Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Gülseren Engin’den ‘Ağlama Smyrna, Döneceğim’ ‘İzmir’in işgaline iki günde karar verilmedi’ Yıl 1914, Osmanlı İmparatorluğu giderek zayıflamaktadır. Başta İngilizler olmak üzere tüm Avrupalıların planı, “hasta adam” ilan ettikleri Osmanlı’yı parçalamak, topraklarını işgal etmektir. İngilizlerin Yunanlılarla birlikte hedefi İzmir’dir. Böylece hem Ege’nin zenginlikleri ele geçirilecek hem de İzmir, İstanbul’un işgali için üs olarak kullanılacaktır. İlk adım, İzmir Körfezi’nin girişini bir tıpa gibi tıkayan Kösten Adası’nı ele geçirmekle atılır. İngiliz işgaliyle her şey değişir, tıpkı Rum kızı Smyrna’nın yaşamında olduğu gibi. Gülseren Engin’in Ağlama Smyrna, Döneceğim adlı romanı, İzmir’e ve burada kaderini arayan İzmirli genç Rum kızına ağıt niteliğinde. Engin’le romanı üzerine söyleştik. ? Hilal KARAHAN on romanınız Ağlama Smyrna, Döneceğim, Cehennemde Bir Ada (2001), Yorgun ve Yaralı (2004), Sancılı Kent Ankara‘dan (2008) sonra dördüncü romanınız. Ayrıca öykü, masal, gezi, yemek kitaplarınız ve tiyatro oyunlarınız da var. Romanlarınızda genellikle belli bir dönemi yazıyorsunuz: Yorgun ve Yaralı’da Birinci Dünya, Balkan ve Çanakkale Savaşları’nı; Cehennemde Bir Ada’da İkinci Dünya Savaşı’nı, Ağlama Smyrna, Döneceğim’de ise İzmir’in işgalinden önceki dönemi ve Kurtuluş Saavaşı’nı. Savaşlara ve tarihe merakınızın belli bir sebebi var mı? Evet, çocukluğumdan beri tarihi severim. Tarih kitabıyla ilk karşılaştığımda ilkokul dördüncü sınıftaydım. Kitap eve geldiğinde o kadar ilgimi çekti ki oturup baştan sona okudum. Bizden yüzlerce, binlerce yıl önce insanların nasıl yaşadıklarını, neler yaptıklarını o zamandan beri merak ederim. Tarih bir masallar, hikâyeler, romanlar bütünüdür bence… Geçmişe duyduğum merak okuma ve araştırmaya itiyor beni. Tarihle ilgili yeni şeyler öğrenirken aslında düş gücümün beslendiğini fark ediyorum. Okuduklarım, öğrendiklerim kafamda öyküler SAYFA 4 ? 10 MAYIS oluşturuyor. Bu öyküler giderek romana dönüşüyor. Bir yandan da öğrendiklerimi başkalarıyla paylaşmak için yanıp tutuşuyorum. Böylece tarihi olayları anlatan romanlar yazıyorum. Bunun yararlı olduğuna da inanıyorum. Nedense tarih dersleri sevilmez. Bu yüzden de tarihi doğru dürüst bilmez gençlerimiz. Oysa roman okurken tarihi öğrenmek çok keyifli bir şey. Benim çocukluğumda gazeteler tarihi romanları günlük yayımlarlardı. Tadına doyamazdım. Ne yazık ki günümüzde bu yok; gazeteler magazinle doldu artık. Savaşa geline, ben savaşlara karşıyım, işgallere de. Romanlarımda savaşın acımasızlığını, çirkinliğini vurguluyor, ona karşı çıkıyorum. “O GÜNLERİN BİR BENZERİNİ YAŞIYORUZ” Ağlama Smyrna, Döneceğim son derece simgesel bir anlatıma sahip. Smyrna, Çakır Osman, Nikos, Mr. White kangreninde aslında İzmir’in Osmanlı’yla ve Yunanistan, İngiltere gibi diğer devletlerle ilişkisi anlatılıyor. Romandaki her karakter belli bir devleti simgeliyor sanki, yanılıyor muyum? Hayır yanılmıyorsun, Smyrna İzmir’i simgeliyor. Çakır Osman, vatansever Osmanlı ordusunu, Nikos Yunanistan’ı ve Mr.White İngiltere’yi. Yaşananlara, ilişkilere dikkatli bakılınca bunu fark etmek mümkün. O dönemde İzmir yabancıların sömürdüğü bir kent. Hemen her devlet İzmir’in yeraltı, yerüstü tüm zenginliklerini hoyratça kullanıyor. Smyrna’ya yapılan da bu. Ancak sömürüyle doymuyor yabancılar; İzmir’i tamamen ele geçirmek istiyor. Romanı okurken, anlatılanların sadece o dönemle sınırlı kalmadığını; günümüze de pek çok gönderme içerdiğini düşündüm: Devlet çıkarları, politikacıların riyakârlığı, derin devlet, çetelerPKK ilişkisi… Bununla ilgili neler söylemek istersiniz? Günümüzde yaşananlara dikkatli bakıldığında, o günlerin bir benzerini yaşadığımız görülür. Padişah ve hükümet, din ağırlıklı bir idare peşinde, yabancı devletlerin kuklası; onlar ne derse onu yapıyorlar. Ülkenin bütün zenginlikleri yabancılara satılmış; limanlar, demir yolları yabancıların elinde… Vatanseverler “eşkıya, vatan haini” suçlamalarıyla hapse atılıyorlar. Topraklarımıza göz dikenler var. Topraklarımız üzerinde kendi devletini kurma hevesinde olanlar da var; yabancı devletlerin korumasındalar. Terör estiriyorlar; ama bunu yabancı ülkelere “Türkler terör estiriyor” diye duyurup mazlumu oynuyorlar. Halkımız derin uykularda. Aydınlarımız aymazlık içindeler. Gösterilerle, bildirilerle yaklaşmakta olan kötü sonu durdurabileceklerini sanıyorlar. Ne dersin bütün bunlar sana tanıdık gelmiyor mu? Ağlama Smyrna, Döneceğim, İzmir’in işgalinden önceki karanlık dönemle başlıyor. Henüz savaşın emaresi bile yokken İngilizler gelip Kösten Adası’nı işgal ediyor ve İttihatçı Vali Rahmi Bey’in verdiği inanılmaz gözdağı karşı2012 sında geri çekiliyorlar! Oysa tarih kitaplarında sadece İzmir’in işgali ve kurtuluşu önemsenir, sanki öncesi ve sonrası hiç yaşanmamış gibi. Bu dönemi yazmak istemenizi manidar buldum. Gerçekten bu dönem karanlıkta kalmış. Tarihçiler ve birkaç araştırmacı dışında diğer insanların bu dönemi bildiklerini sanmıyorum. Oysa o zaman dilimi ve yaşananlar çok önemli. İzmir’in işgali iki günde karar verilip apar topar yapılan bir şey değil. Uzun yıllar öncesinden düşünülüp ince ince planlanıyor. Kösten Adası’nın işgali ise bu planın başlangıcı. Amaç İzmir’i işgal edip kukla bir prenslik yapmak; Çanakkale’den geçmek için üs olarak kullanmak. Hedef sadece İzmir değil, İstanbul. Hatta tüm Anadolu. Büyük bir planın sadece küçük bir parçası İzmir’in işgali. Anadolu’nun işgalini Yunan ordusunu öne sürerek gerçekleştirme planı bu. Mondros ateşkesi ile zaten bütün önemli kavşaklar ele geçirilmiş durumda; ama bu da yeterli değil. Daha fazlasını, çok daha fazlasını istiyor yabancı devletler. Başta İngiltere. Bu dönemi anlatmayı bu yüzden önemsiyorum. İnanıyorum ki tarihi bilmeyen bugünün olaylarını doğru değerlendiremez. “YAZARKEN SANKİ DÜŞLERİMİ GÖRÜYORUM” Romanlarınızda kahramanlarınız hep etnik azınlıklar. Merak ediyorum, İzmir’in hikâyesini niye bir Rum kızın ağzından anlattınız, niye Smyrna? Az önce söylediğim gibi o bir simge; İzmir’in simgesi. Öte yandan o dönemde Müslümanlar nüfus olarak çoğunlukta olsalar da etkin bir topluluk değiller. Osmanlı ardı ardına savaşlar yaşamış. Balkan Savaşları, Çanakkale, Birinci Dünya Savaşı’nın bütün cephelerinde savaşanlar ve ölenler hep Türk erkekleri. Köylerde, kentlerde hiç erkek kalmamış. Kalanlar da savaştan dönen, çoğu sakat erkekler. Bu yüzden ne ticarette ne tarımda erkek işgücü yok. Dul kadınlarsa ne dükkân işletebiliyorlar ne tarım yapabiliyorlar. Ticaret ve tarım Rumların elinde. Sanayi S Gülseren Engin, “Amaç İzmir’i işgal edip kukla bir prenslik yapmak; Çanakkale’den geçmek için üs olarak kullanmak. Hedef sadece İzmir değil, İstanbul. Hatta tüm Anadolu. Büyük bir planın sadece küçük bir parçası İzmir’in işgaliydi” diyor. yabancı devletlerin. Ayrıca Ermeniler, Yahudiler, Levantenler yaşıyor İzmirde. Bu yüzden bir Rum kızının kahramanım olması daha doğru geldi. Romanlarınızda sinematografik öğeler baskın; konuşmalar, aksiyon, dönem ve kültür tarihi öne çıkıyor… Betimlemeler, düşünceler neredeyse yok gibi… Romanı okurken sanki film izliyormuşum hissine kapıldım. Bunda tiyatro oyunu yazıyor olmanızın etkisi olabilir mi? Sanmıyorum. Sinemayı çok seviyorum. Yazarken sanki düşlerimi görüyorum. Film seyreder gibi. Yani gördüklerimi yazdığım için görsellik ağır basıyor roman ve öykülerimde. Diğer özelliklere gelince: Uzun uzun betimlemelerden vazgeçeli çok zaman oldu. Birkaç fırça darbesiyle resim yapmak gibi, birkaç sözcükle betimlemeyi kısa kesmeyi yeğliyorum. İstiyorum ki okur kendi düş gücüyle canlandırsın okuduklarını. Bu da öykücülüğümden gelen bir alışkanlık… Bilirsin, öyküde kısa, öz ve etkili anlatım önemlidir. Aksiyona, merak öğesini diri tutmaya da önem veriyorum. Kurgu belli bir hızda gitmeli ve okur hep bir sonraki sayfada ne olacağını merak etmeli… Aksi halde okura yüzlerce sayfalık bir kitabı okutamazsınız. Elbette estetiği, edebi kaygıları dışlamadan yapılmalı. Bu konuda başarılı olup olmadığıma okur karar verecek. Dönem romanı çok sık yazılmıyor maalesef. Uzun bir çalışma ve derin bir tarih bilgisi gerekli. Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Turan Tan, Nezihe Araz, Yılmaz Karakoyunlu, Ayşe Kulin hemen aklıma geliveren isimler. Bu konuda ne söylemek istersiniz? Dönem romanı yazmak zor iş. Okura doğru bilgi vermek zorundayız. Ancak bu da yazara büyük sorumluluk yüklüyor. Tarihi olayları yazarken doğru bilgilere ulaşmak gerek. Bu da çok yönlü araştırmayı gerektiriyor. Sadece resmi tarihi değil, farklı belgeleri, anıları, mektupları, dönemin gazetelerini araştırmak çok zaman ve emek istiyor. O nedenle dört yılda bir çıkıyor bir roman. Dönem romanı yazıyorsunuz ama aslında Ağlama Smyrna, Döneceğim bir aşk romanı… Tarihi olaylar sadece zemini oluşturuyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz? Ben tarihçi değilim, romancıyım. Benim işim hikâyeler kurgulamak. Tarihe olan ilgim nedeniyle dönem romanları yazıyorum ve romanın zemininde, kurgunun içinde tarihi olayların akıp gitmesini seviyorum. Romanın sonunda okur bir “yarım bırakılmış” duygusu yaşıyor. Bazı şeyler açığa kavuşmuyor. Kitabı kapattıktan sonra bile o merak duygusuyla “Acaba bundan sonra ne olacak?” diye düşünüyor insan. Neden? Evet, romanın sonunu özellikle ucu açık bıraktım, çünkü devamını yazıyorum. Yakında ikinci cilt de gelecek. Çakır Osman Smyrna’ya bir söz verdi. Ağlama Smyrna, Döneceğim/ Gülseren Engin/ Remzi Kitabevi/ 246 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1160