19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Milli Kadın vleti” ol açıönüp, lkelea yol örneği ye’dir. ve leri insan ere ğerlerkın.” atı’nın anlayışı emperkelerde meleri ? diyor. İnsanlığın önündeki sorunları da “Küresel terör, insan ve uyuşturucu kaçakçılığı ve yoksulluk” olarak sayıyor. Bu sorunlarla savaşmak için ancak ulus devlet yapılarının etkili olacağını söylüyor. Bu açıdan bakıldığında, Huntington’un en azından ulus devletleri yok etmeye yönelik tezinin zayıfladığını ve yavaş yavaş terk edilmekte olduğunu söyleyebiliriz. Ama sonuç olarak İslam âlemi ile Batı arasındaki çekişme ve bu çekişmeyi çözmek için, demokrasiye ve insan haklarına aykırı da olsa birtakım totaliter rejimler tarafından İslam değerleri olarak dayatılan kadın hakları ve insan hakları ihlallerinin benimsenmesi tezi hâlâ geçerliliğini koruyor. rşı. letleri stiyor. tı ile leri edenle Cumini, Avaplara esini ilen da göABD mesi okta söylederece it edinitelik bütün kla sosöylünlı İmde Baönüşon’un ddiyen doğdedillke ol ce, damanlığı, yor. ük. Kaiı sağlam gibi, dost ya ime çıka uya akışı k önea yeni Birlisel döize gösun kamı sel döFukun biri apta, larını duğuuslara başa n mut? 1159 “AKP DIŞARDA LAİKLİĞİ SAVUNUYOR” “Türkiye model olabilir mi?” bölümüne ilişkin sorarsam, Ayarını bozmaya azmettikleri Türkiye’yi kendilerince makbul denli “ılımlı” bir model haline getirmeyi beceremezlerse ne olur? Amaçlara hizmet edildiği sürece kayrılan Türkiye’nin başına ekonomik, sosyal başlıca neler gelebilir? Ayrıca Huntington’ın Arap dünyasının başına Türkiye’yi adeta tebelleş etmeyi amaçlayan bu modellik teklifinin arka planında başka neler vardır? Türkiye’nin Arapİslam Dünyası’na bir model olarak takdiminde pek çok sorun var: Hemen belirtmeliyim ki, Türkiye’nin bu dünya için cazibesi, ekonomik bakımdan gelişmiş olmasından, ülkede egemen olan özgürlük havasından, halkının yaşam düzeyinden ve belki daha da önemlisi, yaşam biçiminden, bireylerin ve özellikle de kadınların sahip oldukları haklardan filan geliyor. Oysa tam da bu haklar ve özgürlükler, siyasal İslamı totaliter bir rejim olarak kullanmak isteyen Müslüman Kardeşler gibi örgütler veya kendi diktatörlüklerini sürdürmek isteyen Sabah ailesi gibi aileler tarafından hiç de olumlu görülmüyor. Şimdi sorun şurada: Türkiye’nin bir model olarak kullanılmasını sağlamak için ile Arapİslam Dünyası yakınlaşması sağlanacaksa, Arapİslam Dünyası mı Türkiye’ye benzeyecek, yoksa Türkiye mi Arapİslam Dünyası’na benzetilecek? Bu sorunu daha net ve çarpıcı bir biçimde bir soru olarak da formüle edebiliriz: Türkiye mi Arapİslam Dünyası’na model olacak, Arapİslam Dünyası mı Türkiye’ye? Müslüman Kardeşler örgütünün ve diktatörlerin karşı çıktıkları, demokrasinin ön koşulu olan laiklikten ödün veren bir Türkiye artık Arapİslam âlemi’nden farklı olmaz ki… Yani model olma özelliğini yitirir. Burada Türkiye’nin iç ve dış politikası bakımından bir başka çelişki daha ortaya çıkıyor: İçerde İslam referanslı bir parti olarak görülen ve bu nedenle de Malezya gibi birtakım İslam ülkeleri tarafından İslami ilkelerin siyasette uygulanması açısından örnek alınan AKP, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mısır, Tunus ve Libya’da yaptığı konuşmalarda ve Cumhurbaşkanı Gül’ün Tunus gezisinde laikliği savunuyor. Hiç kuşkusuz Arapİslam âlemi’ne karşı gösterilen bu tavrın arkasında ABD’nin onayı ve hatta önerisi var. Daha açık bir biçimde ifade etmek gerekirse, içerde İslamcı bir siyaset çizgisi izleyen AKP dışarda laikliği savunuyor. İşte kitapta bu çelişkiye işaret ederek, doğru çizginin laiklik bağlamında CUMHURİYET KİTAP SAYI olması gerektiğini vurguluyorum. Çünkü kitap sadece sorunlara işaret etmekle kalmayıp, çözümler de öneren bir yaklaşımla yazıldı. Laiklik olmadan hiçbir Arapİslam ülkesinin gerçek bir demokratik yapıya kavuşamayacağı açık. Mısır kökenli ünlü filozof ve yazar Samir Amin de bunu savunuyor. Türkiye laik rejimini kararlılıkla sürdürürse bundan dolayı cezalandırılır mı? Daha doğrusu ABD bundan rahatsız olur mu? Çok emin değilim. Çünkü ABD ülkelerin genel eğilimlerine göre kartlarını oynayan bir ülke. Elbette manipüle etmeye çalışıyor ama son tahlilde genel eğilimleri kullanıyor, yani bir ölçüde bunları dikkate alıyor. Bu açıdan eğer Türkiye’nin genel seçmen eğilimleri laiklik ilkesine sahip çıkarsa büyük bir sorun yaşanacağını düşünmüyorum. Sorun laiklik ile laiklik karşıtlığının, ABD’nin müdahalesi ile kazanacağı veya kaybedeceği bir denge durumunda kalmasında çıkar. Dilerim Türkiye neredeyse yüz yıla yaklaşan bir demokrasi deneyimini çöpe atmaz! ABD bugün neden Suriye’ye doğrudan müdahale etmekte çekingen davranıyor? Ve yeni “havuçlar” “Arap Baharı” ve “İran tehdidi” terminolojiye dolayısıyla zihinlere nasıl nakşedildi? ABD Savunma Bakanı Panetta bunu açıkça söylüyor: Suriye’nin savunma gücü Libya’nın sekiz katı. Kitle imha silahları ise 10 katı. Ayrıca savunma sistemleri meskun bölgelerde kurulu olduğundan bir müdahale olduğunda sivil ölümlerin çok yüksek olması muhtemel. Genelkurmay başkanı da ona katılıyor. Bildiğimiz bir şey varsa o da ABD üst düzey yetkililerin doğrudan bir ABD silahlı saldırısından yana olmadıkları. ABD esas olarak uluslararası camianın ve özellikle de BM’nin onayını arıyor. Zaten Libya olayı ile farklı dedikleri noktalardan biri de bu Birleşmiş Milletler’in desteğinin olmayışı. İran, Rusya ve Çin de önemli faktörler tabii. Libya oldukça yalnızdı, Suriye öyle değil. Ayrıca Suriye’nin devlet yapısı, Libya’nın aşiretlere dayalı derme çatma devlet yapısından daha güçlü. Bütün bu nedenlere ABD şu anda sahip olmadığı bir uluslararası destek peşinde. “Arap Baharı” yutturmacası bitti, artık hiç kimse bu hareketlerin gerçekten bir demokratikleşme olduğuna inanmıyor. ABD’nin rolü de ortaya çıktı. İşte zaten bu nedenlerle İran’ın nükleer tehdidi piyasaya sürüldü. Yalnız İran konusunda bir tereddüdüm var: İran’ın elindeki nükleer enerji gücünü bomba yapmak için kullanmayacağına ilişkin hiçbir güvence yok. Atom bombası sahibi bir İran ise başta Türkiye olmak üzere bütün komşularına karşı bir tehdit oluşturur. Bu açıdan Türkiye’nin çok dikkatli olması gerek. ABD kendini dünyanın hâkimi görüyor ifadesini kullanıyorsunuz kitapta. Sorum basit (!) ABD dünyanın hâkimi 1159 mi ve/veya hâkimi değil mi? Ya Rusya ya Çin, hatta Brezilya, Hindistan? Bu konu uzun zamandır tartışılıyor… Sovyetler Birliği çöktükten sonra dünyanın “çok kutuplu” bir hale geldiği ve ABD’nin gücünün sınırlandığı söyleniyor. Bence bu yargı doğru değil. Tam tersine, Sovyetler Birliği çöktükten sonra ABD dünyanın tek büyük gücü haline geldi. Elbette arkasından Çin geliyor. Hindistan, Brezilya, Rusya çok gerideler. Ama Çin gerçekten büyük bir güç olarak geliyor. Sanıyorum Amerika’nın gelecekteki rakibi Çin olacak. Ama şimdilik aralarında tam bir ekonomik sembiyoz var: Çin ucuza üretiyor, ABD ucuza ithalat yapıyor, Çin de kazandığı parayı ABD tahvillerine yatırarak bu saadet zincirini finanse ediyor. İlerde ne olur bilmem ama ABD şimdilik dünyadaki en büyük askeri ve siyasal güç. “SURİYE TEK BAŞINA BİR ÜLKE DEĞİL” Pragmatik ABD dış politikasının çelişkilerinin başında ne gelir? Bu pragmatizmin bize yansıması noktasında Başbakan Erdoğan’ın Mısır, Tunus ve Libya gezisi bağlamında Türkiye’ye bi Emre Kongar, ABD’nin kendi ürettiği El Kaide’den hem dost hem de düşman olarak azami yararı ve çıkarı sağladığını belirtiyor. çilen rolünü “primadonna ballerina” şeklinde değerlendiriyorsunuz. Genel ilkeler açısından bakıldığında ABD’nin dış politikası demokrasi ve insan hakları üzerine kuruludur. Üstelik de bu dış politika Kongre’nin yani siyasetin denetimi altındadır. Fakat kitapta da örneklerini verdiğim biçimde, ABD “ulusal çıkarlarını” korumak, enerji bölgelerini kontrol etmek ve dünya üzerindeki stratejik gücüyle nüfuzunu arttırmak için ilke filan dinlemeden her türlü ittifaka ve gizli kapaklı işlere girişiyor. Bunun sonunda da elleri kanlı ve cepleri halktan yürüttükleri paralarla dolu diktatörlerle işbirliği başta olmak kaydıyla, genel dış politika ilkelerine aykırı olan her eyleme ve önleme “prag3 matizm” açısından başvuruyor. Benim korkum, GOP bölgesinde ve özellikle de Suriye krizinde, kendi yüklenmek istemediği sorumlulukları Türkiye’ye yüklemesi ve sıcak savaş gibi seçenekleri Türkiye üzerinden kullanmasıdır. Bu işin bir yanı. Tehlikeli yanı. Bir de işin öbür yanı var: Türkiye’nin Arapİslam âlemi için bir model olarak kullanılması. İşte bu noktada bazı belirsizlikler ortaya çıkıyor: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mısır, Libya ve Tunus’ta laiklik mesajları vermesi, Cumhurbaşkanı Gül’ün Tunus’ta bu bağlamda yaptığı konuşma hiç kuşkusuz çok olumlu. Hem Türkiye’nin demokratiklaik çizgideki rejimini sürdürmesi açısından hem de Arapİslam âlemine, tek kurtuluş yolları olan laikliği önerdikleri için. Ama tam bu noktada bazı belirsizlikler ortaya çıkıyor: Birincisi samimiyet sorunu. Yurtiçindeki referansları İslam olan bir partinin liderleri bu mesajlarında ne kadar samimi? İkinci sorun bu ülkelerdeki en yaygın ve geniş güce sahip olan Müslüman Kardeşler’in laikliğe kesinlikle karşı çıkmaları. Üçüncü sorun ise ABD’nin bu laiklik konusunda Türkiye’nin arkasında durup durmayacağı. Özet olarak şunu söyleyebilirim: Arapİslam Âlemi’nin kurtuluşu ve gelişmesi ancak demokratiklaik bir rejim çizgisinde gerçekleşebilir. Ama o bölgedeki koşullar buna şu anda çok uygun değil. Acaba ABD yine pragmatizm açısından genel ilkeleri terk ederek, İslamcı rejimlere, şeriata destek mi verecek? Yoksa esas olarak o ülkelerin çağdaşlaşması için demokratiklaik rejimin gelişmesine yönelik temel reformlara yönelmeyi mi özendirecek? Akdeniz’i bir Batı gölü haline getirilmesi yolunda ABD’nin önünde dikili “son kale” Suriye... İstikrarsız bir Suriye asla istemeyen politik satrancı ustaca oynayan Çin ve Rusya boyutları... Aynı hissiyattaki İran boyutu... Suriye olayı neden basit değildir? Irak ve Libya’dan en temel farkı nedir? Suriye’ye Türkiye’nin müdahalesinin “yan hasarları”, “ana hasar”dan neden daha fazladır? Suriye sorununun birinci özelliği, bölgedeki büyük dengelerin, özellikle de İran nüfuzunun bir parçası olması. Bir başka deyişle, Suriye tek başına bir ülke değil. Ayrıca Rusya ve Çin de var elbette. İkinci özellik, Suriye’nin savunma sisteminin ve elindeki silahların Libya’nınkilerden kat be kat fazla olması. Özellikle ABD’nin dikkate aldığı önemli bir faktör bu askeri gücü. Türkiye açısından üçüncü nokta ise, Suriye bölündüğü takdirde ortaya çıkacak olan SünniNusayri çatışması ve daha da önemlisi Kürt nüfusun durumu. Kuzey Irak ile birleşecek bir Kürt bölgesi Ortadoğu’daki dengeleri altüst edebilir ve Türkiye açısından beklenmedik sorunlar yaratır. Ve dördünce bir nokta, mülteciler sorunu. Suriye’nin istikrarsızlaştırılması, Türkiye’nin büyük bir mülteci dalgasıyla karşı karşıya kalmasına yol açacaktır. Sıcak savaşın getireceği ölümleri, büyük kentlerimize yönelik füze tehditlerini düşünmek bile istemiyorum. Zaten bu kitabı da böyle maceralara atılmak yerine, Türkiye’nin İran, Rusya ve Çin’le olan ilişkilerini de kullanarak barışçı bir çözüm aramasını teşvik etmek için yazdım. ? [email protected] ABD’nin Siyasal İslamla Dansı/ Emre Kongar/ Remzi Kitabevi/ 224 s. MAYIS 2012 ? SAYFA 17
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle