23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Albert Camus yüz yaşında Adaletsiz dünyada bir adalet savunucusu Albert Camus doğduğu 7 Kasım 1913’ten ölümüne (4 Ocak 1960’a) dek yarattığı eserleri, düşünceleri ve söylemiyle dünyada önemli bir iz bıraktı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nın ve ertesindeki gelişmelerin insanı alçaltan yapısını eleştiren Camus, buradan hareketle “absurde” ve başkaldırı felsefesine ulaştı. Özellikle başkaldırı felsefesiyle düşmüş insana evrensel değerlerin yeniden kazandırılması gerektiğini savundu. Doğumunun yüzüncü yılında bu çağrıyla beraber anılması, Camus’nün fikirlerinin canlılığını koruduğunu gösteriyor. “Filozof, sağlıklı insan anlığının kavramlarına ulaşmadan önce, anlık hastalığını benliğinde iyileştirmek zorunda olan kişidir. Nasıl yaşamın içindeyken ölümle çevriliysek anlığın sağlığı içindeyken de çılgınlıkla çevriliyiz.” Ludwig Wittgenstein r Ali BULUNMAZ atillerin maktul ve mağdur, suçluların yargıç ve adaletsizliğin adalet sayılıp her şeyin anlamsızca yer değiştirmeye, izlerin birbirine karışmaya başladığı bir dünyada Albert Camus'nün görüşleri daha bir anlam kazandı sanki. Bazı siyasi fikirlerine katılalım katılmayalım, pek çok çağdaşıyla tutuştuğu kavgada Camus'nün tarafında yer alalım ya da almayalım, onun en sağlam yanının geleceğe miras bıraktığı güçlü ahlak anlayışı olduğu çok tartışma götürmüyor. Yirminci yüzyılın karmaşık ortamında insancıllığın baş savunucularından olan Camus'nün, adının ve görüşlerinin hâlâ bir şekilde gündeme gelmesi, onun ne denli zemini dolgun eser ve fikirler ürettiğinin göstergesi. HAYATIN TERSİ VE YÜZÜ Baktığımızda, Camus’nün savunduğu insancıllık ve başkaldırma ahlakının, halen geçerliliğini ve canlılığını koruduğunu görüyoruz. “Çağının vicdanı” diye nitelenen Camus, günümüze seslenmeye devam ediyor. Onun gösterdiği şey bu anlamda yalın: Sorun (ve çözüm), karşımızda ve yanı başımızda duran insanda. Camus, zamanının eksikliklerini, çöküntü ve yozlaşmışlığını sezmiş; bu yolda, sorunların giderilmesine dönük bir kapı aralamaya çabalamıştı. İnsanın düşmüşlüğünün nedenlerini, ona göstermeye çalışıp çözüme giden yolun kilometre taşının anlayış olduğunu söylemişti; anlamlandırma ve değerlendirmenin önemine atıf yapmıştı. İnsanın insan olma koşulları, bu kavramlarla koşutluk içindeydi. Bunu vurgulamasından dolayı Camus, “çağının vicdanı” ve tanığıydı. Onun çabası insana hak ettiği yeri kazandırma ve insanı düşüşten kurtarmaya yönelikti. Bu bağlamda kült Camus’nün yol ha Camus’nün kitabı Yabancı’nın son ritası, günümüz ve sayfasının taslağı. K her şey bana açıklansın istiyorum ya da hiç. Ama yüreğin bu çığlığı “Absurde”den “Y a karşısında us güçsüzdür. Ruh bu gereksinimle arıyor, çelişkilerden, saçmalamalardan başka bir şey bulamıyor. Anlamadığımın dayandığı bir yok. Dünya bu usa aykırılıklarla dolu. Anlamını kavrayamadığım bu başkaldırıya şey dünya gerçekte uçsuz bucaksız bir usa aykırılıklardan başka bir şey değil.” Camus (Sisifos Söyleni) “Ağaçlar arasında bir ağaç, hayvanlar arasında bir kedi olsaydım, bu yaşamın bir anlamı olurdu, daha doğrusu bu sorunun hiç anlamı olmazdı, çünkü dünyadan bir parça olurdum. Bu dünya olurdum, oysa şimdi tüm yakınlık gereksinimimle onun karşısındayım.” (Sisifos Söyleni) “Hiçbir şeye inanılmıyorsa, hiçbir şeyin anlamı yoksa, hiçbir değere ‘evet’ demiyorsak, her şey olanaklıdır ve önemsizdir. Ne evet kalır ne hayır; katil ne haklıdır ne de haksız. Kişi kendini cüzamlıların bakımına adayabileceği gibi, içinde insanlar yakılacak ateşleri de tutuşturabilir. Kötülük ve erdem de birer rastlantı ya da gelip geçici birer istektir bu durumda (…) Hiçbir şey doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü olmadığından, kuralımız en ‘yetkin’, yani en güçlü biçimde davranmak olur. İnsanlar, doğrular ve haksızlar diye değil, efendiler ve köleler diye ayrılır o zaman. Böylece, ne yana dönersek dönelim, yadsımanın ve yoksayıcılığın (nihilizm) göbeğinde, ayrıcalıklı yerini korur.” (Başkaldıran İnsan) “Benim ve benim gibilerin istediği, istediğimiz dünya, kimsenin kimseyi öldürmediği (o kadar deli değiliz) bir dünya değil, adam öldürmenin haklı olamayacağı bir dünyadır. Bunda gerçekten ütopya ve çelişme içindeyiz. Çünkü yaşadığımız dünya öldürmenin haklı sayıldığı bir dünyadır, onu istemiyorsak, değiştirmek zorundayız. Değiştirmek isteyince de öldürmeyi göze almak gerekecek gibi görünüyor. Demek, bir öldürme başka bir öldürmeye yol açacak ve hep korku içinde yaşayıp gideceğiz.” (Denemeler) S A Y F A 4 n 7 K A S I M 2 0 1 3 gelecek için geçerliliğini yitirmiş değil. Camus’nün yapmaya çalıştığı insanı tanımak, onun eylemlerinden doğan açmazlar ile “absurde”ü aşma ve buna başkaldırı ahlakıyla karşı çıkarak insanı düşmüş halinden olabildiğince kurtarmaktı. Camus, kendini yaşadığı yüzyılın sorunlarıyla dünya sorunlarıyla hesaplaşmaya adamış bir sanatçıfilozoftu. Birinci Dünya Savaşı ve onun etkilerinin hüküm sürdüğü bir dönemde dünyaya gelen Camus, eserlerinde yaşadığı her olumsuzluğu eleştirip gördüğü her güzelliği betimlemişti. Onun çalkantılarla dolu bir yüzyıl içindeki kısa yaşamında, en önemli eserlerinin (Yabancı’nın ve Sisifos Söyleni’nin 1942’de, Veba’nın 1947’de) yayımlandığı dönemin olumsuz yanlarını yansıtması da gözden kaçırılmaması gereken bir nokta. Buradan yola çıkarak dönemindeki olumsuz olayların Camus’nün absurde ve başkaldırma düşüncelerinin oluşmasında önemli etkileri bulunduğu rahatlıkla söylenebilir. Hiçbir şeyin anlamı ve değeri yoksa insan nasıl var olabilir? İdeolojiler çağı olan yirminci yüzyılda ve bununla birlikte çağımızda, insanları öldürmenin haklı çıkarılışının karşısında nasıl durulabilir? İşte Camus, yaşadığı Avrupa’dan hareketle bu soru ve sorunlarla hesaplaşmaya çalışır. İnsanı kavramaya ve çağına yön vermeye çabalarken söylemini de bu anlayışla kurar ve bu çerçevede nihilizmi aşmaya gayret eder. Camus’nün söylemini oluşturduğu yıllar bilimin, politikanın, aklın ve insanın yenilgiye uğradığı dönemi kapsar. Bu bağlamda Camus’nün söylemini iki döneme ayırmak mümkün: İlk döneminde Camus, “absurde” (saçma, uyumsuz) kavramını eşeler ve intiharı işler. İkinci döneminde ise başkaldırı kavramını irdelerken ana tema olarak da cinayeti seçer. Başkaldırı, bir anlam ve değer uğrunaysa onunla insanları ölüme götürmek Camus’ye göre büyük bir tutarsızlıktır. Başkaldırı Camus için metafizik ile tarihsel olmak üzere ikiye ayrılır ve bunlar en açık ve ayrıntılı biçimde Başkaldıran İnsan adlı eserde ele alınır. Onun iki döneminin ortak varış noktası ise ölümdür; ölüm mutlak bir son ve saçma yaşantıyı ortaya çıkaran temel ilkedir. “Absurde”ün bilincine varan insan için yaşam ve ölüm, intihar ve yaşama başlıca çelişkilerdir. “Absurde”, hayatın tersi ve yüzünü ortaya çıkarırken insan bu ikircikli durum karşısında gerilim yaşar. Bu gerilimden doğan kaygı nedeniyle insan kimi zaman hayatı yorumlama, kavrama ve sürdürmeyle ilgili açmazlara sürüklenir. Ancak “absurde”ü yok etmek ya da yok etmeye yönelmek, insanın kendisine ihaneti anlamına gelecektir. Camus için “bilinç” ve “bilinçli olma” durumu tam da bu noktada ağırlığını hissettirir: “Saçmanın bilincine varıp buna uygun olarak yaşamaya çalışan bir insan, bilincin, dünyada korunması gereken en zor şey olduğunu her zaman fark eder. Koşullar neredeyse her zaman, buna engel olur. Söz konusu olan, dağılmanın kural olduğu K İ T A P S A Y I 1238 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle