Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Nedim Gürsel’den “Yüzbaşının Oğlu” Enine boyuna tartışmak Nedim Gürsel’in son romanı “Yüzbaşının Oğlu”nu tek bir cümle ile anlatmaya kalkarsanız, kanımca “İktidar, iktidarsızlık, şiddet ve cinsellik üzerine yazılmış bir tragedya ve komedya şaheseri” en uygun cümle olur. Bu tek cümle ile yetinmeyip bunun üzerinden romanı enine ve boyuna bir incelemeye tabi tuttuğunuzda ise karşınıza her iki yöne doğru uzanan çok katmanlı bir eser çıkıyor. “Yüzbaşının Oğlu”nun öz anlatısı “sansür” üzerine kurulmuş, bu öz anlatı romanın sonunda beliriyor. r Gamze KURT ktidar çatışması her dönem var olmuştur. Nedim Gürsel’in otorite ile hesaplaşması ise ilk kez bu romanında karşımıza çıkmıyor. Cinsel, siyasi ve toplumsal tabuları yerdiği başka başka kitapları da vardır yazarın. Nedim Gürsel, okuyucuyu sanatın, tarihin ve özellikle de edebiyat tarihinin derinliklerinde dolandırdığı lirik anlatımlarıyla etkileyici bir kalemdir. Otorite ve yasaklarla cebelleşmesi ise tüm yapıtlarına az veya çok değmiştir. “Peki, bu romanda farklı olan ne?” diye soracak olursanız, kısaca “üslup farklılığı” diyebilirim. HEM İRONİK HEM DE KİNİK Yıllardır ettiği duası kabul görmediği için yoldan çıkmış bir derviş edasıyla karşımızda kahramanımız. Küfrediyor ve küfrün gittiği noktanın ucu açık, herkes bu küfürden nasibini alıyor. Sesini duyuramadığı için isyanlarda, hatta isyanın ötesinde algıları bozulmuş, kafayı sıyırmış “lunatic” bir kahramanımız var. Gürsel, bu karakter üzerinden mizahi, pervasız bir üslup deniyor. Çünkü anlatılan dönem ve karakterin yaşadığı olaylar çok acı verici. Gürsel, okuyucuyu gözyaşına boğup işin kolayına kaçmak yerine onu güldürmeyi ve anlatının ağır trajik tarafını hafifletmeyi denemiş, çok da başarılı olmuş. Gözyaşlarına gülümsemelerin eşlik ettiği bir eser çıkarmış karşımıza. Mizah, Türk toplumunun en renkli yönlerinden biri. Mizahın unutulduğu toplumlarda iktidar çatışmaları şiddete yönelir, iktidar sahipleri kendisini içten içe kemiren ezikliklerinin başkaları tarafından alaya alınmasına tahammül bile edemez. Tahammülsüzlük sansürü getirir. Gülmeyi unutanlar çok boyutS A Y F A 8 n 6 Ş U B A T İ lu düşünmeyi de unutur. Bu nedenle önemlidir bir eserin ne söylediği kadar nasıl söylediği… Gürsel “Yüzbaşının Oğlu”nda çok geniş bir yelpazede üslup denemesine girişmiş. Yaşanılan trajedinin dozunu hafifletmek için Batı edebiyatının sık sık başvurduğu “kara mizah” yerine gayet yerli bir hicivsel üslup kullanmış; fıkralar. Hem de bu fıkraların hepsi Gürsel’in icadı ve insana “zorla gül” diye dayatılmıyor, gayet zekice gayet espirili kurgulanmış. Fıkralar, lakaplar, tekerlemeler, ergenliğe özgü argolar romanı dinamik kılmış ve gençlerin çok da zevk alarak okuyacağı bir düzleme çekmiş. Romanın enlemine yani üslubuna baktığımızda çok katmanlılık okuru diri tutuyor. Kitap boyunca farklı farklı sularda geziniyoruz. Lirik bir anlatımla başlıyor her şey… Hüzünlü, etkileyici ve bir o kadar da komik anlatımlarla bezenmiş çocukluk yılları… Çocuk büyüyünce anlatım lirizmden kinizme kayıyor. Bu arada kinizm ve ironi arasındaki ayrımı da iyi yapmak lazım. Kitap hem ironik hem de kinik. Bir çocuğun, bir ergenin ve bir yaşlı nın psikolojik açmazları çeşitli mekânsal ve tarihsel arka fonlarla gözlerimizin önüne seriliyor. Bir anne özlemi, bir de ölüm saplantısı kahramanın tüm hayatına damga vuruyor. Roman her ne kadar yerli hicivsel bir üslupla yazılmış olsa da Batı tarzı dediğimiz kara mizahla sonlanıyor. Enlemesine derinlikten boylamasına derinliğe geçtiğimizde kitabın anlattıkları ve bu anlatıların çok katmanlı alt metinleri çıkıyor karşımıza. Sosyolojik, psikolojik, siyasi, edebi, tarihsel pek çok değinilen konu var. Gürsel’in, Halit Ziya Uşaklıgil’in “Aşkı Memnu”su üzerinden mizahi bir tarzla değindiği Yeni Osmanlıca ve edebiyatımızda o döneme ait akımlar romanın yan anlatılardan sadece bir tanesi. İKTİDAR FİGÜRÜNÜN BAŞKAHRAMANI BABAANNE… İktidar mücadelesinin arka planda Fotoğraf: Nihal GÜNDÜZ ki oyuncular olarak kadınlar çıkıyor karşımıza ve bu iktidar mücadelesi özellikle Babaanne karakteriyle devleşiyor. İktidarı korku yoluyla elinde tutan babaanne figürünün haricinde, iktidar için “her yol mübah” diyen ve iktidarı cinsellik yoluyla elinde tutmaya çalışan kadınlar romanın çeşitli bölümlerine serpiştirilmiş. Toplumsal realitelerin bireysel çıkarlarla nasıl da şekillendiği ve birbirimizin kafasını gözünü yararken aslında ne kadar boş bir kavganın içinde olduğumuzu bize duyumsatan o kinik damar, tüm vurdumduymazlığı ve alaycılığıyla romanın en başarılı edebi yönlerinden birini oluşturuyor. Eserin sosyolojik boyutunda ise gözlerimizin önünde değişen bir İstanbul manzarası var. Galatasaray Lisesi yılları, okul anıları, lakaplar (Küfe Sebahat, Fırlama, Cımbız, Zürafa, Parkinson Hilmi) üzerine bir belgeseli aratmayacak ustalıkla yazılmış bölümler, o dönemin argosu, fıkralar, mekânsal betimlemeler, tekerlemeler ile zenginleştirilmiş. Tüm bunlar damağımızda bir “Hababam Sınıfı” lezzeti bırakıyor. Romanın mekânsal kahramanları ise hiç şüphesiz ki Mektebi Sultani ve Caddei Kebir. Gürsel’in çocukluk ve gençlik yıllarının geçtiği Beyoğlu anlatımları ve betimlemeleri çok canlı. Sonra iktidar mücadelelerinin, rant kavgalarının adresi olarak gösteriyor bu şehri ve şehrin gittikçe çirkinleşen yüzünü. Aslında çirkinleşen şehir değil siyaset. Menderes dönemini ve günümüzü karşılaştırırken kurduğu parallellikler hepimizin malumu: “…Siyasal erk otoriterleşmeye başladığı zaman mutlak varlığa dönüşmek derdine düşer. Her yerde olmak, herkese görünmek, her şeye el atmak ihtiyacını duyar ve elbette, her şeyi bilmek” (s.104). Mizah, şiddete ve sansüre meyilli siyasi iktidarların panzehiri olmalıdır. Ülkemiz siyaseti bu renkli yönünü çok uzun zamandır kaybetti maalesef. Bizler artık mizahı gazetelerde, televizyonlarda, romanlarda değil sosyal medyada görür olduk, şimdilik… “Yüzbaşının Oğlu”na sadece bu nedenle bile müteşekkir olmamak imkânsız. n Yüzbaşının Oğlu/ Nedim Gürsel/ Doğan Kitap/ 256 s. Yüzbaşının Oğlu N r Cüneyt AYRAL edim Gürsel’in alışık olduğumuz anlatımından çok farklı bir biçimde sunduğu “Yüzbaşının Oğlu”, aynı zamanda bir romancının, romana nasıl hazırlandığının da belgesi gibi geliyor karşımıza. Gürsel, kitabında her şeyden önce 1960 ihtilali öncesi ile bugünü, farklı bir dille, farklı bir anlatımla karşılaştırıyor ve bir anlamda başbakanı uyarıyor, “Usandırdın artık, git” diyor. Bundan birkaç yıl önce bir televizyon kanalı için yapmış olduğum bir dizi program sırasında, gazeteci ve yazar Hıfzı Topuz ile konuşurken o günün hükümeti (AKP) için ne düşündüğünü sorduğumda bana, “Ben bu filmi görmüştüm, umarım sonu aynı olmaz” demişti, işte Nedim Gürsel “Yüzbaşının Oğlu”nda o filmi yeniden gözler önüne sererken başbakana olan tahammülsüzlüğünü anlattığı ara bölümlerle de karşılaştırmaları yapıyor. Çok usta bir yazarlık deneyimi olarak niteleyebileceğim bu kıvraklık öykü anlatan yaşlı bir gazetecinin dilinden aktarması okuyucu kapıp götürüyor. Galatasaray Lisesi’nden mezun olmuş olan yazar, “yatılı mektep” anılarını öylesine çırılçıplak kaleme almış ki merak edilen Mektebi Sultani’nin mezunları için de hoş bir anı kitabı haline gelmiş öykü, çünkü yatakhanelerde neler olup bittiğinden, sınıflardaki davranışlarına kadar, lisede olup biten her şey bu kitapta var. Gürsel’in yeni kitabı, kitapta da yer yer “Sevgilim İstanbul” dediği gibi o öykülerinin de bir devamı sanki. Beyoğlu’nu didik didik anlatan, İstanbul’la olan bitmeyen aşkını amansızca vurgulayan kitap pek çok farklı okur için ilginç nitelikte, çünkü yoğun nostaljik anıları barındırıyor. Okur yakın tarihimize meraklıysa “Yüzbaşının Oğlu” kitabında var, Galatasaraylıysa o da var, muhalifseniz bugünkü hükümete, tam bu kitabı okumanın zamanı diyebilirim. Yok erotizme, yasak aşklara meraklıysanız kitap zaten onun etrafında dönüp duruyor. İyi ve farklı bir edebiyat kitabı ile buluşmak istiyorsanız eğer, evet Gürsel yetenekli bir romancı olduğunu bu kitabıyla pekiştiriyor. Bana göre Gürsel’in ilk en iyi romanı “Resimli Dünya”dır, ağır ve zor bir romandır. Ardından “Allahın Kızları” kitabıyla iç içe öyküleri anlatmaya başlamış ve başarılı olmuştur, ancak bu kez, iç içe öykü anlatma işine yepyeni bir boyut kazandırırken bizi farklı bir edebiyat deneyimiyle baş başa bırakıyor. Yayın yaşamımızda bir yenilik olan, yayımlanmamış kitapları önce avukatlara okutma alışkanlığını bu kitapta da yaşayan yazarın, kitabından birkaç cümlesi çıkartılmış. Daha önce başkaları tarafından benzer cümleler bu hükümet tarafından “suç” sayılıp cezalandırıldığı için çıkartılan bu cümleler için Gürsel sessizliğini bozmadı, ancak yazarların özgürlüğü konusunda ondan yeni söylemleri beklemekte olduğumuzun farkındayım. n 2 0 1 4 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1251