06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Necati Tosuner’den yeni bir yapıt: ‘Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı’ ‘Susmak ağır bir yumruk!’ Yazarlığın ellinci yılında, gerçeğin yoğunluğunun, sıklığının, dışarıda o daha kurşunlaşan renginin uyarında bir romanla daha buluşturdu okurlarını Necati Tosuner: Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı! Bir önceki romanı Kasırganın Gözü‘nün devamı olan yapıtı, anlatıcının dilinden, seslendiği dinle(me)yiciye, yani geciktirilerek alıştırılan kasırgayı bir zerre olduklarını bilmeden göz ardı edenlere yazılı en önce. Hayata, ölüme, doğaya, ve karşılarında sadece bir zerre oluşumuz gerçeğine ithaf edilmiş. Tosuner’le Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı! adlı kitabına dair bir söyleşi yaptık. Ë Gamze AKDEMİR “Kuş olsan geçme buradan!” (…) “Yakında kalmayacak kuşlara da özgürlük.” Romandan liklerin şimdiki yansıması. Gerçek olmasını istemediğimiz gerçek. Bizi kendisine alıştırmaya çalışan gerçek. Alışamadığımız… Yitirilen… Yok edilen değerlerimizi, yeniden kazanmak umudu. Yüreğimizin ve beynimizin dediğine yeniden inanabilmek…“Kasırganın Gözü”nü yazarken kendime karşı yaşadığım güçlükler ve onlara çözüm için bir çare arayışlarım, epeyce sıkıntılı olmuştu. Kitabın yarısına gelindiğinde, “Bu yazdıklarım için ‘roman değil’ diyen biri olacaksa, şimdiden bıraksın okumayı!” demek zorunda kalan bir yazar vardı. Bu duygusal diklenme, kitabın bitirilmesini sağlıyor ve beğeniyle karşılanması ona Attilâ İlhan Roman Ödülü’nü kazandırıyordu. Yazarlık açısından bakıldığında, “Susmak”ı yazmak sanki daha kolaymış gibi görünüyordu. Oysa, hiç de öyle olmadı: Çünkü, susmak insanı yoruyordu. Hem de nasıl… Sabahı etmek için bir avuntu gerekir. “Buna da şükür!” der. Çünkü, hastanede değildir... hapishanede değildir.. Şükretmek kişiyi güçlendirir. Hangi korkuların susmaya yol açtığını da açıklamış olur. Ağır bir yumruk almıştır, bunun adını “ağır bir yumruk” diye koymak gerekir. Umutlanmaların yeşillendirdiği filizler, abartılmadan, ucuzlatılmadan, özenle korunmak ister. Ben bir “edebiyat sevdalısı” olarak yazarlığın 50. yılında “Susmak”ı yazmış olmaktan sevinç duyuyorum. Oysa, “Susmak”ta anlatılanları yazmış olmak beni yoruyor, yaşlandırıyor. Ellinci yılı kutlarım Necati Bey! Sağ olasın… “BOŞUNA SUSULMUYOR!” Romandan aynen alıntılayarak sormalı yine de: “Şimdi ne biçimliyor seni, seni senden koparan ne?” Yanıtın hem yazarın hem karındaşı denli yakını Anlatıcı’nın hem de Dinleyici’nin cephelerinden gelmesi ricasıyla... Demin de söyledim. “Susmak”ı yazmayı düşünmek bile kişiyi yorabiliyor. Yazılacakların yaşanılmış gerçeği, kaygıların yol açtığı ürküntünün günden güne çoğalması, küçük umutlanmalarla kotarmaya çalıştığın büyük umudun uzak duruşu. Dayatılanlarla biçimlendirilmek istenen bir gelecek. Her gün.. her adımda yeni bir hoyratlık. Neye yarayacak yazıklanmaların? Yazık olanları biriktiren günler… Romanda Yazar’ın yeri çok belirgin: Bölümlerin başlangıç perdelerinde ve en sonda 37. Bölüm’de onu görüyoruz. Son bölüm, kitabın mimarisini güzel 2013 bir fiyonk gibi bütünlüyor, üzünçler içinde. Anlatıcı, yolculuğun tüm yükünü üstlenmekte. Onun bu inanılmaz özverisi, “Anlatıcı yoksa yok mudur?” düşüncesini uyandırmakta. Olsun, Yazar için onun varlığı bir şeye daha yaramakta: Yazar’ı “Tanrıyazar” durumundan kurtarmakta. Peki, Dinleyici ve Dinleyiciler kim?.. Kitapta bu çok belirgin değil. Belirgin olamazdı, çünkü boşuna susulmuyor ya! Boş vermiş gibi Dinleyici… Dinleyici ne menem? Şımarıkça bir kaygısızlık ve kavrulmuşlukla donatılı dili, dağarı... Anlatıcı, yazar ne kadar uyarmakta hatta kimi zaman provoke etmekte Dinleyici’yi? İstersen bunun adını Dinlemeyici yapalım. Dinlemeyici ve ona biat eden, irili ufaklı öteki Dinlemeyiciler... Yazar, Dinlemeyici’ye karşı Anlatıcı’yı biçimlerken bile temkinli olmaktadır. Ve bunu hiç de gizliyor değildir. Gerçeği örtmeye asla kalkışmaz. Kurtarılacak ruhlarla ve korku dağlarıyla dopdolu koca şehir, umut an lam ve biçem değiştirmiş, tanımlar tepetaklak! “Hep gizliden gizliye içinde tutulan duygulanımlar”la bezeniyor yaşamlar... Kafalar allak bullak! O Dinlemeyici de ister istemez değişmekte. Hatta istemeye istemeye… İnsanlar birbirlerinin yüzlerine bakmaya korkuyorlar. Çünkü sokağa çıkınca, görmek istemediklerin var. Televizyonu kapatınca kurtulduğunu sandığın gerçek, dışarıda! Gerçeğin yoğunluğu.. sıklığı.. kurşunlaşan rengi dışarıda… Dinlemeyici’deki değişiklik sevindirecek gibi değil ki… Gizlenilmiş yüzünü –gerektikçe ve yeri geldikçe biraz daha göstermekte. Kızgınlığını tutmak zorundasın. Geciktirilerek alıştırılan kasırga, dışarıda. Biliyorsun: Ve susmak… “DOĞAYA İYİ BAKMAYI BİLEN GÖZ GERÇEĞİ GÖRÜR” Mevsimler... Deniz… Romanınızda duygulara, duygulanımlara sıkı metafor ve referans olagelmiş bereketli renkleriyle doğa satır satır... Sıkıntılısıkıntısız… Hayat dersi hayatın “doğal” özünden de epik bir örgüyle sarf oluyor Anlatıcı’nın dilinden. Ben şöyle düşünürüm: Doğaya bakmayı iyi bilen bir göz, gerçeği görür. Onun erişilmez varlığının çarpıcılığı, açıklamaya çalışmalarla anlamlara bürünür. Görülen güzellikler, yaşanılan iyilikler, duyulan sevinç, hep de “dünya nimetleri” diye nitelediklerimiz için yaşanan yarış –hele kendimizle olan yarış hayatı biçimler. Yoksa, sarf edilmeden de geçer ömür. Bütün bu büyüklük karşısında sen bir zerresin. Bir zerre… Ölümle kontra bir yaklaşım hüküm sürdürüyorsunuz satırlarda… Ölüme meydan okuma bir üst seviyeye taşınmış gibi… Yarı acı ti’ye bile alınıyor… Nedir ölümle eşiği romanın? Hayatın en güçlü tanımı, ölümün kaçınılmazlığıdır. Kimi zaman sanki bir kurtuluştur. Ölünce de bir daha ölmek yok. İnsanı insan yapan bildiklerinin zenginliğidir. Kefen bezi bile hazır edilir. Herkes bilir, söyler kefende cep olmadığını. Sonra da o hırs.. o gözü doymazlık… ¥ Bir kişisel tatmin cazibesine kapıl asırganın Gözü”nün devamı “Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı!” umudun hangi kanadına daha çok meyletmektedir? “Buna da şükür!..” diyor Anlatıcı mesela... “Kasırganın Gözü” üzerine söyleşi yaptığımızda söylemiştiniz: “Yenilginliğin ilacı umut.” “Bu romanınızda bu noktada umudu yine hiç abartmadan, romantize etmeden, öyle aman aman vaatlerde bulunmadan, fikri, zikri hani paçayı kaptırmadan ötelememeye bir devam da var. Gamze kardeşim, geçip gitmiş günlerde hep umutla biriktirdiklerimizin, işte boşa çıkmış olması. Bir yenilginlik duygusu. Bunun ağırlığının günden güne hep artıyor olması. Umutlarımızı korumaya gösteremediğimiz özen. Hoyratça savrulmuş bencilSAYFA 16 ? 17 OCAK “K “Bence, bugün yaşadığımız gerçeklerin bir edebiyat eserine konu olması, yazarının bir özel titizlenmeyi dikkate almasını zorunlu kılar. Sanat yapıyorsak, belli etmesek de bir kalıcılık sorunu ve hedefi kafamızda gizli olarak bulunur. Sanat eseri, başka türlüsü olmayan, başka türlü yapılması olanak dışı olandır.” CUMHURİYET KİTAP SAYI 1196
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle