04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Thomas Bernhard’dan “Ungenach” Bir reddedişin simgesi iticiliğin doruğuydu.” Bu uzunca alıntı, Bernhard’ın öfkesini göstermesinin yanında, yoluna belirli izlekleri ve çok değiştirmediği, hatta onunla özdeş hale gelen üslubu ile devam eden yazarın, sürekli dile getirse de özgünlüğünü kaybetmediğinin de göstergesi aslında. Çünkü aynı sorular etrafında dolaşsa da yazar, okuru bir şekilde kendi dünyasına alıveriyor. Tıpkı Türkçede yeni yayımlanan kitabı Ungenach’ta olduğu gibi. AVUSTURYA SORUNU Ungenach’ın, Thomas Bernhard için önemli bir kırılma olduğunu söylemekte yarar var. Sonrasında üzerine çok konuşacağı Avusturya sorununun çıkış noktası olarak niteleyebiliriz kitabı. Yazarın hemen her yapıtında göze çarpan, belki bir diğer görüşle, taviz vermediği konular üzerinden, yine o bildik anlatımıyla kurmuş dünyasını. O dünyada ise sinir harbi, nefret ve söylenme hali en dikkat çeken özelliklerden. Ungenach’ta bir miras hikâyesi anlatıyor Bernhard. Daha da doğrusu bir mirasın reddedilişinin hikâyesi... Bu miras, anlatıda simgesel boyutta ele alınmış ve simgelediği elbette ülkesi Avusturya’dan başka bir şey değil. Gelenekten kopuşun, bağlamında da kimsesizleşmiş “ben”lere bölünüşün hikâyesi Ungenach. Anlatının hikâyesine de uzanalım kısaca: Avusturyalı bir akademisyenin büyük bir mirasın vârisi olduğunu öğrenerek adım atıyoruz metne. Sorun ise şu noktada başlıyor: Kahramanımız büyük bir miras olsa da kendine kalan, bu mirası kabul etmek istemez. Amacı, mirası akrabalarına bölüştürerek ondan bir an önce kurtulmak ve “normal” şartlarında, kendince yaşamaya yeniden devam etmek. Ancak bunun sanıldığı kadar kolay olacağını düşünmek safdillikten başka bir şey değil tabii ki. Çünkü elimizdeki bir Bernhard metni ve o metin yazarın “Avusturya’nın suçlu belleğine ilişkin saptamalarını başlatan kitabı” olarak nitelenen bir metinse travmanın doruklarında gezineceğimizi biliyoruz artık. Zaten öyle de oluyor ve akademisyen kahramanımız, miras meselesini halletmek için memlekete dönüp de geçmişle yüz yüze gelince meselenin kıvrımlarında dolaşmaya başlıyoruz. Kıvrımlar elbette Avusturya’nın Bernhard’da uyandırdıkları. Bir de ülkesi Avusturya’nın sabık tarihi. Bunlar hep simgesel düzlemde ele alınsa da kitapta, aslında her şey gün gibi ortada. Tabii bu arada art alanda akan konuşmalar, karşımızdaki “siz”in ve her haliyle metindeki herkese bir şekilde sirayet etmiş “beyefendi”nin okuyanda uyandırdıkları... Bernhard, öfkesiyle öfkelendirebiliyor okurlarını. Ama Ungenach’ın bir başka özelliği daha var. Bernhard’ın yazdıkları arasında kendini en açık ettiği metinlerden biri bu. Üryan mı? Belki hayır ama düşüncelerinin yol haritasını okuyabiliyoruz. Sanırım o nedenle de onun yapıtları arasında önemli bir dönemeci ifade ediyor. Bir küçük not da Ungenach’ın çevirmeni Fatih Özgüven’e... Not da değil aslında teşekkür. Bu güzel çeviri için. n [email protected] Ungenach/ Thomas Bernhard/ Çeviren: Fatih Özgüven/ Yapı Kredi Yayınları/ 76 s. K İ T A P S A Y I 1294 Fatih Özgüven çevisiyle yayımlanan “Ungenach”, Thomas Bernhard’ın yazınında önemli bir kırılma. Sonrasında üzerine çok konuşacağı ülkesi Avusturya’yla sorunlarını dile getirmeye başladığı kitaplarının çıkış noktası. Bernhard, hemen her yapıtında göze çarpan, belki bir diğer görüşle, taviz vermediği konular üzerinden, yine o bildik anlatımıyla kurmuş bu kitapta da dünyasını. Bu dünyada ise sinir harbi, nefret ve söylenme hali en dikkat çeken özelliklerden. r Eray AK homas Bernhard’ın sağlam bir kitaplığı var Türkçede. Her biri de yetkin çevirmenlerce dilimize kazandırıldı üstelik. İyi çevirmenlerin kaleminden çıkmış kitapları okumak gerçekten ayrı keyif. Başka bir dile kazandırılırken yeniden yaratım sürecine girmiş bir eseri, kendi dilimizin ürünü gibi hissetmek sanırım buradaki esas mesele. Yazarın kendisi de bu çeviri işine kafa yoranlardan, üzerine düşünenlerden. Notos’un 44. sayısında yer alan ve her zaman ilgi çekmiş bir kişiliğe sahip Thomas Bernhard’ın, bu enteresan yönlerini tanımamıza, röportajcısını zor durumda bırakma pahasına verdiği yanıtlarla yardım eden yazar, çeviri üzerine sorulan soruyu şöyle yanıtlıyor: “(...) çeviri başka bir kitaptır. Orijinaliyle hiç alakası olmaz. Onu çeviren kişinin kitabıdır.” Bernhard çevirmenlerinin, çeviriyi yaparkenki süreçlerini merak ediyorum açıkçası. Nedeni ise boşluksuz kitaplarıyla okuması zaman zaman ürkütcü S A Y F A 4 n 4 T olabilen ve üslubuyla derinlerde gezinen bu yazarın çeviri süreçlerinde yaşanan zorluklar. Nasıl zorluklar yaşandığını bilemiyorum ama bu zorlukların neler olduğunu ya da böyle zorlukların olup olmadığını düşünmeden edemiyorum. “Yabancı” biri çünkü Bernhard. Hatta “yasal yabancı”. En başta da çevresine. Çevirmenlerin bu yasal yabancıyla, giriştikleri mücadelenin hikâyesi ilgi çekici olsa gerek. “Yabancı”, Bernhard’ı tanımlamada en doğru kelimelerden biri olacaktır. Ama onun yabancılığı çevresine duyarsız kalışından ya da yaşamdan kendini soyutlamasından falan değil. Yabancılığının yasallığı da buradan geliyor zaten. Bernhard, bu yabancılığını gerçekçi bir bilinçle keşfedip ifade edebilenlerden. Benhard’ın yabancı kaldıklarının başında ise ülkesi Avusturya geliyor. SEVGİ NEFRET İLİŞKİSİ Yazarın, özyaşamöyküsünün de fazlasıyla yansıdığı yapıtlarında, çok defa konu etti Bernhard bunu kendine. Üslubunun önemli özelliklerinden biriyle elbette; öfkeyle. Farklı bir ilişkisi var ülkesiyle yazarın. Öfkesini dile getirse de yazdıklarında, kar yığınlarının altında kalmış sevgi tohumları da yok değil. Sürekli çatışan, çok belli etmese de bir sevginefret ilişkisi diye tanımlayabiliriz bu durumu. Zaten Avusturya’dan çok Avusturya’nın insanlarıyla daha da daraltırsak kaymak tabakayla sorunu. Bundan yaklaşık birkaç ay önce Türkçede de yayımlanan Goethe Öleyazıyor adını taşıyan öykü kitabındaki şu pasaj aslında durumu toparlayıp anlatıyor bize: “Bu ülkede insanların hep güzel ve hayranlık verici buldukları ne varsa A R A L I K 2 0 1 4 sadece iğrenç ve gülünçtü, evet hep tiksindiriciydi, bu Avusturya’da kabul edilir bir yan bulamadım. Ülkem hep sapkın bir çoraklık ve korkunç bir duyarsızlık olarak göründü bana. Sadece gri, kötürüm şehirler ve insanı yıldıran bu manzara içinde hain ve yalancı ve alçak insanlar. Bu şehirleri öyle kötürümleştiren, bu toprağı o kadar çoraklaştıran, bu insanları o kadar hain ve alçak yapan ne idi, anlaşılamıyordu. Manzara da insan kadar haindi, öyle kötürüm, öyle alçak, o da beriki gibi tamamen, ölümüne yıldırıcı, açık söylemek gerekirse. İnsanlara bakıyordum, çehreleri olması gereken yerde alçak suratları vardı, gazeteleri açıyordum, onlarda yazılıbasılı olan duyarsızlık ve akçaklıktan kusasım geliyordu, gördüğüm, duyduğum her şey, ayırdına varmak zorunda olduğum her şey midemi bulandırıyordu. Haftalarca bu iğrenç Avusturya’yı görmeye ve duymaya mahkumdum, açık söylemek gerekirse, sonunda bu duyma ve görmenin verdiği ölümüne umarsızlıktan bir deri bir kemik kaldım: bu Avusturya’ya duyduğum tiksintiden bir lokma yiyemez, bir yudum içemez olmuştum. Ne yana baksam sadece çirkinlik ve alçaklık görüyordum, çirkin ve riyakâr ve alçak bir doğa ve çirkin ve alçak ve riyakâr insanlar, bu insanların mutlak kirliliği ve alçaklığı ve rezilliği. Ve sanmayın ki, sadece hükümeti ve tabiri caizse Avusturya’nın kaymak tabakası denen şeyi görüyordum, Avusturyalı olan her şey benim için çirkinliğin, aptallığın, Ungenach’ta bir miras hikâyesi anlatıyor Bernhard. Daha da doğrusu bir mirasın reddedilişinin hikâyesi... C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle