25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

lıyız. Bakın ben, 27 Mayıs yürüyüşlerine katıldığım zaman lisede öğrenciydim, çok gençtim. Haldır huldur yollarda yürüdük, pankartlar taşıdık, aradan onca sene geçti, yahu ne kadar aptallık etmişim dedim. Bunu itiraf etmek zorundayım. O kadar değişik yollardan geçtik ki. Ben, Gezi’yi ise çok, çok sevdim. Gezi kadar masum, renkli, sempatik, iyi niyetli, her görüşten insanın birlikte kol kola gerçekleştirdiği bir direniş görmedim. Gezi’yi bir çapulcular ve teröristler grubu olarak nitelemek ne kadar vahim bir hata. O tutarsız, saçma ötesi Kabataş iftirası hele ki. Yazık diyorum. Gezi bende bir şeye daha yol açtı; çok dindar bir insan değilim ama dindar bir ailede büyüdüğüm için merhamet, alçakgönüllülük, vicdan, başkasının onurunu gözeten bir yardımlaşma anlayışı gibi bütün o Müslüman değerleri benim için çok önemliydi. Tüm o değerlerin içini boşalttılar. Öyle bir hale getirdiler ki bugün Müslümanlıktan kala kala neredeyse bir IŞİD kaldı, yalan kaldı, hınç kaldı. “KENDİMİ TÜRKAN SAYLAN’A GÖNDERME YAPMAKTAN ALAMIYORUM” Romanın üç kuşağı neyi temsil ediyor? Anneannemin ve annemin kuşağı, ben ve çocuklarımın kuşağına göre ki torunlarımı tamamen dışında bırakıyorum Cumhuriyet kazanımlarına çok daha titizdi. Çünkü özellikle anneannemin kuşağı savaşı, yokluğu, işgali görmüş. Bir vatan kaybetmenin ve onu canla başla savunmanın ne demek olduğunu, Cumhuriyet devrimlerinin onlara verdiği değerlerin kıymetini biliyor. Oradan hareketle romandaki ilk kuşak olan anneanne böyle bir kadın. İkinci kuşak olan bilim kadını Yuna, sistemin çok gönüllü olmasa da epey süre uyumlusu olmuş bir kimlik. Üçüncü kuşak Regan ise tüm o yanlı devlet eğitimine rağmen dönüştürülemediği kişiliğiyle umut vaat eden bir gençliği temsil ediyor diyebilirim. Özgür ruhlu, yaratıcı, fedakâr, aslanlar gibi direnişçi o anneanneyi okuyan pek çok kişi benim gibi onu Türkan Saylan’dan esinlenerek yarattığınızı düşünecek sanıyorum. Kesinlikle. Türkan Saylan’a gönderme yapmadan duramıyorum. Bu romanımda da onu bir kere daha yaşatmak istedim. O kadar çok sevdiğim, saydığım ve kıymetinin bilinmediğine inandığım bir kişi ki bu duygularım bir şekilde romanlarımda dışavuruyor. Romandaki cenaze törenini de tamamen Saylan’ın cenaze töreninde hissettiklerim, gözlemlediklerimden yola çıkarak yazdım. “KADINA ŞİDDETİN OLAĞANLAŞMASI BENİ ÇOK KORKUTUYOR” Distopik olmasının yanı sıra hayli sosyal ve disiplinlerarası bir metin. Yani bilim kurguyla ilgisi yok. Yok. Tek farkı, olmayan bir ülkede olmayan bir zamanda geçmesi. Başta ne yapacağımı çok bilmiyordum. Sanal dünyaya bile doğru dürüst girebilen biri değilim. Bu kadar yabancısı olduğum bir dünyada nasıl bir roman yazarım C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I acaba diye çok düşündüm. Bir sürü bilim dergisi, kitabı okudum fakat emin oldum ki tüm bunların dışında bir söylem geliştirmeliyim. Yani ben bir bilim kurgu yazarı olamam, hiç deneyimim yok, bilgim de çok sınırlı. Ben tekrar bir Ayşe Kulin romanı yazmalıyım dedim. Romanlarımda insan ilişkileri çok önemli ve önde. Anakız ilişkileri, anaoğul ilişkileri, sevgiliarkadaş ilişkileri var. Shakespeare’in oyunlarındaki gibi menfaatleri için yola çıkan insanlar var. Bu romanımda da öyle. Çoğu kez beni dürtükleyen şeylerden de yola çıkıyorum. Epey süredir tepki kitapları yazıyorum; bir eşcinsel kitabı, Gizli Anların Yolcusu, enseste karşı Bora’nın Kitabı, Boşnak halkının uğradığı korkunç haksızlıklara bir ses vermek için yazdığım Sevdalinka gibi. Tutsak Güneş de insan davranışları ve isyanın romanı. Kadına şiddet, romanın önemli duraklarından biri. Şiddet; fiziksel, ruhsal tüm boyutlarıyla yer alıyor. Kadına şiddetin olağanlaşması beni çok korkutuyor. Romanda şiddete uğrayan Odelya’nın kendini bir gruba eklediği, onların bir parçası olduğu zaman korkusu azalıyor ve direnci güçleniyor. Odelya’nın kimliği kadınlara birleşin ve mücadele edin çağrısı. Gökcisim de sıkı bir gönderme. Durup dururken yörüngede değil bazı şeyler! Gökcismi oraya kasıtlı yerleştiren, para hırsıyla gözü dönmüş tiran. Ben siyasal ortamlardan çok doğanın tahribatının vahim sonuçlar yaratacağını düşünüyorum. Dünyanın her yerinde gelişme adı altında kaçınılmaz bir felakete adım adım yaklaşıyoruz. Tüm o doğa tahribatı iktidar ve para için yapılması daha da korkunç. Ona işaret etmek istedim. “İSTEDİKLERİ GİBİ BİR NESLİ SARAYDA PROGRAMLIYORLAR” Robotlaşmadan çok bahsediliyora. Romandaki Selvili Park’ta halkın üzerine saldıran robotların yanı sıra insanların hayatlarına hemen her alanda getirilen yasaklamaları, tektipleştirmeyi görüyoruz. Evet, bunu çeşitlendirerek yansıtmak istedim. Ramaların, yani hükümetin emriyle çocuk sayısının arttırılmasından parayla teşvikinden, hükümetin emriyle yaşlıların bir kurumda toplanmasına, genç kızların evleneceği kişileri seçen İffet Yuvaları’na kadar karışılmadık alan yok gibi. Erkekler lehine cinsiyet ayrımcılığı olağanlaşmış. Boşanmak, kısırlık söz konusu değilse yasak. Tesettür zorunlu. Kucaklaşmak, içmek, çıplak banyo yapmak, kıyılara seyahat yasak. Fişleme, ispiyon, her türlü izleme, iktidarın güdümündeki yandaş medya almış başını gitmiş. Yani tam günümüz gibi. Romanımdaki insanlar da öyle bir hale gelmiş ki kanun, kural hiçbir şey dinlemiyor, bir tek tepedekilerin sözünü dinliyor. Kaldı ki günümüzde o da büyüyen bir tehlike. Böyle bir ortamda, mizahı da devreye sokarak romanın paranoya vurgularını da güçlendiriyorsunuz. Evet. Yuna’nın tuhaf bir ayin gibi ha babam tencereleri kapıp gittiği banyoda akan sular eşliğindeki telaşesi, yaşadığı o tangır tungur durumlar beni de çok güldürdü. Bir de lokantaya giren 1341 robotların halini yazarken çok eğlendim. Romandaki Uluhan’ın konutu da muazzam! Merkez’in alâmetifarikası Büyük Saray’da yaşıyor hazret! Öyle. Sağı solu pek güzel tasarlanmış bir konut o. Sağ ka“Romanımda Türnadı Uluhan’ın kokan Saylan’ı daha nutu, orta kanadında yaşatmak istedim. Çok sevdiHükümet çalışmağim, saydığım larını yapıyor. Sol ve kıymetinin kanat ise çok zaman bilinmediğine işlevsiz kalmış. Sonra inandığım bir kişi ki bu ta anaokulu çağınduygularım bir şekilde dayken keşfedilmiş üstün zekâlı çocukla romanla rımda dışarı yetiştirildiği Saray vuruyor.” Akademisi’ne dönüştürülmüş. İstedikleri gibi bir nesli orada programlıyorlar. Ne saray ama. Anlatımda aksiyon söz konusu, hatta kısa süre içinde polisiyeye dönüşüyor. Bu kitabı ancak öyle anlatabilirdim. Hiçbir yerde ve hiçbir zamanda geçiyor, e isimler de değişik! Dolayısıyla bağlanamayabilirsiniz kitaba. Ama aksiyonu bilerek mi dengeledim hayır, onu şimdi siz söyleyince fark ediyorum. Günümüz izdüşümleri dolayısıyla sorarsam bu romanın devamı gelecek mi? Bunu önümüzdeki seçimler gösterecek. Fakat birbirine bağlı romanlar yazmaktan bıktım diyebilirim. Başka bir tasarınız var öyleyse. Tarihi bir roman yazmayı düşünüyorum. On sekizinci yüzyılı bugünle buluşturacağım bir romanı içimde olgunlaşıyor şu anda. n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr Tutsak Güneş/ Ayşe Kulin/ Everest Yayınları/ 440 s. 2 9 E K İ M 2 0 1 5 n S A Y F A 1 7
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle