Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K Keskin bir kalemi var Munro’nun; toplumsal yapıya dönük yaşananlar, sınıfsal gerçeklikler karşısında öylesine dikkatli, özenli ki, hiçbir şey kaçmıyor gözünden… lice Munro (d.1931), Kanadalı bir öykücü. Bizim 1950 kuşağı öykücülerimizle aynı yıllarda doğmuş, onlar gibi 1960’larda ürünlerini yayımlamaya koyulmuş biri. Demek Alice’in de bizimkilerin de öyküleri, yarım yüzyıldır dolaşımını sürdürüyor öykü zengini şu yoksul dünyamızda… Alice Munro’nun öykülerine daha önce birkaç satırla da olsa değinmemiş değildim… Can Yayınlarının üç yıl önce başlattığı “Öykü Şenliği” dizisinde yer alan Bazı Kadınlar (Çev.: Cem Alpan, 2011) üzerinde dururken Munro öykücülüğünde öne çıkan kimi belirgin yanların altını çizmeye çalışmıştım. Can, sürdürdüğü “Öykü Şenliği” dizisinde Alice Munro’nun iki öykü kitabına daha yer verdi: Çocuklar Kalıyor ([ÇK] Çev.: Cem Alpan, 2012), Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik ([NAF] Çev.: Roza Hakmen, 2013)… Böylelikle Can, üç yıl boyunca arka arkaya yayımladığı üç öykü kitabıyla bizi Alice Munro öyküleriyle buluşturmakla kalmadı, yanı sıra dilimizde öyküye ayrılan yerin daha da çeşitlenmesine destek sağladı. Bu hafta Alice’in öykülerine bütünsel açıdan yaklaşmak düşüncesindeyim. Bunun için üç kitabın yeterli olmayacağı söylenebilir. Ancak yazarın kısa öykü yerine uzun öyküler kaleme aldığını, bu üç kitaba dağılmış yirmi yedi öyküsünün toplam bin yüz sayfaya ulaştığını, bu hesapla her birinin ortalama kırk sayfayı aştığını söyleyeyim. O halde yukarıdaki üç kitaptan kalkarak onun öyküleri, öykücülüğü üzerine görüşler öne sürebilmek pekâlâ olanaklı. Ne ki öykülerin uzunluğu da kitapların oylumu da insanın gözünü korkutmamalı. Çünkü bunlar, su gibi kolayca okunabilen, ancak okunma kolaylığına karşın debisi, biçemsel yayılımı bakımından, getirdiği evrenler, kişiler vb. açısından son derece kıvamlı, yoğun, aynı zamanda gerilime dayalı bir kışkırtıyla estetik haz üreten öyküler… Zaten yalnızca bu vargı bile, karşımızdaki öykü yazarının, bu yazınsal türe özgü gizlerle nasıl buluştuğunu göstermeye yetiyor bana göre. Öyleyse buyurun dünyanın öte ucundaki bir başka 1950 kuşağı yazarının öykü sofrasına… ALICE’İN ÖYKÜLERİNDE BİZİ KARŞILAYAN BÜYÜ… Birbirlerine “hikâyeler(ini) anlat(an)” (ÇK, 41), başkaları adına mektuplar yazarak cinlikleriyle öykü üreten (NAF, 43 vd.), “yayımlanmış hikâye(leri)” olan (NAF, 131), ötesinde bunları okuyup dinleyen, paylaşan, taşıyan, S A Y F A 20 n 6 Ş U B A T itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Alice öyküler diyarında... biriktirip yayan, giderek bu öykülerin canlandırıcısına, ötesinde karakterlerine dönüşen bir evrenden içeri buyur ediyor bizi Alice Munro. Bu arada gerek karakter gerekse anlatısal öğe bağlamında azımsanmayacak yazar, kitap adıyla da karşılaşıyoruz öykülerde. Toplumsal yapıyla işleyişin, oluntuların on yıllara yayılan serüvenlerine dayalı izlerle de karşılaşılıyor bunlarda sürekli. Bu çerçevede Alice Munro’yu okuyanlar, özellikle alt kesim insanlarının yaşantılarının yer aldığı öyküler aracılığıyla Kanada toplumunu daha yakından tanıma fırsatı yakalıyor. Yazar, kendi toplumunu anlatıyor olsa da, dünya halklarına, başka toplumları derinlemesine kavrayabilme olanağı sunuyor denebilir bu öyküler aracılığıyla. Böylelikle toplumsal, ekonomik, sınıfsal vb. ilişkileniş karmaşası, diyalektik bütünlüğe dayalı olarak gözler önüne seriliyor. Alice Munro Belki bu nedenle bizim okurlarımızın kolayca benimseyip içselleştireBu doğrultuda insan karakterinin derinbileceği anlatılar olarak alınabilir kitaplardaki liklerindeki engebelere, belirsiz, karanlık öyküler. Nitekim bu öyküleri okuyanlar, bir noktalara inip bu noktada kazılar yaparken biçimde kimi yaşantı denklikleri kurabilir. de büyük ustalık sergiliyor doğrusu. Bunca Bunun, bizim okurumuz için de öne sürüleustalık hatta şaşırtıyor insanı. bileceği ortada. Munro’nun öykücülüğünde, Ancak Munro’yu yine de Çehov’dan ayrı başarının altında yatan nedenlerden biri de düşünmek gerekir kanımca. bu. İnsanı, çevresinden yalıtan, yabancılaştıran Buradan kalkarak Munro’nun, en azından kent, kasaba ortamlarıyla sanayi karşısında yan konular bağlamında bizim 1950 kuşağı sürekli baskılanıp geriletilen doğa, her geöykücülerimizle örtüşen tutum sergilediği de çen gün farklı bir sorun yumağıyla yepyeni öngörülebilir ayrıca. Gerçi bizde, sonraları öyküler halinde karşımıza çıkıyor Munro’nun farklı evreye ulaşsa da Batı etkisinde bir anlatılarında, tamam. Buna, bir yanıyla taşra varoluşsal bunalım izleğiyle çıkış yapıldığı gerçekliği de ekleniyor. Zaten öykü kişilerinin görülüyor. geçmişlerinde bir biçimde aldıkları vurgunlar, Oysa Alice, andığım öykülerde yabantaşra perdelemesi gerisinden sızan acılar, cılaşmaya karşı bireysel, kentsel tabanda yazarın hünerli öykülemesiyle tek tek ortaya sürdürülen kavgayı alıyor kendisine. Savaş, dökülüyor. Halktan insanlar, yaşamsal ilikiler Rosenbergler, Kore Savaşı vb. pek çok öğe, içinde geride tutulan, hatta itilip kakılan kakuşağının yazarı olarak dünyaya bakışına dınlar başrole çıkıyor anlatılarda. Bütün bundönük ipuçları sergiliyor onun. Alice Munro lar, onun Çehov’la örtüşen yanları, tamam… öyküleri ile bizim 1950 kuşağı öykücülerinin Ancak Alice Munro’nun kadınları üzerinde verimleri arasında örneklere dayalı bir karşıözellikle durmak gerekiyor. Çünkü bu kadınlaştırma yapılabilse kim bilir ne ilginç veriler lar, gerek öykü karakterleri olarak gerekse çıkar karşımıza… işleme, yerleştirme anlamında ciddi bir yere, Keskin bir kalemi var Munro’nun; toplumöneme sahip. Yazar, öykülerinde, bu olgusal yapıya dönük yaşananlar, sınıfsal gerçeknun yazınsal açıdan önemini vurgularken düş likler karşısında öylesine dikkatli, özenli ki, kırıklıklarını, derinlere gömülü yanlarıyla göshiçbir şey kaçmıyor gözünden… Kurmacateriyor. Karakterlerine hem yaşadıkları, çekdaki gerçektenlik duygusunu yükseltmiyor mekte oldukları acının boyutunu kendilerine bu yalnız, bu kurmaca gerçekliğinin olgusal keşfettirerek yaklaşıyor hem de onları nahif gerçekliğe oranla çok daha somut, önde çizgilerle yapılandırarak belirgin bir kabullengöründüğü bir öykü evreniyle kişiler çıkarıyor meyi benimsediğini gösteriyor, soğukkanlılıkkarşımıza… la da öne çıkarıyor ayrıca. Bu çerçevede okurumuzun büyük yakınlık ÖYKÜNÜN BAŞROLÜNDEKİ kurabileceği bir yazar Alice Munro. Bu, onun KÜÇÜK İNSAN… anlatımcılığa, kolaycılığa yaslanan, kadın Alice Munro’nun, bir yanıyla Çehov’un gururunu okşayıp bununla oynamaya yatkın ardılı öykücülerden biri olduğu söylenebilir yazar olduğu izlenimine yol açmamalı kesinelbette. Çünkü tıpkı Çehov gibi halk tabakalikle. Çünkü ilk ağızda böyle görülebilecek bir sından insanları, dertleri içlerinde kalmış, bir yazar belki o, oysa hiç de öyle değil. Öykü türlü sorunlarını dışlarına yansıtıp atamamış kişilerinin karakteristik boyutta yaratılmasını kişileri alıyor öykülerinde yazar. okura bırakıyor çünkü. Diyeceğim olaylara, 2014 A bunlarla ilgili oluntulara yer açarken, dıştan görünümlere değgin kimi ipuçları sergiliyor yalnız. Bu durumda kişiler kadar öykünün kendisini de yaratmak, en azından bunların anlam derinliğiyle katman çoğulluğunu yapılandırmak hep okura düşüyor. Buna dayalı olarak kadın erkek ilişkilerinin artalanında saklı duran, durgunmuş izlenimi bırakan, ama her an fırtına çıkabileceğinin imlerini yansıtan bir derinlikle karşılaşıyoruz öykülerde… Beklenti olarak nitelenemez herhalde kadınların duygusal yapısı değerlendirilirken. Bu doğrultuda hayalleriyle yaşayan kadınlar onlar, beyaz atlı kahramanlarını bekliyor belki sabırla, ama yaşadıkları düş kırıklıkları içlerinde kalıyor. Kan kusuyorlar, kızılcık şerbeti içtiklerini düşündürtmek istemiyorlar yine de. Öte yandan çocuklar, ergenler de derin bir yeraltı suyu halinde kendine yer buluyor öykü evrenlerinde. Yazarın psikolojik alanlar açarak bunları sorun adacığına dönüştürüp, öyküyü geliştirmesi, hem aynı öyküde hem de öyküler arasında bu adaları yüzdürüp gezindiren tutum benimsemesi de ilginç. MUNRO’NUN ANLATILARINDA ÖYKÜSEL RİTÜEL… Öyle anlaşılıyor ki Alice Munro, öykü sanatına yeni açılımlar getirmeyi, geliştirip pekiştirmeyi hedefliyor. Gerçekten bu öykülerde yazar, karşımıza, uzun bir anlatı çıkarmakla birlikte anlatımcılıktan alabildiğine kaçınıyor, bunları bize kurdurmak için elinden gelen çabayı gösteriyor. Munro’nun asıl başarısı; bir şeyleri anlatıyor görünürken okurun bambaşka şeyleri alımlayabilmesini sağlamasında yatıyor bana göre. Bu çerçevede birkaç tümce, çok farklı anların, kapıların önüne çıkarıyor okuru. Bu nedenle öykülerde suskuları, boşlukları, anlatıda yığmalık yanlarla ayrıntıların işlevsel olanlarını matematiğe dayalı bir dengeyle yerleştirmeyi ustalıkla kotarırken, bulmacayı tamamlatmak istercesine okuru kışkırtıyor da alabildiğine. Yazarın, ustalıkla kurup yaydığı eksiltili, sıçramalı anlatım, yan anlam örgüleri, anlam kaydırmaları üzerinde özellikle durulabilir. Bunları yaparken bir yandan öykü evrenini baskılayıp daraltıcı bir yoğunlaştırmaya giderken öte yandan yayıp genişleterek de seyreltiyormuş izlenimi bırakıp alabildiğine gevşetiyor anlatısını bir bakıma. Böylelikle hem sürekli düğümler atarak öykünün açmazlarını birer engebe olarak yerleştirip gerilimi yükseltiyor hem de her yeni düğümle birlikte öykünün okurda yankıma bulabilmesi için de kapılar aralıyor… Bu doğrultuda öykü, söz konusu düğümler aracılığıyla çözüldüğü gibi her düğümle birlikte yeni durumlara savruluyor, bu da öykünün farklı okumalarla yeniden yeniden kurulabilmesine yol açıyor. Bütün bunlar alabildiğine sessiz geliştirilirken, düğümler aracılığıyla hem gerilim yükseltiliyor hem de öyküdeki zorunluluk bağları daha da pekiştiriliyor bir bakıma. Sonuçta Alice Munro öykülerini anlamlandırıp yorumlamak okura düşüyor artık. Evet, sıkı mı sıkı bir öykücü var karşımızda. Üstelik öyküyü yenilemeye, ona bambaşka hava kazandırmaya kararlı bir yazar bu. Gogol’ün, Poe’nun, Mauppasant’ın, Çehov’un, Mansfield’in, Sait Faik’in öykülerindeki unutulmazlık sürerken, buna şimdi Alice Munro’nun öykülerindeki unutulmazlığın da eklenmiş olması üzerinde sıkı sıkıya durmak gerekmiyor mu? Evet, okumamış olmanın eksiklik yaratacağı verimler Alice Munro’nun öyküleri. O halde buyurun, yüz elli yıl sonra, dünyanın öte ucundan bize el eden farklı bir Alice öyküler diyarına… n K İ T A P S A Y I 1251 C U M H U R İ Y E T