Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tülay Güzeler’le ‘Dar Koridor’ üzerine mediği Achille’i, topuğundan aşil tendonundan vurmak gibidir. “İNSAN ÇOK KARIŞIK, ZOR BİR CANLI” “Cam Duvar”, Gerçek’in adının geçmediği tek öykü. Neden? “Cam Duvar” öyküsü, kurgusuyla günümüzün gerçekliğini tam karşılıyor, bana göre. O yüzden Gerçek’in varlığına ihtiyaç duymuyor. İnsanın insana ihtiyacı olduğunu ve bu anlamda birbirimizin şahitleri olduğumuzu düşündüren öyküler var peş peşe. “Biz”i önemsiyorsunuz. Ayrıca öykülerin çoğunun birer gelecek önerisi taşıdığı gözden kaçmıyor. Umut hep varsa, koridor neden dar? İnsan çok karışık, zor bir canlı. Düşünün ki, çocukluğumuzun etkilerinden hayatımız boyunca kurtulamayız, anne babalarımızla, ailemizle hesaplaşma sürer gider. Koca koca insanlar olmuşuzdur, bu büyüdüğümüzü mü gösterir? Gerçekten büyüsek basit olan şeyleri yaparken böyle zorlanır mıyız? İletişim kurmak gibi zihnimizi yeniye açarak değişebilmek gibi. Hayatımızın tüm sorumluluğunu almak gibi, yanlışlardan ders çıkarmak gibi. Çocukluk etkileri, hayatı anne babamız üzerinden kavramamız, bizi kuşatan gerçekliği tüllerin ardından anlamaya çalıştığımız algısı uyandırıyor bende. Gerçek performansımızı gösteremediğimizi; suçluluk duyguları, kompleksler içinde çoğumuzun yittiğini düşünüyorum; bu, aslında zorluğun sadece bir kısmı. Bir de her şeye alışmak vardır, insana ait özelliklerden. Televizyonu açtığımızda savaş görüntülerine alıştık, insanlar gerçekten açlıktan, savaştan kırılırken hem bu kıyıma alıştık, hem de silahlanmaya ayrılan payın devasa büyüklüğünü yadırgamamaya. Alışırız, her duruma uyum geliştiririz, esir toplama kamplarında bile bir hayat kurabiliriz, insan sonuna kadar yaşama sahip çıkar, basitçe kalbini çalışır durumda tutmaya odaklanır. Ya kendimizi herkesten daha iyi duruma getirme tutkumuza ne demeli! Kapitalist sistem neden bu kadar güçlü? Çünkü bir yanıyla bize uygun tamam, bunu körüklüyor ama var olan zaaflarımızdan faydalanarak yapıyor bunu biz araba sürerken bazılarının yürümesi hoşumuza gidiyor. Büyük ev demek, çoğunluğun yaşadığından daha büyük ev demektir, böyle bir evde yaşamak kendimizi özel hissettirir. Uzatabilirim. Tek cümleyle de söyleyebilirdim: Bugünü yaşadığım için olmasın! Simgesel bir anlatımınız var. Örneğin hayatı, başı sonu belli olmayan bir merdiven olarak tasarlamışsınız Şato adlı öykünüzde. Şato ise gerçekle kurulan hayatı simgeler gibi. Bir başka öyküde, uçak kazası geçiren yolcuların kader ortaklıklarının, “biz” vurgusunu güçlendirdiğini görüyoruz. Teknik/ teknolojik çağ eleştirisi yaparken televizyona “cam duvar” demişsiniz. Böyle anlatmayı sevdiğiniz elbette hissediliyor ama bu, gerçeği anlatmaya durmuş öyküleri örtüleyerek, çelişkili bir durum arz etmiyor mu? Fantastik öğelerden beslenen simgesel bir anlatımı, gerçekliği güçlendirmek için kullandım. Bu, beyaz bir kuşu belirginleştirmek için, zeminin koyu renklerle siyahla örneğin boyanması gibidir. Bu yüzden, çelişkili bir durum yarattığını düşünmüyorum. Böyle bir anlatım, farklı okumalara da daha çok olanak tanıyor diye düşünüyorum. ? Dar Koridor/ Tülay Güzeler/ Kanguru Yayınları/ 126 s. ? ‘Tanrısal bir gerçek yarattığımı düşünmüyorum’ Dar Koridor bir ilk kitap. İlk öykü kitabı olmasına karşın arı, duru bir Türkçeyle dile gösterilen özen ve dilde nedensellik ilişkileri kuran oluşumuyla dikkat çekiyor. Dil ve anlamda tutarlı, savrulmayan ve nesnel dünyayla bağlarını zayıflatmayan öykülerin epeyce özlemini duyduğumuz bir dönemde çıkageldi Dar Koridor. Bu kitabın evrenine girmek için yazar Güzeler’le söyleştik. ? Zeynep SÖNMEZ itaptaki öykülerde tematik bütünlük göze çarpıyor; bütün öyküler, “Gerçek” adlı karakterle ben anlatıcının aralarında geçen konuşmalar temeline oturtulmuş. Bu sebeple, gerçeğin ne olduğuna ilişkin bir sorgulamanın ve gerçekle hesaplaşmanın içinde buluyor kendini okur. Yazarın niyeti bağlamında soruyorum, amacınız bu muydu gerçekten; modern zamanlarda ve bugünkü yaşayışımızda gerçeğin yeniden sorgulanmasına ihtiyacımız mı var? Dar Koridor, bir orta yaş kitabı ya da şöyle söyleyeyim: Orta yaşta yazılacak bir kitap. Bu yaşlarda hayat yavaşlar, öyle hissedersiniz, daha doğrusu gençlik döneminin sorumlulukları meslek sahibi olma, evlilik kurumuna uyum sağlama, çocuk büyütme, ekonomik olarak güçlenme, mal edinme azalmış, hayatınız öyle böyle oturmuştur ve aslında yaşıyor olduğunuzun ilk kez farkına varırsınız. Ben öyle hissettim, hayata dair ne varsa, kendim için anlaşılır kılma telaşına kapıldım. Böylesine içten ve derin konuşma isteğimi karşılayacak, sorularımın altından kalkabilecek bir kişi var olabilir miydi! Çevremi kuşatan gerçekliğin ağaçların, taşın, toprağın, göğün orta yaşta bir erkeğe dönüşerek benimle konuşmasını diledim içimden. Bunun, yani Gerçek’le konuşmanın, tek yolu vardı benim için: Yazmak. Hayata dair her şeyi, “öykü”nün ferah diliyle konuşmak: Ömrü ve ölümü, aşkı, hayatımızın yeni cehennemlerini ve hiç değişmeyen ilk cenneti... ütopyayı, kahraman olmayı/sıradan olmayı, olamamayı, yaşama hakkını, insanın kendi bedeniyle kurduğu temel ilişkiyi (utanmayı) ve Gerçek’le gerçeği konuşmak. Zamanımızda gerçeğin sorgulanmasına ihtiyaç var mı, sorusuna gelince. Gerçeği sorgulamaya ihtiyaç duyduğumuzdan eminim. Yolumuzu yitirdik. İyice güçlenen, üstümüze iyice abanan kapitalist sistem normalimizi tamamen bozdu. Gerçek, çoğaltılarak etkisizleşen bir şeye dönüştü. Artık hiçbir şey bizde gerçek algısı yaratamıyor. Kafalarımız sürekli karışık. Hiçbir şeye inanamıyoruz. Örneğin Saddam Hüseyin asıldı, hem de canlı yayında tüm dünyanın gözlerinin önünde. Ama eminim birisi, “Yok canım! Amerikalılara servetini verip canını kurtarmıştır; bir benzeri asılmıştır” diye düşünebilir. Daha da geliştirebilir: “Yüzü değiştirilmiştir estetik operasyonla, kimliği değişmiştir. Ben Saddam HüseSAYFA 8 ? 19 NİSAN K yin’im dese, artık kendini bile inandıramaz” diyebilir. Söylendi de bunlar. Bir başkası, başka bir şeye inanabilir. Üstelik aklımıza gelmeyen bir başka olasılık gerçek olabilir. Artık her şeye inanabiliriz ya da hiçbir şeye! Daha gündelik düşünelim: Kadınlar için, erken genç kızlık çağından ileri yaşlarına kadar, güzel ve seksi olmak ve bunu korumak, hedef olarak dayatılmıyor mu? Oysa fiziksel güzelliğin ve seksiliğin peşinden böylesine koşmakla kazanılacak şeyler, gerçekten bu çabayı karşılar mı? Yoksa kaybedeceklerimizi mi konuşmalı? Evet, gerçeğin yeniden sorgulanmasına, hayatın yeniden sorgulanmasına ihtiyaç var, hem de fazlasıyla. “HAYATI MATERYALİST ALGILIYORUM” İnsan olmaktan kaynaklanan ve bu dünyada yaşamaktan doğan değerlerin karşısına Tanrısal gerçeği çıkararak kitabın sonuna dek sürdürmüşsünüz sorgulamayı. İlk öykünüzde geçen cümleler bunu ele verir gibi: “Gerçek’in, sıradanlığıma sürekli vurgu yapması kırıyordu beni. Bu kırılganlığımı da çok insani bulacaktı…” Diğer yandan, Gerçek’e söylenmiş şu cümle de dikkat çekiyor: “Yani ilerici olmamız, materyalist bir felsefeyle dünyayı ve seni anlamaya çalışmamız çok normal.” İdealizm ile materyalizm arasında bir seçim yapmamış gibi görünüyorsunuz. Her ikisi de mümkün mü? Tanrısal bir gerçek yarattığımı düşünmüyorum. Dar Koridor, ilk öyküyle başlayan son öyküyle biten bir kurgu. Başlangıç öykülerindekiTanrısal gerçek algısı, sonlara doğru tamamen değişime uğruyor. Gerçek algısıyla hesaplaşma, son öyküde ben anlatıcının Gerçek’le değil, kendi kendisiyle konuştuğunu fark etmesiyle bitiyor. Bitmiyor aslında, çok farklı bir şekilde yeniden başlıyor. Ayrıca öykülerde, Gerçek’in ben anlatıcıyla kurduğu ilişki son derece değişken. Tüm öyküler dikkate alındığında, Gerçek, oturmuş, tutarlı, dengeli bir kişilik çizmiyor. Ne Gerçek, ne de ben anlatıcı öyleler. İkisi de ele avuca sığmayan karakterler. Bu açıdan da Tanrısal bir algı yarattığıma katılmıyorum. Dünyayı anlamak için yaptığım seçime gelince: Ben, hayatı materyalist algılamayı seçiyorum. Bu gerçekten de sert bir zeminde yürüme isteğimize karşılık geliyor diye düşünüyorum. Bu kadar sade düşünüyorum bu konuda. Ama sosyalist sistemin nedenleri ne olursa olsun yıkılması, geleceğin daha iyi şeyler taşıdığına dair umudu kır Tülay Güzeler’in öykülerinde gerçek, ona atfedilen başka bir kimlikle, başka bir var oluş biçimiyle sorgulanıyor. dı. Bunun küçümsenmesini anlayamıyorum. Sol bakışa böylesine gereksinim varken, tam sol muhalefet zamanıyken, bu olamıyorsa, ortada ciddi bir sorun var demektir. İdealizm ile materyalizm arasındaki karşıtlığın, doğal olarak, devam edeceğini, felsefik tartışmaların süreceğini, Marx’ın yeniden yeniden yeniden yorumlanacağını, felsefe tarihine yeni isimler ekleneceğini düşünüyorum. Gerçek, her öyküde ona atfedilen başka bir kimlikle, başka bir var oluş biçimiyle sorgulanıyor. Bazen yanı başımızdaki bir dost, bazen içimizdeki insan sevgisi, bazen doğanın kendisi olarak çıkıyor karşımıza. Çok yaygın söylemle gerçeğin bin bir yüzü vardır demiyorsunuz da, tek bir gerçek vardır, o da vicdandır diyorsunuz. Yanılıyor muyum? Ne güzel bir soru! “Tek gerçek vardır, o da vicdandır” demeyi hedeflemedim ama belki şu: Gerçek dediğimiz şey, gerçeklik dediğimiz şey, nereden baktığımıza, anlama yetimize, hangi tarafta olduğumuza ve daha bir sürü şeye bağlı olarak değişir. Neyi öncelediğimiz önemlidir aslında, buna vicdan da diyebiliriz ya da insanı merkeze almak ve onu amaç edinmek de diyebiliriz. İnsanı amaç edindiğinizde, insanın yitmekte olduğunu anlatmak için doğal olarak en çok vicdana yöneltebilirsiniz oklarınızı. Bu, Yunan mitolojisindeki dünyanın en büyük savaşçısı, hiç kimsenin alt ede 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1157