Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Osmanlı tarihinden anılar Haremden sürgüne mahrem bir yalnızlığın tarihi Nemika Deryal Marşanoğlu’nun yayıma hazırladığı Haremden Sürgüne Bir Osmanlı Prensesi‘nde Osmanlı prensesinin anıları ilk defa okura sunuluyor, II. Abdülhamit’in gelini Mislimelek Hanım, istibdat döneminin bilinmeyenlerini anlatıyor. Mislimelek Hanım’ın anıları harem hayatı, toplumsal ve siyasi olayların saray ve çevresindeki yansımaları gibi yaşadığı dönemin pek çok gerçeğini yalın bir şekilde ortaya koyarken yakın tarihimize ve saray hayatına ilişkin konuları da tartışmalı hale getiriyor. Kendisinin saraya ilk girişinden saltanatın kaldırılmasıyla sürgün yıllarına, Nazi kamplarına, en sonunda da vefatına kadar olan süreyi kaleme alan Mislimelek Hanım, anılarıyla kendi hayatının yanı sıra dönemin hayatını da anlatırken pek çok soruyu da ortaya atıyor. ? Ahmet BOZKURT “Kız kadın hepsi haremlerde bütün gün mahpus Şu telakkiye bakın en kötü vahşet: nâmus!” kar. Mislimelek Hanım’ın hatıralarında açığa çıkan Abdülkadir Efendi portresi tam anlamıyla dandy’lik kavramını hakediyor. Şehzade’nin ilginç, çoğu zaman ise okuyucuya kahkaha attıracak cinsten yaşantı tarzı, her önüne gelen kıza âşık olması, sürekli birileriyle evlenmeye teşebbüs etmesi gibi pek çok olay da bu türdendir. Abdülkadir Efendi’nin zorlu sürgün yıllarında da bu alışkanlıklarını devam ettirmesi maddi açıdan zor günler geçiren aile için sıkıntıların daha da artmasına sebep olmuştur. Doğurduğu tek çocuğunu kaybeden Mislimelek Hanım ise en müşkül anlarında bile hep Şehzade’nin yanında olmuş, dirayet göstermiş bir kadın portresi çiziyor. Şehzade Abdülkadir Efendi’nin oğulları Alaettin ve Ertuğrul Efendi’yi kendi öz çocukları olarak kabul etmesi ve hep yanlarında olması da bunun bir göstegesidir. SÜRGÜN YILLARI 1922’de Saltanatın, ardından da Halifeliğin kaldırılmasıyla Osmanlı hanedanının Türkiye dışına çıkarılmasına karar verilmişti. Türkiye vatandaşlığından çıkartılarak Türkiye’de oturmaları yasaklanan hanedan üyeleri için sürgün yılları da böylece başlamış oluyordu. Hanedanın kadın üyeleri için 28, erkek üyeleri içinse 50 yıl sürecek olan bu sürgün hayatında Mislimelek Hanım hiçbir şekilde yurda dönme imkânı bulamamıştır. Sürgün yıllarında Şehzade Abdülkadir eşleri Mislimelek, Hatice Macide, Meziyet ve çocukları Orhan, Ertuğrul, Alaettin ve Bidar ile Macaristan’da Peşte’ye yerleşirler. Burada pek çok sıkıntıyla ve maddi yetersizliklerle boğuşan Abdülkadir ailesi 1933’te Sofya’ya yerleşir. Sofya’da ise kemancılıktan kantarcılığa pek çok işte çalışan Şehzade dönemin politik koşullarından dolayı Bulgar Kralı tarafından da kullanılmak istenir. Eski alışkanlıklarından bir türlü vazgeçmeyen Abdülkadir Efendi’nin bir Bulgar kızı ile gönül ilişkisi yaşaması yüzünden 1943’te eşini terk eden Mislimelek Hanım Arnavutluk’a, II. Abdülhamit’in kızı, Naime Sultan’ın yanına gider. 1944 yılında Naime Sultan’la birlikte Nazi kampına düşen Mislimelek Hanım 1945’te serbest kalmış, ardından Beyrut’a gitmiş ve 1955 yılında hayatını kaybetmiştir. Bu fırtınalı hayat sessiz bir şekilde son bulmuştur. Hatıralarının giriş kısmı aynı zamanda bu yalnız hayata düşülmüş bir dipnot gibidir: “Şimdi aradan seneler geçmiş ve devir değişmiş olsa bile bütün hadiseleri daha dün gibi hatırlıyorum. Ömrümde pek çok tuhaf hadiselere şahit oldum, büyük inişler çıkışlar yaşadım. Debdebeli saraylarda ve konaklarda yaşadıktan sonra, kader beni ufak bir apartman dairesine kadar sürükleyip getirdi. Vaktiyle şaşaalı tuvaletler içinde, başımda şehzade zevcesi tacını taşırken, bir gün bütün bu saltanatın son bulacağını tahmin edemezdim. Evet, bir gün alelade bir vatandaş haline geleceğimi hakikaten bilemezdim. Şimdi etrafıma bakındığım vakit fotoğraflarımdan başka hiçbir şey o muhteşem devri hatırlatmıyor. Hiçbir şeyin baki olmadığı bu cihanda elbet saltanatın da bir gün nihayete ermesi, herhalde pek tabii bir haldir. Vaktiyle kupalı saray arabaları içinde bu memleketin bir hanımefendisi olarak seyahat ettiğimi zihnimde ihya ettikçe, bütün yaşadıklarım bana hayal gibi geliyor ve gerçekten de hepsi artık bir hayalden ibaret.” ? Haremden Sürgüne Bir Osmanlı Prensesi/ Yayıma Hazırlayan: Nemika Deryal Marşanoğlu/ İnkılâp Kitabevi/ 288 s. KİTAP SAYI 1160 ? Mehmet Âkif atırat kitapları tarihin yaşayan bellekleridir. Geçmişin tüm yaşanmışlığını ve bugüne aitliğini eskitmeden hep yeniden taşıyan özel bir yazın biçimidir. Özellikle tarih yazımında tutulan günlüklerin ve çok sonradan açığa çıkan anıların oluşturduğu külliyat çoğu zaman kafa karıştırıcı olabiliyor. Hem edebiyat tarihinde hem de siyasal ve sosyal alana içrek tüm alanlarda tarihsel olaylar, kişiler ve durumlar için kaydı düşürülen her dipnot önem teşkil eder. Çoğu zaman tek bir tanıklığa dayansa bile bu durum hep böyle olmuştur. Hele ki yakın tarih için bu türden bir gerçeklik her zaman varlığını sürdürmüştür. Osmanlı tarihinin son dönemine ve yakın dönem Cumhuriyet tarihine ilişkin pek çok günlük ve anının bu kadar çok dolaşımda olmasının en önemli nedenlerinden biri de budur. Elbette daha özel nedenler de yok değil. Mahrem olanın, bize ait olmayan yaşamların hep bir sır perdesi ile perdelediği gerçekler kimin ilgisini çekmemiştir ki? BİR TÜR VESİKA Osmanlı tarihinin ve özellikle istibdat döneminin saklı kalmış yüzlerinden biri de kuşkusuz harem hayatı olmuştur. Harem hayatına ilişkin oluşturulan masalsı egzotik imgelem biçimi Oryantalist yazının da temel ilgilerinden birini oluşturmuştur. 1001 Gece Masalları’ndan akıp gelen bir cinsellik, aşk ve erotizm yumağı bu masalı her zaman diri tutmuş, hem yazınsal alanda hem de resim gibi diğer pek çok mecrada bu esrar çözülmeye çalışılmıştır. Bilinmeyenin çekiciliği, şüphesiz, hiçbir şeyle ölçülemez. Hele ki söz konusu tarih ve tarihin en gizli kalmış dönemlerinden biri ise işin rengi iyice değişir. Son dönemde bu türden kitapların epeyce yoğunlaştığı bir gerçek. Onca bilgi ve külliyat yığını içerisinde doğru tercihi yapmak her zaman mümkün olmayabilir. Mislimelek Hanım tarafından kaleme alınan anılar da bu doğru tercihlerden biri olacaktır. Haremden Sürgüne Bir Osmanlı Prensesi başlıklı kitap yakın tarihimizin en çok tartışılan padişahlarınSAYFA 8 ? 10 MAYIS H dan biri olan II. Abdülhamit dönemine ilişkin ilk elden gözlemlere ve tanıklıklara dayanıyor. II. Abdülhamit’in oğlu Şehzade Abdülkadir Efendi’nin ilk eşi olan Mislimelek Hanım’ın hatıralarından oluşan kitapta harem hayatı da dahil olmak üzere Yıldız Sarayı yılları (1891 1909), Meşrutiyet devri (19091918) ve Sürgün yılları (19241933) sürükleyici bir anlatımla kalem alınmış. Osmanlı tarihinde ilk defa bir şehzade eşinin hatıralarını kaleme alması açısından tarihi bir vesika özelliği taşıyan kitapta bugüne kadar bilinen pek çok tarihsel bilginin de sorgulanması gerekliliği ortaya çıkıyor. Osmanlı hanedanındaki ilk ve tek sosyalist şehzade olan Abdülkadir Efendi’nin ilginç yaşamı, babası Abdülhamit ve kardeşleriyle olan ilişkisi ilk defa gün yüzüne çıkıyor. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte sürgüne gönderilen hanedan üyeleri içerisinde en fazla mağduriyet çeken ailelerden biri olan Şehzade Abdülkadir’in yaşamına ilişkin kesitler, yaşadıkları yoksulluklar, hayatta kalmak için kemancılık ve kantarcılık yapan bir şehzadenin trajik yaşamöyküsü hiç kimsenin kayıtsız kalamayacağı cinsten. Mislimelek Hanım’ın anıları pek çok açıdan ilginç ve okunmaya değer. Dile getirdiği pek çok şey ilk olması dolayısıyla tarih yazımını da ziyadesiyle ilgilendiriyor. II. Abdülhamit’in oğlu Şehzade Mehmet Abdülkadir Efendi ile 1898 senesinde Yıldız Sarayı’nda nikâhı kıyılarak “İsmetlü Mislimelek Hanımefendi Hazretleri” olarak hanedan defterine kaydı yapılan Mislimelek Hanım’ın 1950’li yıllarda sürgünde iken yazmaya başladığı hatıraları 1955’teki ölümüyle birlikte tamamlanamadan kalmıştır. Hatıraların devamının kesintiye uğraması hiçbir şekilde Mislimelek Hanım’ın yazdıklarında bir eksiklik duygusu yaratmıyor. Aksine hatıraların kurgusal boyutu ve içerisinde barındırdığı trajik öz okuyucunun kayıtsız kalamayacağı bir aura oluşturuyor. Her şeyden önce istibdat dönemine, II. Abdülhamit’in devlet politikasına, özel yaşantısına, sürgün yıllarına ve sonrasında ise dağılan bir hanedanın yaşadıklarına ilişkin ilk elden gözlemlere dayanması bu anılar toplamını okunmazsa olmaz kılan özelliklerden yalnızca birkaçı. Çünkü bir Osmanlı prensesi ve şehzade eşi olarak Mislimelek Hanım’ın hatıraları alanında bir ilk olma özelliği taşıyor. Osmanlı hanedanındaki tek sosyalist şehzade olan Abdülkadir Efendi’nin ilk eşi olması, sürgün yıllarında yaşananlara ilişkin anlattıkları şimdiye kadarki tarih bilgisini tersyüz edecek cinsten. Haremden Sürgüne Bir Osmanlı Prensesi özellikle II. Abdülhamit’in aile hayatına, eşlerine ilişkin gözlemlerle zenginleşmiş bir yapıt. Henüz yedi yaşındayken Yıldız Sarayı’na intisab eden Mislimelek Hanım kısa zamanda padişahın güvenini kazanarak onun hazinedarlarından olur. Birkaç yıl sonra da padişah onu oğluyla evlendirir. 18911909 yılları arasında Yıldız Sarayı’nda yaşayan Mislimelek Hanım ilk zamanlar eşinin hovardalığı ve kendisini bir türlü kabul etmemesinden dolayı sıkıntılı günler yaşar. Gerçekte Abdülhamit ile oğlu Şehzade Abdülkadir Efendi arasında hep bir sorun vardır. Oğlu babasının hiçbir zaman kendisini sevmediğini ve kabullenmediğini düşünür. Bu durum onu daha da inatçı, asi bir kişiliğe büründürür. Onun İttihatçılarla olan ilişkisi ve sosyalist kimliği de böyle bir aksiyonun sonucudur. Abdülhamit’in vehminin bir sonucu olarak dış dünyaya kapalı bir kale konumunda olan Yıldız Sarayı’ndan kıyafet değiştirerek gizlice Beyoğlu’na hovardalık yapmak için çıkması, her akşam sarhoş bir şekilde saraya dönmesi gibi pek çok olay Mislimelek Hanım’ı da oldukça sıkıntıya so 2012 CUMHURİYET