28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Editörlüğünü Ensar Yılmaz’ın yaptığı "Türk Sinemasında Sosyal Meseleler", Ayşe Koncavar’ın "Sinema İletişim Edebiyat", Ahsen Yalvaç’ın "Türk Sineması ve Arabesk" ile Dilara Balcı’nın "Yeşilçam’da Öteki Olmak" bu hafta sözünü etmek istediğim sinema kitapları… elin bir değişiklik yapalım… Tiyatroya özgülediğim ekim ayının bu ilk haftasını, süreduran “filmekimi” günlerine (26 Eylül–6 Ekim) ayırarak tiyatroyu bir sonraya bırakalım… Öyle ya, sinemalar arasında koşuştururken ceplerimize, koltuk altına sıkıştırdığımız üç beş kitabın heyecanını paylaşsak kötü mü?.. Ama araya girecek bayramla TÜYAP Kitap Fuarı haftalarının özel konumu da yansıdığında takvime, tiyatro sinema kitaplarına ayıracağım yerin yetmeyeceği, bu yayınlara öteki haftalarda da yer açacağımı söyleyebilirim şimdiden… Ama bir iki haftaya sığdırmak olanaksız hale geldi artık kitapları. Öyle hızlı, yoğun tiyatro, sinema kitabı yayımlanıyor ki, bunlara yetişip yer açabilmek öyküde, romanda görüldüğünce olanaksız. Özgen Acar, her yıl topluca tanıtır ya arkeoloji, antik kentler, sanat tarihi alanlarında yayımlanmış kitapları, bakarsınız yakın gelecekte kitap ekleri de buna yönelmek zorunda kalıvermiş… Yazınsal türlerden popüler düşün, bilim kitaplarına, kişisel gelişimden siyasa, din, ahlak, ekonomi, cinsellik vb. farklı alanlara uzanan büyük bir kitap bombardımanı yaşanıyor denebilir kestirmeden. Buna bir de ekitap, öteki internet yayınları vb. eklendiğinde, şaşkınlığa düşmemek elde değil. Kaldı ki bu yayın bolluğunun kendisi üzerine de pek çok kalem oynatılıyor. Haftanın kitaplarına geçmeden bu yayın bolluğunun düşündürdükleri üzerine bir iki satırla durayım… Bu tür yayın ya da okur çokluğunun, seyirci, izleyici, dinleyici kesimlerindeki artışın, demokratik eylemlere katılımdaki yükselişin toplumca bizi daha ileri bir yere çıkaracağına inanıyorum kendi payıma. Çünkü ilk ağızda bir karmaşa izlenimi bıraksa da bunun niteliğe dönük sıçrama için dayanak oluşturacağı, yaşanacak asıl patlamanın bu birikimle ortaya çıkacağı kesin… Bundan ötürü nicel patlamanın bir nitel sıçramaya dönüşebileceğini öngörmek gerekiyor. Ancak bu demek değil ki, yayın iştahı üzerinde durulmayacak, örneğin tiyatro, sinema alanlarında hiç mi hiç eleştirel değerlendirmeye girilmeyecek; hayır, tersine bunu yapmak da zorunluluk olarak duruyor önümüzde… YARIM YÜZYILLIK SİNEMA YAYINCILIĞIMIZ… itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] Filmekiminden sinema ekinine… G günlere ulaşan sinema birikimimiz, son yıllarda üniversiteden akan katkılarla da gerek sanatsal, gerekse bilimsel derinleşmede sağlam dayanaklar oluşturdu kendine. Hiç kuşku yok ki bu, üretilen filmlere de yansıdı. Her ne kadar birörnek film üretimine, sistemin dayattığı rol modeline uygun yapımlara, güncelin, popüler olanın kolaycı esintilerine kendini kaptırarak avcılıkla yol almaya çalışan filmlere rastlanıyorsa da, özgünlüğü denli erdenliğiyle de dikkati çeken filmler de şavkımıyor değil beyazperdede. Onlarca yazarın, sinemabilimcinin, yönetmenin, eleştirmenin, adına Türk sineması diyeceğimiz alanın gelişimi yönünde yoğun çabayla katkı koyduğu söylenebilir o halde. Yine de yitip giden, sistem denilen canavarca öğütülen sinemacılarımız da olmuyor değil… Sözgelimi Ali Özgentürk, son filmini izlemeye gelen birkaç on kişiden oluşan biletli seyirci sayısını da vererek, bu trajik olguya dönük soru yöneltirken sinema için neler yapılabileceği sorunsalı da olanca ağırlığıyla önümüze yuvarlıyor… Bu arada hışır, olgunlaşmadığı halde kendini boy gösterme hevesine kaptırmış, kibirli küstahlığıyla afur tafur ortalıkta dolanan kişiler de çıkabiliyor tabii. Mangalda kül bırakmayan böyleleri kendine yer bulabilirken olgunluk, sebat gibi niteliklerle varlıklarını sessiz sedasız sürdürenler de olmuyor değil… Ne diyor Işıl Özgentürk: “Sinemada her şey mümkün, yeter ki, aşk olsun!” (Cumhuriyet, 24.9.2013) Bütün bunlarla örtüşen tutumların uzantılarına yayın dünyasında da rastlanıyor kuşkusuz, birbirini tetikleyip üreten yaklaşımlarla. Bu hafta sinemamız üzerine dört kitaba yer açmayı düşündüm ya, salt “giriş” bağlamında kalabilir yazı, önümüzdeki haftalarda konuya dönme fırsatı yakalayamazsam eğer. Editörlüğünü Ensar Yılmaz’ın yaptığı Türk Sinemasında Sosyal Meseleler (Başka Yerler, 2012), Ayşe Koncavar’ın Sinema İletişim Edebiyat (Agora, 2013), Ahsen Yalvaç’ın Türk Sineması ve Arabesk (Agora, 2013) ile Dilara Balcı’nın Yeşilçam’da Öteki Olmak (Kolektif, 2013) bu hafta sözünü etmek istediğim sinema kitapları… Ne var ki kitapları şöyle bir taraklayıp karıştırırken daha, dikkatimi çeken bu noktalara değinmeyi gerekli gördüm. YAYINDA SAVRUKLUKTAN SIYRILMAK… Gelin bu örneklere kabaca göz atalım ilkin. On farklı yazının yer aldığı Türk Sinemasında Sosyal Meseleler’de kitabın editörü olarak Ensar Yılmaz ile Oğuz Han Metin’in kaleme aldığı “Hababam Sınıfında İktidar/ Otorite veya Patriarkal Yapının SosyoPolitik 1233 Yarım yüzyıldan bu yana giderek yükselen bir yayıncılığı da desteğine alarak buC U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I Övgüsü” başlıklı makale (155175), yirmi sayfaya yayılıyor. Ama yazıda da kaynakçada da Rıfat Ilgaz’ın adına rastlamıyoruz bir kez olsun. Üstelik filmlerden geniş biçimde diyalog alıntılayan yazarların, bunca söyleşim için olsun Rıfat Ilgaz’ın “Hababam Sınıfı” dizisine göz atmamasını nasıl karşılamak gerekiyor, bilmiyorum doğrusu… Bu yıl yirmincisi gerçekleştirilen 44 yaşındaki Adana Altın Koza Film Festivali’nde açılan “Hababam Sınıfı Sergisi”nden söz ederken Aslı Selçuk, “Sinema ve Edebiyat Kenti” başlıklı yazısında şu satırlarla değiniyor buna: “’Hababam Sınıfı Sergisi’nin açılışında… ben de bir konuşma yaptım ve Rıfat Ilgaz’ın unutulmaz eserinin çıkış noktasının İlhan ve Turhan Selçuk kardeşlerin 1956’da yayımladıkları Dolmuş Dergisi olduğunu vurguladım…” (Cumhuriyet, 20.9.2013) Ayşe Koncavar’ın Sinema İletişim Edebiyat’ında yazar, “İçindekiler”de “Türk Sinemasında Sınıfsal Çatışma; Karanlıkta Uyananlar Filminde Toplumsal Gerçekçilik” derken, bunu yer yer “toplumcu gerçekçi” kavramıyla karıştırıyor. Örneğin hem “…Türk sinemasında toplumsal gerçekçi akım ve özellikleri hakkında tartışmaya çalışacağız” diyor hem de “Toplumcu gerçekçi filmleri bir akım olarak değil de ‘toplumcu gerçekçi yönelim’ olarak görenlerin temel gerekçeleri”nden söz ediyor. (8) Sonra bu yönetmenlerle filmlerini listeleyip “[t]oplumsal gerçekçi akım içerisinde bulunan bütün filmler ve hatta yan örnekler sıradan insanın sorunlarına eğilir” diye ekliyor. Aslı Daldal’a göndermeyle de şu yargısını paylaşıyor okurla: “Sonuç olarak, toplumsal gerçekçi akım iki önemli görev üstlenir: Var olan toplumsal düzeni nesnel ve devrimci bir bakış açısıyla perdeye aktarmak, yani sosyal gerçekçiliği yansıtmak ve özgün, modern bir sinema dili yaratmak…” (9) Koncavar, belli, “toplumsal gerçekçilik”ten söz ediyor, ama bu karışıklık ister istemez okumayı da güçleştiriyor. Konuya “sınıfsal” açıdan baktığı için kavramın kullanılışına yönelik karışıklık sürüyor. Burada iki kavram arasındaki farka yer vererek anlatımını sürdürseydi karışıklığın önünü alabilirdi belki. Daldal kadar 1980’lerden günümüzü hep tartışma konusu yapılan Ahmet Oktay’ın Toplumcu Gerçekçiliğin Kaynakları/ Sosyalist Realizm Üstüne Eleştirel Bir Çalışma (İthaki, dördüncü basım, 2008) başlıklı yapıtından da yararlanırdı hem bu arada. Sonra “üçüncü sinema” deyişinin, “1969 yılında icat edilmiş bir terim” olduğundan söz ediyor Koncavar. (32) Oysa Türkçede biz, “ilk kez” kullanımdan söz ederiz. Sözgelimi “ikinci yeni” deyişini ilk kez Muzaffer İlhan Erdost, “sözcük” sözcüğünü de ilk kez Melih Cevdet 3 Anday kullanmıştır deriz. Dilara Balcı da Yeşilçam’da Öteki Olmak’ta, “[a]zınlıklarla ilgili tartışmalar Cumhuriyet’in kuruluşunun daha ikinci yılında, 1924 Anayasası hazırlanırken alevlenmeye başlamıştır” (43) diyor. Ama bunun için başlangıcından günümüze anayasaları dayanak yapıp bunları da eşelemesi gerekirken bunun yerine Fatih Akın’ın kitabına göndermeyle yetiniyor. Deniz Ülkütekin’in 67 Eylül’ün yıldönümünde Dilara Balcı’yla yaptığı söyleşiyi de anmak isterim ayrıca burada, değeri bağlamında. (Cumhuriyet Pazar, 8 Eylül 2013) Ahsen Yalvaç’ın Türk Sineması ve Arabesk adlı kitabında yazar “Muhsin Ertuğrul’un sineması”ndan (11) söz ederken bir yıldız konularak dipnot iniliyor: “Muhsin Ertuğrul sinemasının geniş kapsamlı olarak irdelendiği bir çalışma için bkz. Muhsin Ertuğrul Sineması, Âlim Şerif Onaran, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2013.” Bu yıldızı yazarın değil, yayınevinin indiği anlaşılıyor, ama yazarın yapıtının bütünlüğü açısından buna “yn” ya da “yayıncının notu” belirtkesinin eklenmesi gerekmez miydi? Bütün bunlar, bu tür kitapların, aceleye getirilip getirilmediği gibisinden kuşkuya yol açıyor ki, ne yalan söylemeli, hoş değil bu! YAYINDA NİCEL YETERLİKTEN NİTEL DOYGUNLUĞA… Yukarıdaki örnekler, kitapların nitel değerlerini düşürmese de temel başvuru kaynaklarında aranan o “tam güven” duygusunun önemini, değerini bir kez daha anımsatıyor bizlere. Yazarların yayın yapma, yayınevlerinin bunları yayımlama yeterliğine değil sözüm. Bu bağlamda yeterlik apaçık ortada. Nitekim ileriki haftalarda kitaplara dönerek bunların nitel yanları üzerinde ayrıca duracağım zaten… Ne var ki kitaplara kabaca göz atıldığında, üstelik salt taraklamayla bile kimi noktalar burukluğa neden oluyor, yer yer düş kırıklığına yol açıyorsa eğer, yazar, yayınevi açısından yayın yapma yeterliğindeki ölçütün yetmezliği de su yüzüne çıkmış olmuyor mu böylece? O halde salt yeterlikle yetinilmemesi, yayınlarda bir “doygunluk” aramanın da zorunluluğu üzerinde durmak gerekiyor yanılmıyorsam… Filmekimi günlerinde sinemalar arasında koşuştururken oradan oraya mutlulukla savrulan insanların sözünü ettiğim bu kitapları kestane kebap sıcaklığında yüreklerinde taşımasına engel değil yine de bu durum… Hadi öyleyse iyi seyirler, iyi okumalar! Dikkati elden bırakmadan… n E K İ M 2013 n S A Y F A 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle