Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Anais M. Martin’den “Ve Yola Çıktılar” ‘İnsanı sevmek, sevmek, sevmek gerek!’ Bu coğrafyanın en kadim halklarından Ermenilerin maruz bırakıldığı kapsamlı ve çok boyutlu yok etme politikasının sonuçlarının belki de en kederli yüzüydü onlar. Tecavüz, kölelik, satılma… Resmî yüzleşme yaşansa bile belgelere, davalara, raporlara kuru rakamlarla, istatistiklerle yansıyacak vakalar... Yüz yıllık suskunluğun ardından olan bitenle nasıl yüzleşilir? Elbet birçok yolu var. Metz Yegenk’ten (Büyük Felâket’ten) sonra bir şekilde hayatta kalmayı başarmış, acıyla, çileyle, gözyaşıyla yoğrulmuş kadınların sürgün edilme, geride kalma, kimliksizleştirilme hikâyeleri bunlardan biri. “Ve Yola Çıktılar”la Anais M. Martin, hepsi inanılmaz hırpalanmış, sonraki yaşamlarında hiç mutlu olmamış bu kadınların anlattıklarına kulak veriyor. r Gamze AKDEMİR “Biz hepimiz bir arada büyüdük. Ekmeğimizi, aşımızı, bayramlarımızı paylaştık. Ermenisi, Türkü, Rumu, Kürdü, Lazı yok! İnsan olsun yeter.” Garo’nun anası (“Kavuşmak” adlı öyküsünden) anım vatanım, benim güzel ve çileli vatanım, sevgili yurdum” seslenişiyle başlıyor kitap. Mezalimin karanlığını değil umudun aynasından yansıyan ışığını da yansıtıyor öyküler. Sevgili Gamze Akdemir, beni çok duygulandıran bu güzel sorunuzu yanıtlamadan önce hemen söylemek istediğim bir şey var: İnsanı, insanlığı ilgilendiren her tür olayı (güzellikler ya da felâketler) irdeleyip yazabilmek için insanı sevmek gerek bana göre. Sevmek, sevmek, sevmek... Onlarla empati ancak sevgiyle kurulabilir diye düşünüyorum. Vatanımın çileli oluşuna gelince... Bana çocuk yaşımda bu öğretildi. Kendi evimde çekilen başka zorluklar (özellikle Varlık Vergisi) nedeniyle bazı konular tabuydu. Benim ilk yaşlarım, çocukluğumun büyük bir kesiti anneannemin evinde, cumbanın içindeki sedirde geçti. Sorulduğunda “bir tane anneannem var” dememe karşın, benim on tane yayam (Ermenice günlük dilde büyükanne anlamında kullanılır) vardı. Onlar bana her şeye karşın ayakta nasıl kalınabileceğini, yaşama nasıl sıkı sıkı sarılmak gerektiğini öğretti. Yayalarım bir araya geldiğinde, 1914 öncesini konuşurdu. Anlamazdım... Çocuktum ama çocuklar beyaz kâğıt gibi ne yazarsanız o kalır. İşte benim beynime kazınanlar da “beyaz kâğıt” olduğum döneme ait. Evet, 1914 öncesi diyordum değil mi... En iyisi size onlardan birkaç cümle aktarayım: “Uşşağ ne eyidik deel mi? Bizim Kemikçi Hüsam varıdı. Gurbanı bile şarkıtürküylen keseridi. Gonu gomşu paylaşırıdık. Eh, ayrı gayrı var mıydı Maryam? Köyün meydanı herkesin. Get, otur çocuk çocuk gıpır gıpır gıpraşsın, goşsun... Of, mayrig of beni neden doğurdun?” Aralarında en S A Y F A 2 0 n “C çok sevdiğim, yaşına göre çılgın olanı Lusig’di. Sanırım biraz da “mürekkep yalamış” takımındandı. İkide bir “Üç bin yıldan sonra bizi yerimizden ettiler de ellerine ne geçti?” der dururdu. Bu üç bin yıl sözü de belleğime kazınan cümlelerden. Yayalarımın hepsi hem de bir ağızdan ağıt yakardı. Artık biliyorum ki 1914 öncesinde söylenen renkli, mutluluk dolu, aşk dolu motiflerden oluşan türküler tehcirle birlikte acı, gözyaşı ve ölüm içerikli ağıtlara dönüşmüş... Mesela iki örnek: “Ağlayı, ağlayı gözlerim şişti/ Gözümün gölgesi önüme düştü.” “Dağlar dağladı beni/ Gören ağladı beni/ Ben ne yaptım feleğe/ ipsiz bağladı beni.” Bu ve bunlar gibi ağıtlar kederli olduğunda, acıları tazelediğinde dökülürdü yüreklerinden. “TEK RENK, TEK TİP İSTEYENLER ASLA BAŞARAMAYACAK” Tehcirden kurtulan kadınların yaşam mücadelesini, durumunu nasıl ortaya koydunuz? Hayata yeniden nasıl bağlanıp nasıl bir maneviyatla yaşadılar? Ben doğal ki anneannemin arkadaşlarından yola çıkarak yanıtlayabilirim. Hatırladığım kadarıyla onlar birbirini bulduğunda sanırım içi yaşam sevinciyle doldu. Dinî bayramlarda toplandıklarında söz birliği etmiş gibi asla kötü şeyler konuşulmazdı. Herkes bir şeyler pişirip getirirdi. Ermeni toplumu yaşamı, yemeyi, içmeyi hep çok sevmiştir, öyle de sürüyor. Yaşım büyüdükçe anladım ki bu pişirilenler hep yöresel. Yani Tokatlısı Tokat’ı, Keskin’lisi Keskin’i, Eskişehirlisi Eskişehir’i yaşıyor. Yoksa ben nereden öğrenebilirdim “ğhavit”, “topik”, “kete” gibi yiyecekleri. Üstelik bu yiyecekleri tüketirken hep çok neşeli türküler söylerlerdi. Çocuk yaşımda birden içimi yaşam sevinci doldururdu. Minik bir parantez doğal ki kişilikleri farklıydı. Örneğin hamur işinde çok başarılı olanına “bunun ölçülerini veriver” dediklerinde “Gız dölek, nereden bilek, ölçü mü varıdı, el terazi, göz nizam” der, geçiştirirdi. Düşünün onca acı yaşamışlar ama içlerindeki ya şam böceğini öldürmemişler. Hep daha iyi olacak diyerek yaşamaya çalışmışlar. Aslında tehcirden sağ kurtulan kadınların acıları, çileleri hiçbir zaman bitmedi. Sağ kurtulmak çözüm değildi çünkü onların kimisi yetimhaneye gönderildi kimi de daha sürgün yolunda ailelerinden koparılarak alındılar. Canları yanan anneler belki onlar sağ kalır, kurtulur umuduyla kız çocuklarını verdiler. Anneannemin arkadaşları arasında Müslümanlaştırılmış olanlar vardı. Hiçbir zaman ne duaları, ne namaz rekâtlarını tam öğrenememişler ama baskılar altında çaresiz uymaya çalışmışlar. Aşk, arkadaşlık, kardeşlik, komşuluk, yurttaşlık içselleşmiş, asla silinemeyecek ve yok edilemeyecek. Tek renk ve tek tip isteyenlere sözünüz nedir? Tek renk ve tek tip isteyenler ASLA BAŞARILI OLAMAZ! İnsanın yapısı renkli. Kapalı kızlara bir göz atınız, hepsi birbirinden rüküş ama o rengârenk eşarpları yok mu, onlar bende umut ışığı yakıyor. Yani asıl onlar siyah ve griye başkaldıracak diyorum. Ütopik mi oldu? “YAYALARIMI YAZMAK GÖNÜL BORCUYDU” Siz İstanbul’da doğup büyüdünüz. Fakat bizzat aile geçmişinizden esinlendiğiniz öyküler de var kitapta. Evet, ben ve ailem çok eski İstanbullu. Bir tek anneannem Arşaluys Adapazarı Bahçecik’ten. Balkabağı ticareti yapan Türk komşusu tarafından atlı arabayla getirilip yetimhaneye verilmiş. Öyküsü Ve Yola Çıktılar kitabımın en özgün anlatısı. Bir tek sonu değiştirildi. Bunun nedeni artık herkesin bildiği ve sadece biz Ermenilere değil hepimizi bugünlere getiren nedenler diyorum. Son noktayı, rakı sofrasında söyledikleri “Diyarbekir yöresinden Horovel (iş şarkısı) denen şu türküyle koymak istiyorum. Bu türküyü o mutlu zamanlarda tarlalarda erkeği kadınıyla birarada bir tek Ermeniler söylermiş: “Ermeniyiz meskenimiz toydadır/ Rakı, şarap Ermeniye faydadır/ Yeni duydum Ermenisen Ermeni/ Bu gönlümün dermanisan dermani/ El ele ver gidap Puruthana’ya/ Gurban olam gız, seni doğuran anaya/ Seni doğurdi beni saldı belaya/ Yeni duydum Ermenisan Ermeni/ Bu gönlümün dermanisan dermani.” Yeniden yazacak mısınız, bu öykülerin devamı gelecek mi? Acılardan süzülmüş yaşam sevinciyle beni besleyen yayalarımı yazmak gönül borcuydu ve evet, sanırım yine yazacağım. Üstelik elimde (bana göre ilginç) bir tehcirden sağ kurtulma öyküsü var. n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Anais M. Martin/ Ve Yola Çıktılar (19141916 Öyküleri)/ Evrensel Basım Yayın/ 128 s. “Acılardan süzülmüş yaşam sevinciyle beni besleyen yayalarımı yazmak gönül borcuydu” diyor Anais M. Martin... Fotoğraf: Can EROK 2 9 E K İ M 2 0 1 5 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1341