorular sorduran bir metinle karşı karşıyayız. Böyle metinlerin tırnak içinde “sorgulayıcı” yanının bazı tuzakları vardır. Dünyayı, insan olmayı, toplumu, bireyi çok şahane vurucu cümle ve sorularla daha doğrusu süslü aforizmalarla okuru bam telinden vurma çabasına girişebilir yazar. Geçgin, bunu yapmamış ki zaten onun edebiyatımızdaki duruşu ne mutlu bize ki buna izin vermez. Uzun Yürüyüş, üzerine yazara sorular yöneltilecek bir roman da değil, bunu romanı ikinci kez okuduğumda fark ettim. Soruları yazara değil, kendine yöneltiyorsun çünkü. Asıl muhatap sensin. Ve sanki yazar da yok gibi. Metinle, roman kişisiyle baş başa bırakıyor okuru, araya girmiyor ve o roman bitse de yürüyüş devam ediyor. Uzun Yürüyüş iyi bir roman, okuyup yürüyebilene ne mutlu… n sibelo@gmail.com Uzun Yürüyüş/ Ayhan Geçgin/ Metis Yayınları/ 160 s. 1311 2 N İ S A N 2 0 1 5 n S A Y F A 1 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle