Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ahmet Ümit’ten “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi” ‘Ülkemiz de Tarlabaşı gibi lanetlenmek üzere!’ sürme, karılarına tecavüz etme, malını talan etme, 67 Eylül olaylarında bunları yaptılar. Onun için Tarlabaşı’nı anlatmam için geçmişe gitmem, bu sürgünleri anlatmam gerekiyordu. “Sadece polisler değil bütün yapı bozuk. En başta da şehrin göbeğinde bir getto oluşturulmasına izin verenler” diyor Başkomiser Nevzat romanda. Cevaben de “O zaman geçmişe gitmemiz gerek. Varlık Vergisi ilan edildiği günlere, 67 Eylül olaylarına... Bu binaların gerçek sahiplerini sürdüğümüz o acımasız, o utanç dolu zamanlara” diyor Nazlı. “İstanbul’un tarihiymiş, kültürüymüş, güzelliğiymiş bunların umurunda değil. Durmadan turistik oteller yapıyorlar, çirkin köprüler, iğrenç gökdelenler... Tek dertleri daha çok rant, daha çok vurgun, daha çok avanta” diyor. Evet, günümüzle hesaplaşmayı açarsak 67 Eylül Olayları ile Gezi Direnişi arasındaki o “bağıntı” vurgulanıyor... Gezi olaylarını patlatan faşizan bakışla, 67 Eylül olayları akrabadır. Bu bakış devam ederse karşılaşacağınız şey Tarlabaşı gibi bir viranelik olacak, lanetlenmiş bir semt varken şimdi lanetlenmiş bir ülkeye sahip olacağız. Bunu anlatmaya çalıştım. İşte Suriye örneği, ibretlik. Bugün bizdeki sorun da bu, benim korkum da bu. Çok kültürlü bir topraktayız, bunu korumamız lazım yoksa çatışma çıkacak ve ülke fena bir eşiğe savrulacak. “KARŞITINI YOK EDEN VARLIĞINI SÜRDÜREMEZ” “Sorumlu kim” sorunsalında o netameli kıyılara vurup kaçmıyor roman. Sıkı direniyor! Asla, üstüne gidiyor. Direnişe ve polis terörüne yakın plan, parkta polislerce gözü çıkarılmış Pirana’nın tanıklığından başlıyor. Çekirge Memo gibi Park’ta ağaçların fısıltılarına kulak kabartan Nazlı’yla birlikte ağaçların sevgiyle, şefkatle, dua gibi, ilahi gibi, tekerleme gibi tekrarladığı şu beş ismi de duyuyoruz: Ali İsmail, Abdullah, Mehmet, Ethem, Mustafa! Karşıtını yok edenler varlıklarını sürdüremezler. O yüzden Gezi olayları patladı. Uygulanan orantısız güç inanılmazdı. Beş insan öldü, kaç insan gözünü kaybetti, yaralananlar, gözaltılar... Ben istediğimi yaparım, istersem AVM yaparım, istersem yapmam ne demek? Bu şehrin sahibi sen değilsin. Bu şehir halkındır. Yüzde 50 oy almış olmak sana her türlü hakkı vermez. Gezi olaylarının Türkiye için çok önemli bir kazanımı, apolitiği birçoğu apolitik insanlardı, Atatürkçüsü, Kürtçüsü, dindarı, yeşili, solcusu, feministi herkes oradaydı. Bu işte geleceğin Türkiyesi. Eğer Türkiye birlikte yaşayacaksa, böyle tek yürek olarak yapacak bunu. Tüm bu insanlar önce ağacı, şehirlerini sonra kendi onurlarını korudular. Burada yaşayan ve olaylara tanık olan bir yazar olarak bu yaşananları romanıma koymamam düşünülemezdi. “İNSAN BAŞKOMİSER NEVZAT, EMNİYET TEŞKİLATINA ÖNERİMDİR!” Başkomiser Nevzat... “Bu insanlar suçlu falan değil, suçlu arıyorsan bakışlarını derinlere çevirmelisin” diyor. “Hükümet acımasızca sürmüştü bizim K İ T A P S A Y I 1238 Ahmet Ümit’in, Komiser Nevzat maceralarının yeni halkası “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi” raflarda. Yazar, romanında, Tarlabaşı’ndan hareketle Türkiye’nin yakın geçmişi ve bugününde bir yolculuğa çıkarıyor okurları. Başkomiser Nevzat’ı vicdanıyla daha bir hemhal ederek 67 Eylül Olayları’ndan Gezi Parkı Direnişi’ne, bir semtin, bir zihniyetin, bir ülkenin kaderine verdiği yönü ve insanlığı irdeliyor, insanlığa afili bir polisiye selam çakıyor. Yılbaşı gecesi, Tarlabaşı’nın arka sokaklarında işlenen bir cinayet ve zanlıları çevresinde patlak veren olaylar çehresinde sürülmüşlere ve ötekileştirilmişlere geçmişten günümüze büyüteç tutuyor. Ümit’le “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi”ni konuştuk. r Gamze AKDEMİR levizyonu kucaklamış götürüyor, belli ki kumara yatırıp kaybetmiş. Ardından küçük çocuğuyla birlikte bir kadın da “Allah belasını versin” diye koşturuyordu. Sonra siyahi, Nijeryalı insanları gördüm, görüyorum. Nasıl çalıştıklarını ve çatıştıklarını gördüm, sille tokat, bıçaklı kavgalarına tanık oldum. Gamze Akdemir ve Ahmet Ümit Tarlabaşı’nda... nsanı, ruhtaki o hiç ölmemiş çocuğu yüze çıkararak yazmayı seviyorsunuz. Tüm roman kişileri için geçerli bu. Kirli, pis kılıklı tiplerin hele ki… Doğru. Bunun geçmiş okumalarımla okuduğum tüm yazarlar hümanist yazarlardı sadece yazar olarak değil okur olarak da beni biçimlendiren yazarlarla ilgisi var. Bizden bir Sait Faik mesela. Polisiye yazmıyordu ama tıpkı bu romanımda olduğu gibi kaybetmiş, yıkılmış insanlar, etini satan kadınlar, berduşlar, kabadayılar, “öteki” diye nitelenmişleri anlatıyordu. Orhan Kemal yine aynı şekilde. Sonra geldiğim kültürün yani sol kültürün, hümanist anlayışının bana verdiği bir şey bu. Burjuva hümanizmasının tersine sol kültürde amaçlanan ayakları yere basan bir hümanizmadır. Soyut bir insan sevgisi yerine insanların hakikaten daha mutlu olabilecekleri, bunun için de yoksulluğu ve şiddeti ortadan kaldırmayı ülkü edinen gerçek bir hümanizmadır. O nedenle de insanı o günkü haliyle değil onu bugünkü haline getiren nedenlerle beraber düşünmeyi ve anlatmayı seviyorum. S A Y F A 2 0 n 7 K A S I M İ “ROMAN KİŞİLERİMİ HER GÜN GÖRÜYORUM!” Çoğu gerçek insanlardan esinlenilmiş roman kişileriniz... Şimdi çıksak rastlarız Tarlabaşı’nda.. Tabii. Şişli’de evimden Taksim’deki büroma gelirken büyük bölümünü hemen her gün görüyorum. Tam olarak aynı insanlar değiller ama onlar işte. Dediğiniz gibi gitsek elinde çay bardağıyla oturan ve müşteri bekleyen o etini satan kadınları görürüz mesela. Sonra o mafya bozuntusu tipler, kulüp adı altındaki o kumarhanelerin kapısında duran iri kıyım adamlar, kesin oradalar. Kendileriyle konuştunuz mu, o mekânlara girdiniz mi? Elbette, tanıştım, konuştum. Tabii son derece ketumlar ama anlıyorsunuz yani. Bir keresinde bir adam vardı, te2 0 1 3 “GEZİ’Yİ PATLATAN FAŞİZAN BAKIŞLA 67 EYLÜL OLAYLARI AKRABA!” Yakın tarihle sıkı bir şekilde hesaplaşıyor roman. Romanda mekân olarak Tarlabaşı’nı seçmemin sebebi budur. Yıkılmış, terk edilmiş, lanetlenmiş, gerçek sahipleri sürülmüş bir semt var şehrin göbeğinde. Ardından gelenler burayı işgal etmişler. İşgal eden kişi de orada sonuna kadar oturabileceğinden emin değil. O yüzden yatırım yapılmıyor yani bina yenilenemiyor ve dökülmeye, çökmeye başlıyor. Bu, ırkçı politikalarımızın bize getirdiği bir lanettir. Gerçek sahiplerini kovunca, bir yabancılaşma, çökme, yozlaşma meydana geliyor ki Tarlabaşı’nın hikâyesi budur! Anlatmak istediğim buydu ve maalesef bugün de bu zihniyet devam ediyor. Ötekileştirme, kendi gibi olmayanı, kendi kültüründen olmayanı reddetme, öldürme, C U M H U R İ Y E T