Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
“Birileri ‘Kral çıplak’ demek zorunda” r Gamze AKDEMİR itapta bütün karakterleri sarsan bir aşk var. Aşk en yalın ifadesiyle aşk nedir ve ne değildir metinde? Ben aşkı çok yazdım ama onu bu kez her türlü cinsiyeti özellikle de eşcinselliği kapsadığı haliyle gördüm. Başka bir gözle tarih söz konusu olduğunda pek görülmediği şekliyle. Benim aradığım cinsel hayat ya da aşk değildi. O yüzden Yine Doğdu Tanyıldızı’nda aşk “görünen” tema. Görünmeyene buradan ineriz. “Aşk nedir ne değildir”den öteye. Nasıl? Yıllar önce Mevlana Celaleddin Rumi’nin oğlu Alaaddin’in cenaze namazını kıldırmadığını öğrenince çok şaşırmıştım. “Kim olursan ol gel” diyen Celaleddin, neden böyle yapmış olabilirdi? Yıllarca bu sorunun peşinden yürü K düm; Alaaddin’in hem babasıyla hem Şems’le mücadele ederken öldüğünü hem de sevgilisi Kimya’yı kaybettiğini fark ettim. Ortada sancılı bir durum vardı. Şems’i yok eden gruptandı Alaaddin. Durum karışıktı. Babası o yüzden onunla çatışma içindeydi. Alaaddin’in aşk acısı çektiği söylenebilir miydi? Evet. Ama sadece aşk acısı? Ne gezer. Babasının aşk acısı çektiği? Evet. Ama sadece aşk acısı? Hayır. Bir de ortaçağda aşk hep mecazdı demek saçma. Birileri “Kral çıplak” demek zorunda. Bunun için yazmaya değer. “CİNSİYETÇİLİK AĞIR BİR SUÇ” Fakat romanda iddialar ortaya atmak, tezler öne sürmek doğru değil. Bu nedenle romanı çalışırken Rumi’den de Şems’den de uzak durdum: Ben Nizamüddin’le İshak’ın dünyasını seçtim. Bütün karakterlerimi kendim kurdum. Romancı yaşamış kişilerin biyografisini yazan bir tarihçi değildir. Bana ne Mevlana’nın yaşamından? Diyeceksiniz ki Rüya Körü’nde Manuil Komnenos’u ve Andronikos’u anlatmadın mı, bunlar gerçek kişiler değil mi? Evet de asıl anlatılana bakın siz: Öyküsü söylenen kişi Aksukos ve öyle bir tarihsel kişilik yok. Çünkü roman, tarihsel gerçekliklerin tartışıldığı bir alan olmamalı. Geçmişteki insanları “i.ne” diyerek küçültmekle “onlar mecaz yapıyordu” diyerek büyütmek aynı şey. Kanımca cinsiyetçilik ırkçılık kadar ağır bir suç. Bu romanda cinsiyetçilikten uzak bir yazar sesi, bütün cinsiyetleri ve cinsiyetçilikleri uzaktan gözlüyor: Ruhlarımıza sinen iktidarın örgütlenişini göstermeden aşkı nasıl tek başına anlatırız ki? Bu romanda aşk iktidara (Foucault’nun zihin hapishanesi olarak örgütlenen iktidarını anımsayalım lüften) eşlik ediyor. Geçmiş ve bugün fark etmez: Duygularımız iktidar nasıl örgütlenmişahali, Şeyh Mahmud’un öncülüğünde Nizamüddin’in inadına karşın bir kez daha Fazıla’yla Nureddin’i kurtarmaya girişiyor. Kentteki rahatsızlık artarak sürerken her şey yavaş yavaş birbirine bağlanıyor. Şeyh Nizamüddin’in, İshak ve Fazıla’ya nikâh kıyıp konağın büyük bir odasını Zembilli’ye vermesi ise bizi başka bir gerçeğe götürüyor: “Aşkla gözü kamaşan kişi sevilmeyişi bile sineye çeker, yıkılışı ve dağılışı da. Yeter ki sevgili yerinde dursun.” İshak, Nizam’a hayatın sillesi denecek türden bir darbe vuruyor kısacası ama bununla bütün konak, hatta kent sallanıyor. Rüzgârı tersine çevirecek olaylar da böylece peşi sıra patlıyor. Korat, romana öyle bir giriyor ve konuyu öyle açıyor ki kendimizi olayların 4 A R A L I K Gürsel Korat, romana öyle bir giriyor ve konuyu öyle açıyor ki kendimizi olayların içinde buluveriyoruz. Zembilli’nin kim ve ne olduğunu anlamak için bu veri hayli önemli. Nizam’ın yanına varan Zembilli’nin altından uzak duruşu, “samimiyeti” ve “bilgece tavrı” şeyhi etkiler, sonra başlar karşılıklı “atışma”: Eline sazı alan iki âşığın hikmetli sözleriyle kapılar bir bir açılır. Tutulma dile gelir, ardından ete kemiğe bürünür. Zembilli konağa girer; o şeyhe hayran, şeyh ona vurgun, konağın kadınları da İshak’a tutkun. Ortalık, anlatıcının da dediği üzere “ayran yayığı gibi sallanır.” Ay güneşi, güneş ayı izler; şeyh anlatır İshak dinler, İshak anlatınca şeyh mest olur. Mevzu “sen” ve “ben”e döner. Şeyh “civana erme” derdiyle yanıp tutuşur. Konağın kadınları ise İshak’ı sıkı bir rakip olarak görüp dedikoduya yön verir. O sıralarda Nizam ile İshak dağ tepe dolaşır; ikisi de bilginin geniş sularında yüzer gibidir: “Niğde’nin Fertek Bağları’nda üzüm yapraklarının rengiyle toprak rengi arasındaki sırları konuşurken Nizamüddin’le İshak’ı görenler iki sevgiliye değil de evrenin sırlarını aramaya çıkmış iki bilginle karşılaştıklarını düşünürdü. Çok ciddiydiler, dünyanın bütün sorularına yanıt arıyor gibiydiler. Oysa şeyhin yüreği tıp tıp atmakta, bilmediği bir korkuyla endişe içinde kıvranmaktaydı: Ya bu civan giderse? Ya ben onsuz kalırsam?” Aşkın heyecanı tutkunun endişesine karışırken şeyh, İshak’tan; İshak da şeyhten bir sonraki adım için işaret bekler. “Yaşam belirsiz bir yerdir” sözü, ikisinin de tepesinde sallanır. Sadece bu değil, şeyhin oğulları da konaktakiler de İshak’ı nifak tohumu olarak görmeye başlamıştır bile. Nizam’ın gözünün kör olduğunu düşünürler, Zembilli ise sağlam ve çelebice ilerler. Oğul Mesud, kendisine kayabileceğini ya da düşebileceğini umduğu sevginin İshak tarafından çalındığını mı düşünüyor? Soruyu sormamıza neden olacak ipuçları var. Tabii sorunlar diz C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I se öyle genel kabul görüyor çünkü. Acı ve huzurla hukuku nasıl metnin? Acı çeken çekene. Herkes birbirini acıya mı davet ediyor, çekiyor, sürüklüyor bile isteye? Aman bu sözü işiten de Türk usulü melodram yazdığımı sanır. Kimse acıyı bile isteye davet etmez. Trajik olaylar da dahil yaşamımızda kendi isteğimizle çağırdığımız acılar yok. Tam tersine bu romanda olduğu gibi insanlar acıyı kovmak istedikçe her şey karman çorman hale de gelebilir. Yine Doğdu Tanyıldızı’nda, kimse kimseyi acıya çağırmıyor çünkü acılar yaşamda da romanda olduğu gibi bir olgu olarak belirir: Onlar getirilemez, gelirler. Kurbanları var metnin ama muzafferleri yok değil mi? Romanın iblisleri nasıl? Aşkta kaybetmek kuraldır: Kazanan hep yerleşik düzen olur. Fakat öte yandan mutlak kötülük tanımlayamam ben. Salt iyiliğin olmadığını ise hiç unutmam. Adeta didişen yazıcı ve de anlatıcı hem iç içe hem apayrı. Bu ikili anlatımın metne katkısını, neden seçtiğinizi anlatır mısınız? Rönesans’tan bu yana kendimiz öykü kurmayı ve yazmayı akıl etmiş durumdayız. Anlatıcı ve yazıcı o zamandan beri aynı kişi. Ben bunu ayırdım ve şu ortaya çıktı: Yazar, anlatıcı ve yazıcıya bölününce suyun elementlerine bölünmesi gibi bir şey ortaya çıkıyor! Yani çoğalıyor yazar. Bakışı değişiyor. Anlatıcı kipini düşünüyor, yazıcı kipini düşünüyor, kendini düşünüyor ve bunlara metinde bir karşılık buluyor. Bu keşfi yapmak çok güzeldi. Roman kişilerinin yalanları metni nasıl yönlendiriyor? Yaşamda iki türlü yalan var: Birincisi sanat yapmak için; öbürü ise başkalarının üstünde egemenlik kurmak için. Sanat insanın sonsuz yalnızlığına bir tesellidir, oysa büyüleyici yalanlar insanlarımızı çoğaltsa da bizi savunmasız bırakır. Bu nedenle metin bu kitapta yalanları yönlendiriyor diyelim: Yazarın sanat yaparken uydurduğu yalanları. n gamzeakdemir@cumhuriyet.com.tr içinde buluveriyoruz. Üstelik kişiler, hem tek tek hem de bir arada; olayların içinde ve dışında tanıtılıyor. Bu da kimin ne olup olmadığını, kimin nereye gidebileceğini hissettiriyor. Dönemin dili de metnin zenginliği. Dolayısıyla kitaptaki karakterlerle birlikte gülüp eğlenirken aynı şekilde onların gözünden bakıp sinirlenebiliyoruz. Yani anlatılanlar okuru kıskaca alıyor. İshak da oluyoruz Fazıla da. Şeyh Nizam da oluyoruz, Nureddin veya Mahmud da. Elbette Mesud ve Mihri de… Romanda aşk ve acı da var iktidarın kuşatıcılığı ve tarihsel zihin şekillendiriciliğinden örnekler de. n alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr Yine Doğdu Tanyıldızı/ Gürsel Korat/ Yapı Kredi Yayınları/ 202 s. 2 0 1 4 n S A Y F A 1 7 boyu, huzursuzluk almış yürümüş. Tam bu anda Zembilli, denklemin bir başka fazını açık edip kendisine şarap taşıyan Fazıla’ya sokulunca iş içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Şeyhin kaleleri tek tek yıkılıyor anlayacağınız. “AŞKLA GÖZÜ KAMAŞAN KİŞİ SEVİLMEYİŞİ BİLE SİNEYE ÇEKER…” Yasaksa etrafa yasaktı, günahsa halka günah. İshak doğrulduğunda, okuyup tarttığı hadislerden bu sonucu çıkarır. Her şeyin büyük bir hızla çözülmeye başladığı yer işte burası. Çözülme isyanı, isyan da herkesin birbiriyle hesaplaştığı eski defterleri açan bir kavgayı tetikliyor. “İshak’ın işareti”, bütün hırsları ve kimsenin kendisi olmadığı bir ortam yaratıyor. Bununla beraber 1294