23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2012 YUNUS NADİ ÖYKÜ ÖDÜLÜ: Seray Şahiner ‘Kadınları koruyalım söylemini aşağılayıcı buluyorum’ Samatya’da aynı günde geçen dokuz öyküden oluşan Hanımların Dikkatine adlı kitabıyla 2012 Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne değer görülen Seray Şahiner, ‘Hanımların Dikkatine’ anonsu yapıyor. Mahalle aralarında “Hanımların dikkatine; overlok makinesi ayağınıza geldi, halı kilim, yolluk kenarına overlok çekilir, beş dakikada yapılır, hemen teslim edilir” anonsuyla gezen overlok kamyonları vardır. Şahiner, bu kamyonların dolaşırken sesini duyurabildiği beş farklı kadının hikâyesini anlatıyor bu kitabında. Kitapta ağırlıklı olarak kadın dünyasını anlattıysam da, bu sadece hanımların dikkatine bir kitap değil. Kadın hikâyesi yazmıyorum; hayatı kadınların gözüyle yorumluyorum. Sadece kadınerkek anlatmak meselesi değil, birbirimizi ne kadar anlayabilirsek, o kadar iyi” diyor. Şahiner, anlattıklarının farklı jenerasyonlardan değişik hayallere sahip kadınlar olduğunu, en temel benzerliklerinin de dil, söylemler ve kampanyalar üzerinden yönlendiriliyor olmaları olduğunu belirtiyor. SAYFA 16 ? 10 MAYIS ye varan bir yan var: savunurken ezmek. Parmakla gösterilmek: “Kadınlar.” “Kadınları koruyalım” söylemini de aşağılayıcı buluyorum. Acizlikle tanımlayarak daha güçsüz hale getiriyorlar. Çoğu zaman şiddet olaylarının medyada yer bulma tarzı bile ayrı şiddet ve taciz unsurları içeriyor. Tacizşiddet olaylarına hemcinslik bağı kurmadan, insan olarak, üzülerek, öfke duyarak tanık oluyorum. Mağdura üzülmek yerine zalime kızmayı öğrenmek lazım. Öfke hareket gerektirir. O da dayanışma ve güç. O zaman “çok üzüldüğümüzü” belirtip, vicdanımızı rahatlatmış olarak hayatımıza aynen devam etmenin de yolunu kapatmış oluruz. Son zamanlarda medyada da sıkça gördüğümüz kadına yönelik şiddet, taciz, cinayetlerin… Kız çocuklarına yapılanların, erkek çocuklarına yapılmadığına emin miyiz? Yapılanların ne kadarı ortaya çıkıyor? Mesele sadece erkekkadın meselesi değil, sisteme yayılmış temel bir adaletsizlik var. İnsan olarak acı çekiyoruz. Bir mağduriyet varsa, insan olarak mağduruz. Kitapta, karakterlerin mağduriyetinden çok, sistemin hangi yollarla onları çıkmaza soktuğuna baktım. “İNSAN OLMAK, AÇMAZLARLA YAŞAMAYI DAYATIYOR” Hikâyelerdeki kadınların her birinin kendileri, özelde kadınlıkları ile ilgili açmazları var. Kadın olmak biraz da bu açmazlarla yaşamayı öğrenmek anlamına mı geliyor? İnsan olmak, bu açmazlarla yaşamayı dayatıyor. Benim yazdığım kadınların dertleri daha çok dayatılan kadın modeline erişmeye, “o olmaya” çalışırken ayaklarının takılmasıyla başlıyor. Dertleri kendi cinsiyetleriyle ilgili değil, dayatılan kadınlıkla ilgili… Sanki, kadın olmak daha çok dil bilmeyi gerektiriyor. Babaya, kocaya, evlada, yöneticiye karşı… İş hayatına daha geç girdik, sokağa daha geç çıktık. Bizden önce orda oluşan dile bir şekilde sızmak için, belli yollar aramamız gerekebiliyor. Bu kimi zaman, karşımızdakini idare etmek oluyor, kimi zaman bir zırh giyinmek. Mutfakta aşçı, salonda hanfendi olmak… İşin kötüsü, bununla övünmeye başlamış hale gelmemiz. Kitabın yayımlanmasının ardından çevrenizden nasıl tepkiler aldınız? İlk kitaptan bu yana olan tüm süreci şaşkınlıkla karşılıyorum. Gelin Başı çıktığında, kimse fark etmez, önemsemez sanıyordum, öyle olmadı: Hem yakın çevrem hem yazarlar ve eleştirmenler tarafından yüreklendirildim. Hanımların Dikkatine’de ilk kitabın çok dışında bir kurgu denedim. Niyet ettiğim şeyi uygulamada ne derece başarılı olacağımı da pek kestiremedim. Yeterince korkmadan gerekli cesareti toplayamıyorum. Açıkçası ilk kitaba gelen bütün övgülerin geri alınacağını düşünmüştüm. Eleştiriye açık olmakla birlikte, yerilmek hayalim değildi ama başka bir şey denemeye gerekli cesareti toplamak için göze almam gerekiyordu... Hanımların Dikkatine’yi yayınevine teslim ettiğimde bir nevi sosyal intihar teşebbüsünde bulunduğumu düşünmüştüm. Öyle olmadı. Olumlu eleştiriler aldı. Hem mutluluk hem de cesaret verici bir süreç oldu. ? Hanımların Dikkatine/ Seray Şahiner/ Can Yayınları/ 224 s. ? Meltem YILMAZ K itapta yer alan hikâyelerin ortak noktası nedir? Bu hikâyeleri birbirlerine bağlayan nedir ya da bir bağ var mı? Kitabı yazarken bir meselem vardı. Onun üzerine gittim. Filmlerin, kitle iletişim araçlarının, reklamların; resmi formların, pozitif düşünce kitaplarının… Sistemin; kampanyalar, sloganlar, ikazları içeren dış metinlerle dikkatimizi çekerek, yahut bilinçaltımız suretine bürünerek, yaşamımızı nasıl yönlendirdiğine baktım. Bu sadece sanat yapıtının yeniden üretildiği bir çağ değil, bilinçaltımız da yeniden üretiliyor. Kalıbı çıkarılmış bir yaşam sürüyoruz. Anlattıklarım, farklı jenerasyonlardan değişik hayallere sahip kadınlar. En temel benzerlikleri dil, söylemler ve kampanyalar üzerinden yönlendiriliyor olmaları. Farkında olmadan, itaat ediyorlar. Filmlerde geçen “başrol olma sendromu”, masallardan apartmaya çalıştıkları mutlu sonlar; pozitif düşünce kitaplarının sunduğu iyimserlik; sağlık formlarının sorguladığı cinsellik; “müşteri hizmetleri”nin belirlediği memnuniyet kriterlerinden kotardıklarıyla kendilerine bir hayat biçmeye çalışıyorlar. Dilin getirdiği sıkışmışlık durumunun sokak aralarına, ev içlerine sinmiş hallerini anlattım. Yeni bir şey söylemiyorum, zaten kuramlaştırılmış şeyler bunlar. Hayata karışma biçimlerini anlattım sadece. O yüzden de mümkün olduğunca gerçekçi anlar yansıtmaya çalıştım. Okuyanın kendiliğinden, durumla ilgili sorular sormaya, şaşırmaya başlamasını umarak. “İÇ SESLERİ FAZLACA KULLANDIM” Kitaptaki hikâyelerde kadına nereden baktınız? “Kadınlar ve ben” diye bir şey yok. Beraber, pencere pervazına yaslanıp, sakızımızı elimizin tersine yapıştırıp çekirdek çitleyerek mahallenin dedikodusunu yapıyoruz… Duruma her açıdan baktıktan sonra kendimi karakterin içinde konumluyorum. O yüzden iç sesleri fazlaca kullandım. Öykülerde yazar anlatıyı da, anlattığım karakterin diline ve tabiatına uygun olarak yeniden biçimlendirdim. Yazdığım öykülerde tanrı anlatıcı kullanıyorsam, o tanrı, anlattığı karakterin mezhebindedir mutlaka. Genelde payına figüranlık düşen kadınları yazıyorum ama başroldelerse de mutlaka rol yapma sabırlarının taştığı, dekoru yıktıkları bir an oluyor. O anları öyküleştiriyorum. Kitabın temel meselesi ve seçtiğim anlar benim hayata bakışımdan kaynaklanıyor doğal olarak. Ama kahramanı anlatırken, konuştururken, yazar olarak ortada görünmek istemem. En korktuğum şey, kurgusal bir metnin içinde “bilen” kişi konumunda meydanda olmak. “Doğrusu budur” diye kitabın içinden parmak sallamak haddim değil. Mümkün olduğunca gerçekçi olmaya çalışıyorum, bunu da hayatın tashihini yaparak sağlayamam. Bir overlok kamyonunun bir saat içinde kitaptaki bütün kahramanlara anonsunu duyurabileceği mahalle hikâyeleri yazdım neticede. Bunları muhabbetle anlatmak istedim. Son dönemlerde kadına yönelik şiddet olaylarının artmasıyla birlikte, kadın olmak her durumda mağdur olmak gibi bir algı çıktı ortaya. Sizin hikâyelerinizde kadın mağdur mu? Kitabı dilin şiddeti, yönlendirmesi ve yaptırımı üzerine kurdum. Ananeler ve kampanyalar ağırlıklı olarak kadın olma halleri üzerinden ilerlediğinden, kadınlar bu baskıyı daha yoğun hissediyor. Ama “mağdur kadınlar” çerçevesinden özellikle kaçınırım. Pozitif ayrımcılığın uç noktasında ötekileştirme 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1160 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle