Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Y ugün, Albert Camus’nün yüzüncü doğum günü. Bir sözü, kulaklarımda çınlıyor: “Asi nedir? Hayır diyen insan…” Ardından, ABD’li hukukçu ve insan hakları savunucusu Clarence Darrow’un sözleri düşüyor aklıma: “Dünya var olduğu sürece yanlışlar yapılacaktır, ama hiç kimse karşı çıkmadığı ve isyan etmediği sürece bu yanlışlar sonsuza dek sürecektir…” ‘ASİ GENÇLİK…’ Geçen yaz, binlerce, on binlerce genç, İstanbul’un Taksim Gezi Parkı’ndan yükselip pek çok kentin meydanlarında, sokaklarında, pencerelerinde yankılanan gür bir sesle “Hayır!..” demişti. Kimsenin beklemediği bir anda, bir “Asi Gençlik” belirmişti meydanlarda. Bilmem, Nicholas Ray’in 1950’lerde James Dean’i James Dean yapan “Asi Gençlik” adlı filmini seyretmiş miydiniz? Bizde “Asi Gençlik” adıyla gösterilmişti, ama özgün adı “Rebel Without a Cause” idi; Türkçe söylersek, “bir davası, bir nedeni olmayan asi ya da isyan…” Oysa Gezi direnişçilerinin bir davası vardı. Doğayı savunmaktan yola çıkan, yaşam ve düşünce tarzlarını savunmaya, giderek tekmil düşünce, ifade ve dilediğince yaşama özgürlükleri üzerindeki baskılara karşı direnmeye uzanan haklı bir dava… KENDİLİĞİNDEN VE DOĞAL Bu isyan, gerçek gücünü, pek çok siyasal hareketin tersine, iktidarı ele geçirmeyi hedeflememesinden, kendiliğindenliğinden, doğallığından, beklenilmedikliğinden alıyordu belki de. Belki de bu yüzden, yalnızca iktidarı afallatmakla kalmadı, son yılların alışılagelmiş, kalıplaşmış muhalefet yöntemlerini de allak bullak etti, beylik karşı çıkış yollarına saplanıp kalanları da kendilerini gözden geçirmeye, yeniden düşünmeye yönelterek sarsaladı… Ama bir şey daha yaptı Gezi Direnişi. Gazetesinden dergisine, sosyal medya platformlarından televizyon kanallarına, tüm bir medyayı can alıcı bir seçimle karşı karşıya bıraktı. Gazeteciliğin, haberciliğin tekmil ilkelerini ayaklar altına alarak iktidarın kanatları altına sığınan medya, Direniş’le ilgili saptırılmış haberler yayarken; kimi muhalif yayın organları da Direniş’in delikanlı başkaldırısını kendi kocamış siyasetlerinin dümen suyuna yönlendirmeye yöneldi. S A Y F A 6 n 7 K A S I M eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr çok basılan eser / Sansürdür kardeşim, sansür!” dizeleri bir kez daha doğrulanmış oldu. SANSÜR VE OTOSANSÜR Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan söyleşimizde, Gürsel Göncü, bu sansürün bir başka yanına vurgu yapıyor, “Merkez medya denen mecralar, artık ‘hangi haberi vermemeliyiz’ üzerine kurulu bir düzenekte çalışıyor,” diyordu. “Böylesi 12 Eylül’de bile olmamıştı. O vakitler sansür vardı, şimdi otosansür var,” diyordu. FARKI ÖZEL OLMASI Oysa, NTV Tarih’in bu yayımlanamayan sayısının önceki sayılarından tek farkı, söyleşimizde Göncü’nün de vurguladığı gibi, bu bir “özel sayı”, bir “fevkalade nüsha” olmasıydı. Derginin tüm bölümleri de, Gezi olayları ya da onunla benzerlikler taşıyan, onun gündeme taşıdığı izleklerle bağıntılı olarak hazırlanmıştı. Kapakta, Osmanlı minyatürlerini andırır bir teknikle düzenlenmiş bir uygulama göze çarpıyordu. “Kırmızı giysili” bir kadına biber gazı sıkan bir Osmanlı askeri… Amaç, derginin bağlığında da yansıdığı gibi, hem “Yaşarken yazılan tarih”e bir not düşmek, hem de ileride bu dönem üstüne araştırma yapacak insanların yararlanabileceği malzemeye bir katkı sağlamaktı. KOLEKSİYON DEĞERİ NTV Tarih’in “fevkalade nüsha”sı basılamadı ama, ABD’li şair ve düşünür Ralph Waldo Emerson’ın “Yasaklanan ya da sansür edilen her sözcük yeryüzünün dört bir yanında yankılanır durur” sözü de bir kez daha doğrulanmış oldu. Yasaklanan sayı önce irternet ortamında yayımlandı, kısa bir süre önce de “fevkalade kitap”a dönüştü; Metis Yayınları’nca tıpkıbasımı yayımlandı. Pek çok kitap, yayımlandıktan uzun yıllar sonra, ya artık bulunamazlar arasına karıştığında, hele yazarının bir ithafını da taşıyorsa koleksiyon değeri kazanır. Oysa bu kitap, daha şimdiden koleksiyon değeri taşıyan bir kaynak niteliğinde… n NTV Tarih’in sansüre uğrayan Gezi Direnişi sayısı Metis’ten kitap olarak yayımlandı ‘Fevkalade’ bir kitap B ‘FEVKALADE NÜSHA’ Her iki tutum da, eski’nin yeni’ye karşı koyuşunun doğal birer yansımasıydı. Tüm bu karmaşanın ortasında, bana en çarpıcı gelen tutumlardan biri ise, Doğuş Yayın Grubu’nun, NTV Tarih Dergisi’nin Gezi Direnişi’ni tarihselleştirerek özgün çerçevesi içinde bütün yönleriyle okurlara sunmaya hazırlanan 54. sayısına uyguladığı yabanıl sansür oldu. Önce, “Gezi Direnişi ve Halk Hareketlerinin Geçmişi – Fevkalade Nüsha” başlığı altında hazırlanan 54. sayının basılmayacağı üst yönetim kararı olarak Yayın Yönetmeni Gürsel Göncü’ye bildirildi, sonra da dergi tümden kapatıldı. Böylece, Can Yücel’in, “Türkiye’de en çok basılan kitap, / Ne Yaşar / Ne Aziz / Ne Kuranıkerim / Türkiye’de en MÜREKKEBİ KURUMADAN İyi ki ben de oradaydım! M etis Yayınları, NTV Tarih’in basılamayan 54. sayısını, “Gezi Direnişi ve Halk Hareketlerinin Geçmişi / #yaşarken yazılan tarih / Fevkalade Kitap” adıyla yayımlarken, arka kapakta hem Gezi Direnişi’ne yorum getiren, hem de kitabı sunan bir açıklamaya yer veriyor. Walter Benjamin’in “Tarih Kavramı Üzerine”sinden alıntılanan “Geçmişin gerçek yüzü uçucudur, hızla kayıp gider. Geçmiş ancak, bir daha asla geri gelmemek üzere göze göründüğü o an, birden parıldayıp aydınlanıveren bir görüntü olarak yakalanabilir…” sözleriyle açılan açıklamayı “Mürekkebi Kurumadan”a almakta yarar gördüm. “Daha önce yapmadığımız, ya da yapmaya cesaret edemediğimiz bir şeyi o gün o saat yapmamızı sağlayan nedir? Tüm varlığımızı harekete geçiren, ayağa kalkıp inandıklarımızı kararlılıkla savunmamızı sağlayan şey... Bizi sokaklara döken, bütün gece ayakta tutan, pankart yaptıran, saatlerce bilgi sayar ve telefon başında mesaj gönderten, erzak taşıttıran, mıknatısla çekilircesine tekrar tekrar meydanlara sokaklara, arkadaşlarımızın çocuklarımızın yanına çeken şey? Hiç tanımadığımız, ama orada birlikte olduğumuz insanlara öyle özenli davranmamızı, yardım etmemizi, şefkat duymamızı sağlayan nedir? “Bütün bunları sağlayanın, adaletsizlik daha fazla hoşgörülemediğinde harekete geçen insani bir ortak güdü olduğuna, bunun da tarih yapıcı bir güç olduğuna inanıyoruz. ‘Doğru olan’ adına mücadele etmekten başka yapılacak bir şey kalmadığını anladığımızda, rahatımızı, bedenlerimizi, hatta yaşamlarımızı riske atmamıza yol açan, kızgınlıktan kaynaklanan ve tutkuyla beslenen bir duyarlılık bu. “2013 Haziranı’nın ilk iki haftasında Gezi Direnişi’ne katılanlar buna, zamanın gündelik akışının kendi eylemleriyle nasıl askıya alınabildiğine tanık oldular. İnsanın ender yaşayacağı, ‘iyi ki ben de oradaydım,’ diyeceği anlardı. Hazırlanmış olduğu halde yayımlanmayan, sonra da yayın hayatına son verilen eski NTV Tarih dergisinin ‘Gezi Direnişi’ sayısını, hem bu direnişi hem de Türkiye’de iktidar ile sermaye medyası arasındaki ilişkileri belgeleyen ve dileriz, günü geldiğinde çocuklarınıza, torunlarınıza bırakacağınız bir kitap olarak yayımlıyoruz.” n C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1238 2013