Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Abdurrahman Münif, Arap dünyasında yeni romanın öncüsü sayılıyor. Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti ise Münif’in hem kendi yazın yaşamının hem de Türkçeye çevrilen ilk romanı. Yazar hakkındaki kısıtlı bilgilerden yola çıkarak otobiyografik ağırlığı yoğun bir metinle karşılaşılacağı söylenebilir romanda. Siyasi sürgünlükler, ülke değişimleri, göçler ve yolculuk Münif’in yaşamının olduğu kadar Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti‘nin de ana hattını oluşturuyor. ? Eray AK rap edebiyatını ne kadar tanıyoruz?” sorusunu hangimiz nasıl ve ne ölçüde yanıtlar? Bu yanıtlar yanıtlayanın kendisi de dahil kimi ne kadar tatmin eder? Nobelli yazar Necib Mahfuz’dan öte köy yok mudur gerçekten Arap dünyasının edebiyatı için ya da tek edebiyatçı Mahfuz mudur bu toprakların yetiştirdiği? Nobellik olmasa da iyi edebiyat yapan hiç mi yazar yok Arap topraklarında? Peki, varsa nerede bunlar? Türkçede neden çok fazla karşılaşmıyoruz bu coğrafyanın yazarlarıyla? Hemen yanımızda yer alan bir coğrafyanın edebiyatı hakkında ne kadar sığ bir bilgi derinliğine sahip olduğumuzun göstergesi aslında bu yanıt bekleyen sorular. Ortadoğu toprakları için hep denir ya “ne kadar yakınsa o kadar uzak” diye; edebiyatı da öyle kaldı bugüne kadar bizim için. Yukarıda da sordum ya; Necib Mahfuz’dan öte köy yoktu birkaç zamana kadar Türkiye’deki okuyucular adına ama geçtiğimiz yıldan beri yapılan çeviriler ve son fuarda konuk ülkenin Mısır olması, bu kısır çemberin bir nebze de olsa genişlemesine yardımcı oldu. Bunun yanında, fuar sayesinde Arap coğrafyasının edebiyatı hakkında okuyucuların üstünkörü de olsa bilgi sahibi olmaları yeni yazarların Türkçeye kazandırılması adına yayınevlerini de harekete geçirdi. Bu doğrultuda Türkçeye kazandırılan son yazar da Abdurrahman Münif. Dünyada Arap coğrafyası edebiyatı dendiğinde aslında akla gelen ilk isimler arasında gösteriliyor Münif. Arap dünyasında yeni romanın öncüsü sayılıyor aynı zamanda. Türkçeye bu kadar geç çevrilmesinin nedenlerini ise el yordamıyla da olsa yukarıda açıklamaya çalıştım zaten. Münif’in bu kadar geç de olsa Türkçeye kazandırılmasının tek teselli kaynağı ise yetkin bir çeviri ile okuyucu karşısına çıkıyor olması. İbrahim Demirci ve Hasan Harmancı tarafından Türkçeye kazandırılan Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti, Münif’in çoğu roman olmak üzere sayısı yirmiyi aşan yapıtlarının ilki. Bu ilk romanında yazar ulaşabildiğimiz kısıtlı yaşam hikâyesinden de az çok anlaşıldığı kadarıyla otobiyografik ağırlığı yoğun bir metinle karşımıza çıkıyor. Siyasi sürgünlükler, ülke değişimleri, göçler ve yolculuk Münif’in yaşamının olduğu kadar AğaçSAYFA 6 ? 10 MAYIS Abdurrahman Münif’ten ‘Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti” Vatanı terk ederken... bir Fransız ekibe çevirmenlik yapmak. Mansur’un gördüğü tüm toplumsal baskıları bir kenara bırakırsak aslında sadece “para kazanmak” bir yönüyle amacı. “Bir kapıcı, bir hamal, bir bilet kesicisi olarak da çalışabilirdim. Önemli olan, bu lanet ülkeden çıkmam ve bir iş bulmam. Vatan toprağını bırakmama saatler kaldı. Evet, vatanı terk ediyorum, belki de sonsuza kadar. Dönmeyeceğim. Okulda öğrendiğim şiirlerin bütün beyitlerini unutacağım; özleyişi, yürüyüşleri, çöldeki mehtabı unutacağım, (…) Bu yönüyle roman geri kalmış bir toplumda kendini yetiştirmiş bir entelektüelin yaşadığı sıkıntıları da gözler önüne seriyor. Kendi toplumunun “aydın” olan birinin bile “vatan” kavramını sorgulamaya başladığını ve bu kavramın içini, çektiği çilelerin de büyük etkisiyle, nasıl faklı yorumlarla doldurduğunu görüyoruz Mansur’u “terk edişe” götüren yolda. Bir aydın için çok farklı bir anlam taşıması gereken “vatan”, Mansur’da ona yaşatılanlardan ötürü bambaşka bir algıya dönüşmüş: “Yirmi küsur yıldır süren acılı bir deneyimden sonra iyice anlamış oldum ki vatan, insanın tanıdığı ve sevdiği kişiler arasında, içinde çalışabildiği yerdir.” Ve artık o kadar nefret etmiştir ki ülkesinden, oraya dair tek bir tozun dahi gelmesini istemez: “Yanımda hiçbir şey taşımak istemiyorum; şu yüzüme, giysilerime dek nüfuz etmiş olan acınası hatıralarımı bile, hepsini bırakmak istiyorum. Bu topraklarla ilgisi kalmamış, yeni bir insan olmak istiyorum.” TEK BAŞINA BİR ROMAN: “İLYAS NAHLE” “Bu ülkede birkaç saatim kaldı, sonra onu terk edeceğim. Bir daha da geri dönmeyeceğim. Evet, dönmeyeceğim.” Ama dönmeden önce görmesi gereken bir kişi daha vardır Abdülselam Mansur’un: İlyas Nahle. Bir kaçakçı olarak Mansur’un ülkesini terk ettiği trene biner Nahle ve tüm vagonlarda oturacak yer olmasına karşın kendisine yer verilmemesinden onun yanına oturur. Aralarındaki sohbetin başlamasına ise bir küçük rakı şişesi aracı olur. Romanın daha sonraki birçok aşamasında da göreceğimiz bir buhran temsilcisi olarak gösterilen “rakı”, Nahle ve Mansur arasındaki dostluğun simgesi haline gelir adeta. İlyas Nahle’nin Mansur’un bu kaçışına bir süreliğine de olsa yol arkadaşlığı yapması Abdülselam Mansur’un yaşamına olduğu kadar romanın kurgusuna da etki eder. Nahle’nin anlattıkları da aslında Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti dışına çıkarılırsa bir roman derinliği taşıyor. Nahle’nin gerek başına ya da eşeğinin başına buyruk yaşamı gerekse bu yaşamın gerçekten büyük bir anlamı içinde barındırması Nahle’nin hikâyesinin tek başına bir roman etkisi taşıdığını ispatlıyor bize. Roman da bu yüzden “Nahle’den önce” ve “Nahle’den sonra” diye ikiye bölünüyor adeta. Bu bağlamda ilk bölümde geleneksel anlatıya sırtını yaslayan yazar, ikinci bölümde Abdülselam Mansur’un sanrılı halleriyle modern anlatım tekniklerinin peşine düşüyor. Bunun yanında İlyas Nahle, bu alabildiğine politik romanın içine kendi karakteriyle renk kattığı gibi, onun doğayla kurduğu yakın ilişki, Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti‘nin önemli bir “doğa romanı” haline dönüşmesini de sağlıyor. Aynı şekilde Doğu toplumlarının kadına bakışı da İlyas Nahle önde olmak üzere, her iki karakterde kendini farklı bir tonda gösteriyor. İlyas Nahle’nin ruhunu, romanın ve Abdülselam Mansur’un üzerinde, yazarın bizi çıkardığı bu yolculuk boyunca hissedeceğiz. Romanda tüm bu insana, vatana ve doğaya dair kapsamlı anlatışları hakkını verip bir kenara bırakırsak, Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti’ni edebi açıdan değerli kılan en önemli özellik kendini biçemde gösteriyor. Gerçekten çok rastlayamayacağımız bir biçem tutturmuş bu romanında yazar. Aslında “tutturmak” fiili yazarın bu romanda yapmaya çalıştığına ters düşen bir anlatım olabilir çünkü Münif, birçok anlatım tekniğini farklı kollar üzerinden aynı nokta üzerinde yoğunlaştırmaya çalışmış burada. Yani, Münif’in biçemi kullandığı anlatım tekniklerini bir düzlemde buluşturabilmesinde saklıyor hazinesini. Tek ve düz seyreden bir anlatım tarzı oluşturmaktansa hem romana hareket katma hem de okuyucunun zihnini durmadan dürtüp, çalışmasını sağlayıp uyanık kalması adına yapmış bunları Münif. Okuduğu metin üzerinde kafa yormak isteyen, anlatıcı ve anlatım değişikliklerini takip etmekten keyif duyan okuyucunun mutlaka ilgisini çekecektir Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti. Yorulurum diyen yanaşmaya!? e.erayak@gmail.com Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti/ Abdurrahman Münif/ Çeviren: İbrahim Demirci, Hasan Harmancı/ Yapı Kredi Yayınları/ 312 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI “A Abdurrahman Münif, dünyada Arap coğrafyası edebiyatı dendiğinde aslında akla gelen ilk isimler arasında gösteriliyor. Münif’in bu kadar geç de olsa Türkçeye kazandırılmasının tek teselli kaynağı ise yetkin bir çeviri ile okuyucu karşısına çıkıyor olması. lar ve Merzuk Cinayeti‘nin de ana hattını meydana getiriyor. FARKLILAŞAN “VATAN” ALGISI Bir “terk ediş” hikâyesi aslında Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti genel anlamıyla ama metni roman kıvamına getiren bu “terk ediş” durumunun altında yatan nedenler sürüsü. Bu bağlamda romanın hikâyesinin oluşmasına sebep karakter ise Mansur Abdülselam. Mansur Abdülselam ülkesinde üniversite eğitimi almış, yurtdışında tıpkı ülkesindeki gibi başarılı bir yüksek lisans programını tamamlamış, bunun dışında bir süre üniversitede hocalık yapmış, orta yaşların en ortasında biri. Onu ülkesinden, bu kaçışa sürükleyen ise başta siyasi nedenler olmak üzere, toplumsal ve sosyal birçok noktadan hareketini buluyor. Öncelikle yaşayamıyor artık kendi insanları arasında Mansur. Toplumunun riyakarlığı ve ikiyüzlülüğü onu bu “terk edişe” iten nedenlerin başını çekiyor. Onlar tarafından dışlandığı gibi yine onlara tarafından jurnalleniyor. Üniversiteden kovulduktan sonra da para kazanmak için başvurduğu bütün kapılar yüzüne kapanıyor. Bir işte çalışması engelleniyor, yaptığı çevirilerin yayımlanmasına izin verilmiyor. Kısacası prangasız bir hapis hayatı yaşıyor kendi ülkesinde. Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti, önemli bir “toplum resmi” sunuyor bize bu doğrultuda. “Vatan dediğin nedir ki? Toprak mı? Çorak tepeler mi? İçindeki kinden eriyip kaybolan kasvetli gözler, kurşun, alaycı sözler? İnsanı aç bırakmak mı vatan? İş arasın diye caddelere salıvermek ve peşine muhbirler takmak mı?” Üç yıl süren binbir türlü çabanın sonucunda edindiği pasaportla da ülke dışına çalışmak için gidiyor Mansur. Bulduğu iş de arkeolojik kazılar yapacak 2012