Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K elefonda Necati Güngör… Tarih babanın yazın ansiklopedisinden çıkagelmişçesine konuşuyor: “Bir ‘Kırklar Meclisi’ kuralım diyorum, erbabı kalemden… Yılda bir kez toplanalım, unutulmuş gibi görünen bir yazarımızı belirleyip onu ödüllendirelim, aramızda birleştireceğimiz üç beşle de armağan alalım, unutulmadığını gösterelim kendisine…” Heyecanla dinledim, doğru söze ne denir? Necati’nin seslenişi, Dünyanın Öyküsü dergisinde sürdürdüğüm “Unutulmaz Öyküler”i anımsattı bana. Bunun gibi “Unutulmaz Öykücüler” başlığı altında da bir dizi mi yapmalı? Nitekim uzunca bir süredir düşünüyordum, bir Oktay Akbal yazısı daha kaleme alacaktım; onun unutulmaz öykücü olduğunu vurgulayan… “Bir Oktay Akbal yazısı daha” dedim ya, “daha” ne oluyor diyeceksiniz… Oktay Akbal’ın tüm öyküleri, romanları üzerine azımsanmayacak yazı kaleme aldım bugüne dek. (Yeni basımları için bak.: Cumhuriyet) Yalnız “Kitaplar Adası”nda değil, öteki yazın dergilerinde de… Hatta söyleşilere, konuşmalara da katıldım ustamız için, bir onurlanma duygusuyla… Bundan ötürü Akbal’ın yazınsal değerine yönelik yeni sözler edecek değilim… Kaldı ki yazınsal niteliğini, değerini hiçbir zaman yitirmemiş, tersine bütün zamanlarında bu değeri korumanın ötesinde bunu büyüterek sürdürmüş bir dil, yazın öncümüz o… Ama Necati Güngör de haklı… Bazılarının adını bile unutmuş görünüyoruz. Sözün gelişi Sadri Ertem’i kaç kişi biliyor bugün, hadi o kadar uzağa gitmeyelim Mehmet Seyda’yı kimler anımsıyor? Öykücülüğümüze yoğun emek vermiş Hüsamettin Bozok’a, onun o güzelim Yeditepe dergisine, öykü yayıncılığındaki emeğine değinecektim bir yazımda, gençlerin Ekşi Sözlük sitesine de bakayım dedim… “50’li yılların ünlü edebiyat dergisi Yeditepe’yi çıkartan adam. Ayrıca edebiyat tarihimizde müstesna bir yeri olan Yeditepe Yayınları’nın sahibiydi, vefat etmiş” diye yazmışlar, o da ölümü sonrasında, Hürriyet’teki haberi kaynak göstererek… Şimdi Peride Celal diyeceğim, Kemal Bekir diyeceğim, onlar da kim diye sorarlarsa ne söylerim diye ürküyorum… Ürküntü, korkuntu değil de utantı diyeyim daha doğrusu… Fısıltıyla sorsam peki; “Affedersiniz, Tarık Dursun K.(e)’yi tanıyor musunuz?” Tanrı biliyor ya, sırtım terliyor, ya aykırı bir yanıt verirlerse?… Katılıyorum, çok haklı Necati Güngör… Nitekim Oktay Akbal’ın Cumhuriyet’teki yazıları, değerbilmezliğin, buna dönük çözülüşün ipuçlarıyla bezeli hep… YAZINIMIZA TUTULMUŞ BOY AYNASI... Oktay Akbal’da “ayna” imgesi önemli bir SAYFA 20 ? 19 NİSAN itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Bir öykü atası: Oktay Akbal... T konuma sahip. Ayna yansıtıcıdır, dolaylı anlatımın da aracı: “Her yaş döneminin insanı ayrıdır. Yirmili yaşların insanıyla, ellinin, altmışın, hele seksenin, doksanın insanı, aynı insan mıdır?/ Resimlerinize baksanız da, karşınızdaki kendiniz değil, bir başkasıdır görünen…” (21.8.2011) Oktay Akbal, sıklıkla vurgular yazılarında; cumhuriyetle yaşıt olduğunu. Gelin serzenişlerine kulak verelim ilkin onun: “Bu Cumhuriyet nasıl kuruldu, nasıl seksen dokuz yaşına geldi diye kendimce bir tarihsel bilanço çıkarmak istedim. Önce ilk on yıl!.. Benim gerçekten yaşadığım zaman parçası! Yaşadığım diyorum, bilerek, duyarak, anlayarak, severek… Hadi bir on yıl daha! Derken, savaş yılları…” “Birleştiler, toplaştılar, ağalar, beyler, beyefendiler, bir partide buluştular. Çok partili yaşama geçtik… Olacak olanlar oldu bu geçmeyle! ‘Halk iktidara geldi’ söylentileriyle halkın gerçek çıkarları, gerçek aydınlanması bir yana itildi.” “Gide gide tek adam egemenliğine ulaştık.” (Cumhuriyet, 28.2.2012) “Hep düşünmüşümdür, iktidar koltuklarına yerleşen nice politikacının yılda kaç kitap okuduğunu!.. (…) Dünyanın her yanını gezerler eşleriyle çocuklarıyla, ama bir kitaplığa uğramamışlardır, bir müzeye, bir konsere gitmemişlerdir. Kendi ülkelerinde de şöyle işe yarar bir tiyatro binası bile yaptırmamışlardır.” (26.2.2012) “Birinin elinde süpürge sopası. Biri ellerini başına dayamış. Biri de derin bir düşüncede…/ Üç şair!.. Metin Altıok, Behçet Aysan ve Uğur Kaynar…” “O resim hep karşımda. …Benim ölümsüz şairlerim, dostlarım, arkadaşlarım! Yok mular artık? Çekip gittiler mi azgın bir fırtınanın kanatlarında! Şiirlerin sonsuzlaştığı bir yerlere…/ Ben onlarlayım. Onlar benimle. Hep bakışıyoruz karşılıklı.” (9.10.2011) Oktay Akbal, dil, anlatım, biçem vb. pek çok açıdan yazınımızı yenileyip yapılandıran yazarlarımızın başında geliyor. 1950 öykücü kuşağı üzerindeki etkisi de biliniyor onun. Erdal Öz, Demir Özlü açıkça değiniyor buna. Öncesinden günümüze, tüm cumhuriyet yazınımızda gösterge konumu sergileyen bir boy aynamız o. Yalnız öykülerinde değil, romanlarında da toplumsal yapıdaki dönüşümlerin süreçsel bağlamda birey üzerinden yansıması çıkar karşımıza. Bütün anlatılarında kişinin verdiği birey olma kavgası gözlenir. Öykülerinde, İstanbul’a yaklaşım, bakış derinliği getirirken bu doğrultuda oluşturulabilecek bilincin de temellerini atar o… Unutulmaz öykücümüz Oktay Akbal, yazınımıza armağan ettiği “Önce Ekmekler Bozuldu”, “Suçumuz İnsan Olmak“, “İnsan Bir Ormandır”, “Garipler Sokağı” söyleyişleriyle, etkisinin derinlere inen gücünü de gösteriyor kuşkusuz… Peki unutacak mıyız onu? Yanıtı yine Akbal veriyor: “Bu alanda belli bir değerin varsa kalırsın, yoksa silinir gider, unutulursun. Kaç ödül almışsan da!..”(5.2.2012) KEMAL BEKİR’DEN TARIK DURSUN K.(E)’YE... Tarık Dursun K. de, Aydınlık’taki yazılarında güncel unutuluşun acısına değiniyor kimileyin. Satır aralarında bir burkuntuyla karşılaşıyorsunuz alttan alta. Şöyle diyor: “Benim ustam (Orhan Kemal’le birlikte) Oktay Akbal’dı”, “[O], yaşamayı ve özgürlüğü sever, çünkü yaşamak onun için yazmakla eşdeğerdedir.” Ekliyor: “Yaz ustam, yaz!” Sonra derin bir soluk koyuveriyor: “Şükür ki yazıyor, hâlâ yazıyor…” (Aydınlık, 17.3.2012) İzmir’i anlattığı kitabı dışında verimlerinden bugüne dek söz edemediğim bir yazarımız Tarık Dursun K. Oysa öyküleriyle romanları gençlik yıllarından bu yana su gibi okuduğum biri o. Anlatı kişileri, iletişimsizlik, toplumsal çalkantı, insanların kayıtsızlığı karşısında kendileri için evrenler kurmaya girişirken birer sığınak arar hep; aşktır bu, yuvadır, dostluktur, güvendir kimileyin ucu rezilliğe de varsa… Bu nedenle karakterlerden yansıyan korku, güven, kuşku, aşk, bağlılık, ihanet duyguları baskın rol oynar yapıtlarda. YKY, Tarık Dursun K.nin bütün öykülerini 2009’da iki ayrı ciltte toplamış bulunuyor: Karanfilli Hikâye /Toplu Öyküler 1, Gönlümün Bir Parçası /Toplu Öyküler 2. İleride onun öykülerine de bütünsellikli bir yer açacağım “Kitaplar Adası”nda. Üşenmedim, Kemal Bekir’i aradım telefonla: “Öyküleriniz ne âlemde, yenileri var mı, yazıyor musunuz?” Güldü, tek sözcükle yanıtladı beni, “Yazmıyorum,” dedi, o kadar. Şimdilerde Afrodisyas Sanat dergisinde, “Kendileri” başlığı altında süren dizi için kendi bölümünü kaleme alıyormuş… Oysa Kemal Bekir, Oktay Akbal’ın ardı sıra, özellikle 1940’ların ikinci yarısında öykücülüğümüzün en önemli adları arasında yer alıyordu, üstelik gencecik yaşında… Onun Fatma Hanım’ın Erik Ağacı (1970), Bayrama Yakın (1975), 1 Mayıs’ta Bir İşçi adlı öykü kitaplarının topluca yer aldığı Bütün Öyküleri’nden (Pencere, 2006) kalkarak öykücülüğünü işleyen bir yazıyı Hayal dergisinde yayımlamış, sonrasında romanlarını da “Kitaplar Adası”na konuk almıştım. Ayrıca üzerinde durulması gereken bir oyun yazarımız da o. Bırakalım öteki türlerle ilgilenenleri, öyküyle haşır neşir olduğunu düşünenlerin kaçı bilir Kemal Bekir’i? Arada bu tür sorularla yüzleşmek gerek… Ben de sıklıkla sorarım kendime… “Oğlum Sadık, ahir ömründe okuma fırsatı bulamadığın hangi yazarlarımız kalmış tara, nalları dikmeden onları da okuyup tanı, dilimize, yazınımıza borcun bu…” ÖYKÜLERİYLE SAHNE ALAN ÖTEKİ UNUTULMAZLAR... Geçmişte de öykücülerimiz sahne almamış değildi. Sözgelimi Sait Faik’in öykülerinden Savaş Dinçel’in oyunlaştırıp uzun yıllar sahnelediği Öylesine Bir Hikâye unutulabilir mi hiç? Buna bir açıdan “öykü yapımı” olarak nitelenebilecek yenileri eklendi. Şu sıra Hilmi Zafer Şahin’in Ziya Osman Saba’nın öykülerinden oyunlaştırdığı Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi, Can Doğan’ın yönetiminde İBB Şehir Tiyatrolarında sahneleniyor. Genç oyuncu Uğur Arda Aydın’ın Saba’nın öykülerini unutulmazlaştırıp yaşanır kılan yorumunu tüm öyküseverler izlemeli… Okuma tembelleri için de kestirme yol! Sonuçta Ziya Osman Saba’dan Hilmi Zafer Şahin’e, Can Doğan’dan Uğur Arda Aydın’a tüm emekçiler, bir “öyküoyun” anıtı dikiyorlar sahnede… Bir unutulmaz öykücü daha sahnede bu mevsim; Cahit Sıtkı Tarancı. İsmail Cem’in özel çabayla, şairin Cumhuriyet’le Varlık’tan derleyip topladığı öykülerinden (Bak.: Gün Eksilmesin Penceremden, Can, 2006) Engin Yüksel’in uyarlayıp Vural Buldu yönetiminde Serbes Tiyatro yapımı olarak sunduğu aynı adı taşıyan oyununu izleyebilmiş değilim. Ama anmak gereği duydum yine de… Son olarak bir büyük öykücümüze, “tiyatro kurucu” oyun yazarımıza getireyim sözü; Haldun Taner’e, onun sahneye indirdiği sevgi çığına… Ali Erdoğan, kurucusu olduğu Kabare Dev Aynası topluluğuyla Haldun Taner’in oyunlarından sahnelediği Şakayla Söyler Haldun Taner adlı çalışmasıyla, bize ustanın yalnız oyunlarını değil, bir büyük öykü yazarı olarak onun öykülerini de yaşatıyor. Kimileri Haldun Taner verimlerinden kalkıp yadırgı işler yaparken (Bunun için bak.: Esen Çamurdan, Cumhuriyet, 25.2.2012), Ali Erdoğan, yıllardır unuttuğumuz (belki de unutturulan) tadıyla yansıtıyor bize Haldun Taner’i. Öteki sahne arkadaşları İsmail Can Törtop, Ümmühan Kıldiş, Sibel Erkan, Cihan Bektaş, Merdan Kardan, Çağla Şadoğlu ile birlikte… Yüksek, akışkan bir erkeyle… Sahi ne olmuştu 23 Nisan 1920’de? Oktay Akbal henüz doğmamıştı, o, 20 Nisan’da dünyaya gelecekti, 1923’te cumhuriyetin yaşıtı olarak. Yine de Oktay Akbal, yukarıdaki bütün öykücüler kuşağının boy verdiği bu ülkede, cumhuriyetin ilanıyla birlikte bağımsız bir meclisin çatısı altında dünyaya gözünü açmıştı… Seksen dokuzuncu yaşını kutladığımız sevgili Oktay Akbal, sevgili yazarlarımız, bizler bu gök kubbenin altında teker teker sönüp giderken sizler unutulmaz birer öykücü olarak bizlerden sonra da yolumuzu ışıtacak, öyle de kalacaksınız… ? 2012 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1157