23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yalçın Tosun’dan “Dokunma Dersleri” ‘Kimin en çok neresi yaralıysa, oraya dokunsun bu kitap’ İlk kitabı “Anne, Baba ve Diğer Ölümcül Şeyler” ile 2011 Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü’nü, ikinci kitabı “Peruk Gibi Hüzünlü” ile 2011 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı alan Yalçın Tosun’dan yeni bir kitap: “Dokunma Dersleri”. Kaleminin rengi her kitabında daha da koyulaşıyor, öykü kişilerinin duruşu dikleşiyor sanki. Tosun bu kitabında da yine travmalarımıza, kapandı sandığımız yaralarımıza, pişmanlıklarımıza, içimize attıklarımıza dokunuyor ve insan okudukça, o dokunuşla hem irili ufaklı acılarıyla hem de edebiyatın has haliyle el sıkışıyor, yeniden. r Sibel ORAL okunma Dersleri’ndeki meseleleri yaratıcı ve yazınsal sürece sürükleyen öz, duygu neydi yazmaya başladığında? Hep dokunamama ve yanlış dokunmalar üzerine imgeler kuruyordum kafamda. Gördüklerimden, duyduklarımdan, hatırladıklarımdan en çok onlar bende kalıyordu. Arayışımın adını dokunma olarak koymamıştım henüz, ama onun duygusunun çevresinde dolaşıp duruyordum. Birbirinden kopuk onlarca resim, unutamadığım ve zaten hep aklımda olanlar, hepsi dokunma düzleminde buluştular. Öyküler çıkmaya başlamıştı çünkü. Baktım öykü kişilerine, ya dokunmayı bilmiyorlar, ya yanlış biliyorlar ya da açıkça istemiyorlar. Dokunma anındaki tedirginlik, sonra inat, bitmeyen bir kaçaklık durumu, aynaya bakamama ve o bitmeyen ‘ben belası’ndan mustarip faniler… İşte bunlardı temel olarak ‘Dokunma Dersleri’nin temelini oluşturan öz. Sen Atıf’a, Mete’ye, Saliha’ya, Dilan’a, o utangaç çocuğa, piyangocuya, damda hayaller kurana, anneye, Ruhsar Hanım’a ve hatta beş çayının o masumiyetine bile dokunuyorsun. Onlara sen, onlar da okura dokunuyor. Şöyle sorayım; seni temel olarak onlara dokunurken neye, nerelere baktın? Öykü kişileriyle içli dışlı oluyorsunuz zamanla. Bir teklifsizlik oluyor aranızda. Acıyorum onlara aslında, bir yazarın kafasında da olsa var oldukları için ve şefkat besliyorum. Aslında anlamaya çalışıyorum bir yandan, dokunmadan dillerini çözemiyorum. Onlara dokunurken, onları ilmek ilmek örerken bir bütün olarak görmeye çalışıyorum. Her bir öykü kişisinin bir geçmişi var bende ve bugünleri çok göz önünde. Saç kesimlerine kadar gözümde canlılar. Geleceklerini düşünürüm S A Y F A 1 6 n 7 caklarını bilmemelerine üzülüyorum, bu durumun mutlaklığına sonra. Büyüme heveslerine kızıyorum biraz da. Çocukların tekinsiz olduğunu çok önceden söylemiş biri olarak yine de kendileri olmalarındaki o doğallığı çok değerli buluyorum sanırım. Arızalar çok karışık… Bence çoğuna doğuştan sahibiz. Çocuklukta, ulu büyüklerimizin yardımıyla yenileriyle birleşerek yer ediyorlar bu arızalar, sonra bizi biz yapıyorlar. Hepimiz arızalarımızdan müteşekkiliz, onun dışındakiler detaydır. “BENİM DERDİM NORMALLE” Trendeki adlı öyküde “Var olduğumuz için özür dileriz” cümlesini düşündüğümde sanki kitaptaki bütün öykü kişilerine ait olduğunu düşündüm. Kitabı bitirip düşündüğümde sanki topu bu özrü diliyordu bu dünyadan… Bazıları böyle hissediyor, evet. Hesaplaşma anlarında nefes nefeseyken, biraz durulduklarında hep bu hal gelip yerleşiyor üstlerine. Bazı insanlar vardır, suçlu kılıklılardır. “Kim yaptı bunu” diye bağırır öğretmen sınıfa, sonra bakışlarını suçlu kılıklıya çevirir hemen. O yapmamıştır oysa sadece baştan kabullenmiştir yenilgiyi. İşte o çocukların duygusudur bu: “Var olduğumuz için özür dileriz”. Yoksulların, bazı utangaç ama ne yapacağı belli olmayan çocukların, baskın cinsel yönelim dışında kalanların, hangi sebeple olursa olsun ezilenlerin buluştuğu duygudur bu. Hayata karşı bir türlü atılamayan içli bir nara, olamamanın karşısında küskün bir iç çekiştir. Öykülerinde cinsel eğilim ve kimlikleri hem gösteriyor hem göstermiyorsun. Daha doğrusu gösterdiğin şeyi önemsemiyor gibisin. Benim kadın, senin erkek olman kadar doğal, normal. Bu bir soru değil, senin öykülerinde çok takdir ettiğim bir şey ama elbette bu duruşunu biraz anlatmanı isteyeceğim… Cinsel yönelim, cinsel kimlik, toplumsal cinsiyet, bütünüyle cinsellik… Hepsi üzerine çok düşündüğüm kavramlar. Normal çok tehlikeli bir kavram, benim derdim normalle zaten. Normal, baskın, güçlü, muktedir. Onların başta cinsiyet konusundaki olmak üzere tüm dayatmalarına karşıydım hep. Hâlâ öyleyim. Bir açıdan şanslıydım, tüm cinsel yönelimlere çok doğru bir yerden bakan bir ailede büyüdüm. Bunu siyaseten doğru olduğu için değil, gerçekten öyle düşündükleri için yapıyorlardı. Eşcinseller, düzcinseller, aseksüeller, biseksüeller... Hepsi, kimse ve nasılsa, karikatürize edilmeden, öykünün direttiği şekilde yer alacaklar öykülerimde. Onları oluşturan başka yönleriyle, hayalimizde canlanacak geçmiş ve gelecekleriyle. Cinsel yönelimimiz ve cinsel kimliğimiz çok önemli evet ama bizi biz yapan tek şey değil. Ben bütünü görmeye çalışıyorum söylediğim gibi; bir öykü kişisi yaratırken. Duruşum budur yani. Peki, okura ne dokunsun, neresine dokunsun bu kitap? Kimin en çok neresi yaralıysa, oraya dokunsun. n sibelo@gmail.com Dokunma Dersleri/ Yalçın Tosun/ Yapı Kredi Yayınları/ 122 s. K İ T A P S A Y I 1238 D ayna hem lamba’ oldu sanki. Yanılıyor muyum? Bu öykü bana çok tuhaf ve güzel geldi… Sen ne düşünüyorsun? Teşekkür ederim öncelikle. Tuhaf ve güzel demen çok ilginç, tuhafı hep çok güzel bulurum ben de. Gözlerimi ayıramaz, hayranlıkla izlerim tuhaf bir şey gördüğümde. Bu bir tarafa, yazma eylemi ya da kitabın genel duygusu üzerine konuşmak başka ama öykülerin üzerinde tek tek konuşmayı, onları anlatmayı çok istemiyorum, onların kırılgan varlığını zedeliyorum gibi geliyor. “TUHAFI HEP ÇOK GÜZEL Onlara kötü dikilmiş BULURUM” bir elbise giydirilmiş Bir Kocanın Gizli Defterinden adlı gibi geliyor bana, yazar öykündeki koca öykünün sonunda ‘hem uzun uzun açıklayınca. Ama şunu söyleyebilirim ‘Bir Kocanın Gizli Defterinden’ bugüne kadar yazdıklarım arasında benim için de ayrı ve o sevdiğim tuhaflık dolaylarında bir yerde duruyor. Öykülerin temelinde yüzleşme yüzleşememe hali var. En basiti gibi görünen ama asıl en büyük sorun olan çocukluk yılları… Bireyin asıl en büyük sorunu bu gibi geliyor bana. Hepimizin arızası oradan başlıyor, ilk yıllardan… Yüzleşme benim için hep başat dertlerden biridir. İçinde binlerce duygu barındırır çünkü, öncesi ve sonrasını da düşünürsek. Çocukluk ve çocuklar… Aslında üzülüyorum bir çocuk gördüğümde. Elimde değil. Her çocuk içimde bir yeri acıtıyor. Bir Yalçın Tosun, her cümlede başka başka duyguların peşine düşüdaha hiç öyle olamayayor, bizi de peşinden sürükleyerek. 2 0 1 3 kimi zaman. Ama tüm bu bütünsellikte kısacık bir anlarına ortak oluyoruz; ben ve okur. Onların bir öncesi ve sonrası olduğuna ben inanmazsam, okur da inanmaz. Dokunamaz metne gibi gelir bana. Baktığım yerlere gelirsek, tene baktım bu sefer, bakmadığımca. Ve arzuya. Arzunun örtüsünün altında neler olduğuna. Sonra yine tanıdık yabancılar olarak adlandırdığım aileye, onun içinde ve dolaylarındaki herkesin bildiği o zavallı sırlara… Bir de küçük kesiklere bakmaya çalıştım; hani ufacık olan ama çok acıtan ve iyileşmesi tahminimizden çok uzun süren o belalı kesiklere. K A S I M Fotoğraflar: Yaşar K. Canpolat C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle