22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y nsanlar gibi kitaplar da yaşlanıyor. İnsanoğlu kocadıkça nasıl elden ayaktan düşüyorsa, saçı başı ağarıyor, dişleri dökülüyor, kamburu çıkıyorsa, kitabın da kapağı epriyor, sayfaları sararıp soluyor, giderek parça purçak oluyor. Ama kitapların dirimsel bir farkı var insanlardan: İnsanların ölümlü olmalarına karşılık, hepsi değilse de kimi kitaplar zamanla ölümsüzlüğe erişebiliyor. Gerçi kimi insanların da, yaş aldıkça, bilgeleşip feylesoflaştıkları oluyor, ama yazgılarındaki ölümlülüğe karşı durmaları (hiç değilse şimdilik!) olanaksız. Oysa bazı kitaplar, kapakları eskise de, sayfaları yıpransa da, özlerindeki gençliği koruyabiliyor, zaman içinde ölümsüz bir nitelik alıyorlar. Yaşlanmanın getirdiği düşkünlükler ve ölümlülük bir yana, kimi insanlar zamanın hızlı akışı içinde hoşgörüsüzleşiyorlar. Kimselere katlanamaz olmakla kalmayıp kendilerine bile katlanamaz bir ruh haline bürünüyorlar. Oturup sohbet edebildikleri, sahici bir şeyleri paylaşabildikleri insanların sayısı günden güne azalıyor. Bu kadar da değil. Pek çokları çağdışı kalıyor yaşlandıkça. Düşündükleriyle, söyledikleriyle, yazdıkları ve yaşadıklarıyla köhneleştikleri gibi, köhneleştiklerinin ayırdına bile varmıyorlar. Bazı kitaplar ise okundukça eskiyeceklerine yenileniyorlar, zaman geçtikçe yaşlanacaklarına gençleşiyorlar. Her okunuşlarında yeni boyutlar, yeni derinliklikler kazanıyorlar. Zaman onları eskiteceğine, onlar zamanı eskitiyorlar. Giderek ölümsüzlüğe kavuşuyorlar. Bazen, onları yeniden okumayı yeni bir kitap okumaya yeğlediğiniz kitaplar bunlar. Evet, klasiklerden söz ediyorum. Edebiyat klasiklerinden. Klasikliğin, zamanla yakın bir bağıntısı olduğu açık. Bir roman sözgelimi Turgenyev’in Babalar ve Oğullar’ı, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı, Dickens’ın David Copperfield’i, Flaubert’in Madame Bovary’si zamanın aşındırmalarına karşı koyarak, okunmaların sınavlarından geçerek klasikleşir. Gençlik çağımızda okuyup etkilendiğimiz bir romandan, olgunluk çağımızda hem bambaşka, hem de daha engin tatlar alabiliyorsak, büyük olasılıkla, bir klasikle yüz yüzeyiz demektir. Hiç kuşku yok ki, Italo Calvino’nun, ‘Klasikleri Neden Okumalı?’ başlıklı olağanüstü denemesinde yaptığı gibi, klasiklere çok farklı tanımlar getirebiliriz. Ama yine de, zaman, bu konuda en sağlam ölçütlerin başında gelir sanırım. Bir de, evrensellik elbette. SAYFA eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr Rus yazar İvan Gonçarov’un ünlü romanı nitelikli üç çevirisiyle Türkçede Oblomov’lar ölmez... İ Benim, son zamanlarda yeniden okuduğum romanlardan biri de, İvan Aleksandroviç Gonçarov’un (18121891) 1859’da yayımlanmış olan Oblomov adlı romanı. Bizim okurumuz Gonçarov’un yapıtını okuyabilmek açısından büyük bir “lüks”e sahip, çünkü Türkçede nitelikli üç çevirisi var Oblomov’un. Erol Güney’in Rusça bilgisiyle Sabahattin Eyuboğlu’nun Türkçe ustalığının ürünü olan çeviri, İş Bankası Kültür Yayınları’nın Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi’nde. Yıllardır Rus edebiyatından pek çok yapıtı dilimize kazandıran Ergin Altay’ın çevirisi İletişim Yayınları’ndan çıktı. Son dönemde Rus yazarlardan nitelikli çevirilere imza atan Sabri Gürses’in çevirisi ise Everest Yayınları arasında. Aslında daha başka Oblomov çevirileri de yok değil, ama ben burada bu üç çeviriyi anmakla yetinmeyi yeterli görüyorum. “UZUNSATAR...” Çeviriye değinmişken… Bazı kitapları birden çok yayınevinin çevirtip yayımlamasında, kuşkusuz, yazarlarının ölümünün üstünden yetmiş yıl geçtiği için o kitapların telif hakkının ortadan kalkmış olmasının da payı var. Ne ki, bu türden kitaplar, “çoksatarlar”ın kısa ömürlü parlayışlarına, gelgeçliğine karşılık, belki çok hızlı satan değil ama sürekli okunan kitaplar. Başka bir deyişle, “uzunsatar” olmaları onları pek çok yayınevinin gözünde onsuz edilemez kılıyor. Kaldı ki, böylesi kitaplar, sağlam bir çeviriyle yayımlandıklarında, yayınevine saygınlık da sağlıyorlar. Eh, bu da, onların “klasik” olmalarından kaynaklanıyor olsa gerek… 19. yüzyıl Rusya’sının tam orta yerinde yazılmış olan Oblomov, dönemin iki karşıt karakterini, hayalleri gerçeklere yeğleyen Oblomov ile gerçekçi, girişimci Ştoltz’u karşı karşıya getiİvan Aleksandroviç Gonçarov rir. Gittikçe, ölümü andıran bir uyuşukluğa gömülen Oblomov’un ruhu, varsıllaşan, büyük bir işadamı olan Ştoltz’unkinden zengindir. Ne var ki, Oblomov yitip gitmekte olan eski yaşamı, Ştoltz ise gelişip güçlenmekte olan yeni dünyayı temsil eder. Cömert aristokrat Oblomov, bir türlü kurtulamadığı kararsızlığı yüzünden, sevdiği kadını, becerileriyle göz kamaştıran coşkulu ve pragmatik arkadaşına kaptırır. Çöken aristokrasi ile yükselen kapitalist sınıf arasındaki karşıtlığı büyük bir ustalıkla gözler önüne seren Gonçarov, soyluluğun serflere, toprak kölelerine dayalı yaşam biçimini acımasızca eleştirir. Bunun temelinde de, 19. yüzyıl ortalarında Rusya’da yaşanan büyük değişimi derin bir kavrayışla saptamış olması yatar. Bu karşıtlık temelinde, çöküp giden aristokrasinin geriliğini, uyuşukluğunu, boşluğunu kendinde cisimleştiren Oblomov gibi ölümsüz bir karakter armağan eder edebiyata. Gerçek yaşamdaki “Oblomov”lar birer birer ölüp gidecek, ama kurmaca Oblomov karakteri ölümsüzlüğe erişecektir. Dönemin ünlü eleştirmeni Dobrolyubov’un dediği gibi, “Bu kitapta önemli olan Oblomov değil, Oblomovluktur”; Gonçarov’un yarattığı roman karakteri, giderek gerçek yaşamdaki bir karakter özelliğine adını verir ve evrenselleşir, tıpkı Cervantes’in Don Quijote’si gibi. Gonçarov’un romanını kalıcı ve evrensel kılan, 19. yüzyıl Rusya’sının temel toplumsal çatışmasını doğru saptamış olmasından çok, yazarın tüm sahici sanatçılarda rastlanan ustalığıdır. Kitabı dilimize kazandıran Sabahattin Eyuboğlu ve Erol Güney, birlikte kaleme aldıkları önsözde, bu noktayı vurgulamışlar: “Gonçarov kendi ülkesinin yaşadığı bu dramı anlatırken bir iç dökme acılığına, bir kötüleme ya da öğüt verme tatsızlığına düşebilirdi; fakat gözlemci olduğu kadar da sanatçı olduğu için, romanın en acı yerlerinde bile sakin, hattâ babacan bir hikâyeci gülümsemesini yitirmiyor. Ancak Cervantes, Rabelais, Gogol gibi büyük romancılarda görülen bu ‘dram karşısında gülümseme’, bu ‘humor‘ olmasaydı, Oblomov bütün önemine rağmen okunamayacak kadar sıkıcı bir kitap olabilirdi. Gonçarov sık sık konusunu, kahramanını unutarak, bir sahneyi, bir konuşmayı hatırda tutulamayacak kadar ince, önemsiz ayrıntılarıyla anlatmak zevkine kapılıyor. Bu yüzden düştüğü tekrarlar, uzunluklar, Fransız çevirmeninin amansız sansürüne uğramış olmakla birlikte, kanımızca romanın en değerli tarafları arasındadır. Özellikle ‘Oblomov’un Rüyası’nda marazî denebilecek bir incelemeye varan bu ikinci plan tasvirlerinde realist edebiyatın her zaman veremediği doyulmaz tablolar vardır. Geçmiş zamanı, adeta beş duyunun birden yardımıyla dirilten bu ‘Rüya’yı Marcel Proust okumuş olsaydı, Gonçarov’u kendine en yakın romancılardan sayabilirdi. Proust da onun gibi anlattığı âlemden hiçbir şeyin kaybolmasına razı olmuyor, ilk bakışta tekrar gibi görünen belirsiz renkleri biriktirerek canlı bir bütün yaratıyor...” EVRENSEL KARAKTERLER Gonçarov’un, Oblomov dışında iki yapıtı daha var. 1847’de yayımlanan Olağan Bir Öykü, dönemin etkili eleştirmenlerinden Belinski’nin tanıtımıyla Gonçarov’a kısa sürede büyük ün getirmiş. Uçurum adlı roman ise, 1869’da yayımlanmış. Gonçarov, üç romanında da, sorunsuz bir hayalperest ile iş dünyasının hareketli yaşamını simgeleyen bir karakteri karşı karşıya getirmiş. Yükselen kapitalizm ile sanayileşmenin, eski Rusya’nın aristokratik gelenekleriyle bir arada var olduğu bir dönemin toplumsal koşullarını aydınlatmaya çalışmış. Daha doğrusu, bu koşulların doğurduğu karakterleri romana taşıyarak onları evrensel kılmış. Oblomov’u, okumadıysanız mutlaka okuyun; okuduysanız mutlaka yeniden okuyun; Gonçarov’un bu başyapıtını başucunuza koyun. Ama okumaktan çok, izlemeye yatkınsanız, Nikita Mihalkov’un 1979’da çektiği, başrolde Oleg Tabakov’un harikalar yarattığı beyazperde uyarlamasını seyredin. Okurken de, seyrederken de, Oblomovluğun bize ve günümüze de yabancı olmadığını sezinleyecek, giderek çevrenizdeki Oblomov’ları ve Ştoltz’ları seçer gibi olacaksınız. ? Nikita Mihalkov’un 1979’da çektiği, başrolde Oleg Tabakov’un harikalar yarattığı beyazperde uyarlamasından bir görüntü... 6 ? 3 MAYIS 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1159
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle