19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ercan Kesal’dan “Nasipse Adayız” ‘Artık utanmıyorum galiba’ Ercan Kesal’ın romanı “Nasipse Adayız”, seçimler öncesinde yaşanan ikbal hesaplarının ardına taşıyor okuru. Kendince yaşamını sürdüren bir doktorun, belediye başkanı olmak için verdiği çaba çerçevesinde, Türkiye siyasetinin bilinen yüzünü trajikomik biçimde resmediyor romanında Kesal. Ortaya çıkan manzarada ise okurları, maddi ve manevi çöküşün eşiğinde gezinen bir insan hikâyesi bekliyor. r Eray AK ikâye şu... “Kırk yaşında doktor, meslek sahibi, kendince iyilik timsali, vicdanlı, onurlu bir adam. Küçük bir problemi var ama; ‘Reis Bey’ olmak istiyor. ‘Doktor Bey’ olmak yetmemiş besbelli. Tüm bilgi birikimini, deneyimlerini ve gelecek planlarını yaşadığı semte ve o semtin insanlarına vakfedecekmiş. Demokratik, özgür ve yerinden bir yönetim biçimi için hep birlikte ve yan yana olmak istiyor.” Çok da yabancısı olmadığımız bir hikâye aslında. Hemen her seçim döneminde duyabileceğimiz, yakınımızda yöremizde mutlaka konuşulmuş, birimizin yakınının olmasa bir başkasının yakınının başına gelmiş, gelebilecek bir durum. Özneler değişebilir elbet. Doktor olmaz da farzımuhal mühendis olur ama deneyimlerini siyaset sahasına aktarmak isteyen birileri illa ki bulunur. Ancak bu hikâyenin bir de bilinmeyen yüzü olur ki birçok gerçek de o noktada ortaya çıkar. Türkiye’deki seçme ve seçilme mantığındaki sakatlığın, siyaset tüccarlığının, siyaseti hizmet sunabilmek için araç olarak değil de meslek olarak görenlerin ve köşebaşlarını bir şekilde ele geçirmiş bu tiplerin, daha fazla çıkar sağlama amacıyla bu yola girmek isteyenleri birbirine tokuşdurduğu düzenin resmidir bu hikâyenin arka yüzünde yaşananlar. Ancak bir şekilde karşılıklı işler bu hikâye. Sonuçta bir tarafın istediğini diğer taraf vermedikçe ne böyle bir düzen kurulabilir ne de her seçim döneminde bu düzenin çarkları tekrar tekrar yağlanabilir. Ne ki seçime girmek isteyenlerin gözü kararmıştır bir kere ve karşı tarfın her dediğini onaylamaya mecbur hissederler kendilerini. Daha fazlasını yapabilmek için de ellerinden geleni ardlarına koymazlar. Yani parti listelerinde ön sıralarda görülmek isS A Y F A 4 n 2 9 H teyen adaylar, “Genel Merkez” denen naneyi etkilemek için yapmadıklarını bırakmazlar. Bu da ortaya çok zaman güldüren sahneler çıkarsa da işin aslını şu söz özetler: Güleriz ağlanacak halimize... Böyle dönemlerde ortaya çıkan, karamizahtan başka bir şey değil! SEÇME VE SEÇİLME MANTIĞINDAKİ ÇARPIKLIKLAR Seçimlerden az bahsediliyor, biraz da burada bahsedelim diye yazmıyorum bunları. Geçenlerde yayımlanan bir ilk roman üzerine konuşmak içindi bu giriş. Romanın yazarı Ercan Kesal; tanıdığımız bir isim. Sinema çalışmalarının Fotoğraf: Can EROK ardından Peri Gazozu’yla edebiyata da adım atmıştı bundan birkaç yıl önce Kesal ve taşrayı, hem içerden hem de dışarıdan bir gözle vurucu biçimde anlatmıştı bu kitabında. Şimdi ise bir romanla çıktı okurlarının karşısına ve bu kez de siyasetteki taşralılığı, şark kurnazlıklarını, ayak oyunlarını ve daha da önemlisi ahmaklıkları tiye alma derdinde. Romanın adı bile bu hicvin bir parçası: Nasipse Adayız. Bu bağlamda Ercan Kesal, daha ilk sayfadan başlayarak küçük dünyaların içinden sunduğu manzaralarla büyük bir fotoğrafın eleştirisini yapıyor. Bu büyük fotoğrafın içinde ise koca bir ülkenin seçme ve seçilme mantığındaki çarpıklıklar yer alıyor. Hikâye tam da yazının girişinde bahsettiğim gibi. Hali vakti yerinde, kendi hastanesini açabilmiş ve büyük ortak olarak işlerin başında bir doktor... Ancak bu kendisine yetmez ve biraz da çevrenin omuzlamasıyla bir anda kendini yerel seçim arifesinde belediye başkan aday adayı olarak buluverir. Bulur bulmasına ama bu ortam kendisine son derece yabancıdır. Önce kendisini seçime hazırlayacak kadroyu kurar, ardından da ilk olarak aday adaylığı sürecini sonrasında da belediye başkanlığını kazandıracak hamlelere hiç vakit kaybetmeden girişir. TÜRKİYE’DEKİ SİYASET YOLU Her şeyin rayına oturup tıkır tıkır işlediği bir ülkede bu sürecin nasıl gelişmesi gerektiğini az çok tahmin edebiliriz. Projeler, vaatler, örgütlenmeler, siyasi toplantılar, hemen yapılacaklar, görev süresi zarfında yapılacaklar, kadrolar, sosyal sorumluluklar... Liste uzar. Peki ya Türkiye’de nasıl yürüyor işler? İşte bunun peşine düşüyor Ercan Kesal ve kahramanımız Doktor Kemal Güner’i önce dernek yemeklerinde sergilenen saçma nesnelere en yüksek parayı vermeye çalışırken, sonra düğünlerde takı takmak için uğraşırken, daha sonra muhtarları toplamış onlara yemek verirken olur olmaz yerlerde olur olmaz zamanlarda göstermeye başlıyor. Kemal Güner bu işe “öylesine” girmiş biri de değil üstelik. Kafasında dönen projeleri, yapmak istedikleri var. Hatta bunları bir dosya haline de getirmiş. Ancak işin ironik ve trajik yanı burada başlayıp bitiyor. Kemal Güner bu dosyasını romanın sonuna kadar hiçbir parti yetkilisine ya da görevlisine gösteremiyor. Bu da aslında seçimler paralelinde genel bir Türkiye manzarası sunmasının yanında oldukça trajik başka şeyleri de çağrıştırıyor. Örnekse bugünlerde daha yüksek perdeden dillendirilmeye başlanan siyasette akrabacılık, kayırmacılık gibi kavramları. Proje ya da vizyon yarışmıyorsa aday adayları arasında ne yarışıyor? Ercan Kesal, kahramanı Doktor Kemal Güner’le bunu da gösteriyor bize. Partinin İstanbul sorumlusu ve akan hikâye boyunca kendisini “Başgan” diye çağıcağımız kişiyi viskilerle tavlama çalışmaları, dernek etkinliklerine “destek olsun diye” alınan toplu biletler, dağıtılan ücretsiz imkânlar... Bunlar sadece romanda olup biten ve bir roman kahramanı olan Kemal Güner’in başına gelenler değil elbette. Kemal Güner aslında Türkiye’de siyasete girmek isteyen pek çok kimsenin temsili. Bir roman kahramanı olarak en önemli özelliği ise karikatürize olmaya teşne konu ve karakteri, bu tuzağa düşmeden bize anlatabilmesi. Bu bağlamda kendince yaşamını sürdüren bir doktorun, belediye başkanı olmak için verdiği çaba çerçevesinde, Türkiye siyasetinin bilinen yüzünü trajikomik biçimde resmediyor romanında Ercan Kesal. Ortaya çıkan manzaranın altında ise maddi ve manevi çöküşün eşiğinde gezinen bir insan hikâyesi yatıyor. Arada durup düşünmüyor da değil Doktor Kemal; eve geç saatlerde gidip bir tek rakısını önüne koyduğunda, bulunduğu ortamlara yabancılışıp “Ben neredeyim böyle?” diye sorduğunda ya da boşandığı eşini seçmenlerine mutlu aile fotoğrafı verebilmek için ikna etmeye çalıştığında... Ancak olay ne düşünmeyle ne de utanmayla çözebilecek bir iş. Kemal Güner’in de dediği gibi Türkiye’de siyaset yoluna girebilmek için birçok şeyden fedakarlık gerekiyor. En çok utanç duygusundan: “Artık utanmıyorum galiba. Aday adayıyım çünkü.” Kemal Güner’in aday adaylığı sürecini başarıyla aşıp aşamayacağı Nasipse Adayız’ın trajikomik hikâyesinin sorunu. Siyasette utanmazlığın kazanması ise Türkiye’deki herkesi ilgilendiriyor olsa gerek. İlgilendiriyor mu sizce? n [email protected] Nasipse Adayız/ Ercan Kesal/ İletişim Yayınları/ 194 s. K İ T A P S A Y I 1341 Ercan Kesal, Türkiye siyasetinin bilinen yüzünü trajikomik biçimde resmediyor romanında. E K İ M 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle