04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Betül Tarıman’la toplu şiirleri ‘Hadde’ üzerine “Ruhumu, harflerimi eğdiğim, eğittiğim bir şey, ‘Hadde’ ” Betül Tarıman’ın kitabı Hadde adını taşıyor. Daha önce yayımlanmış Ay Soloları, Üzgündü Kırlar, Kardan Harfler, Güle Gece Yorumları, Yol İnsanları, Kar Merdiveni, Ağır Tören ile daha önce kitaplaşmamış dosyası ‘Melvin’e Giden Yol”u bir araya getiriyor Hadde. sokaklarından sonra Antalya’nın ara sokaklarını ama daha çok evini mekân eylemiş. Bu Melvin’e Giden Yol neyse gidecek işte. Nilay Özer, senin Kar Merdiveni kitabınla ilgili bir yazısında, şiirinde özel isimlerin çok yer tuttuğuna işaret ediyordu. Senin şiirin gerçekten de misafir eden bir şiir. Bunu bilinçli mi yapıyorsun bilmiyorum ama bana Maurice Blanchot’u anımsatıyor bu hal… Yazar, diyor Blanchot, ben deme ayrıcalığına sahip değildir. Benden çıkar, başkası olur, onu misafir eder, onu konuşturur. Yazarı büyülenmiş birisine benzetir. Artık o gerçeklik dünyasına ait değil, büyülenmenin dünyasına aittir ve yazdıkları da kendisi değil, onun yerine geçen tüm ötekiliklerin konuştuklarıdır. Senin şiirlerinde de özellikle Kar Merdiveni’nden sonra sadece Doğulu bir annenin değil, Ermenilerin, kadınların, özetle vasatı tutturamamışların seslerinin duyulur olduğunu görüyoruz. Tanıdığım, tanış olduğum, bir şekilde hayatımın içinde olmuş ya da olmamış kişiler ya da mekânlar… Babamın mesleği nedeni ile Anadolu’nun pek çok kentini gezip görme fırsatını elde etmiş olmamın bunda payının olduğunu bilmem söylememe gerek var mı? Bu nedenle, kendimden çıkıp başka dünyalara, yaşamlara konuk olduğum bir yol bu, oradan da kendime. Bir dönüş yolculuğu. Kendime yaptığım bir yolculuk. Ben derken aslında sendeki ben’i anlama çabasından söz ediyorum, senin olan bir şeyi anlama çabası. Nilay; özel isimlerin şiirimde çok yer tuttuğunu söylemişti. Bunu ilk işaret eden de oydu. Yazdım elbet, bir Ermeniyi, Yahudiyi, Kürdü, Müslümanı… Bir delirium atağı halinde. Ötekileştirilmişleri. Kendime konuk ettiklerim bir süre sonra benden çıkıp, başka bir yola girdi. İşte o zaman artık benim değildiler. Bir rüya gibi onlara uzaktan baktım. Benim yazmama vesile olan rüyaya. Kentlere konuk oldum. Orada onlarla kendimi var ettim. Dediğin gibi bu büyülü bir dünyaydı. Ama siz buna lütfen büyülü bir rüya deyin. O rüyadan uyanmak istemedim. Bazen Erzincan, bazen, Bingöl, Trabzon, Konya, İstanbul, Edirne, İzmir… Her birinin bendeki yeri ayrı… Her biri benim için bir rüya kent. Gelen buyursun konuk olsun diyen kentler… Biraz da son kitaba eğilelim istiyorum. “Siyah Eldivenler ve Alice” bölümünde müdürlerden, öğretmenlerden, öğrencilerden bahsediyorsun. Dilin de öyküleşmeye doğru gidiyor. Tiplemeler var mesela… Öğretmen olduğunu biliyoruz. Daha önce meselenin bu kadar içinden, bu kadar zülfüyare dokunduğunu görmemiştik. Gerçi bundan önce Kar Merdiveni’nde Doğu meselesiyle ilgili “Ülkenin doğusu gibi dürülmüş çarşaflar” dediğinde yönelttiğin eleştiri, şimdi okulla ilgili, Kardan Harfler’de aileyle ilgili… Genelleyerek iktidarla, otoriteyle bir sorunun var diyebilirim. Derine sen in istersen… Çocukluk; anne, babadan geçerek geldiğim bir nokta olsa gerek. Ağır Tören’de evlilik kurumuna eleştirel bir bakış vardı. ? Didem ATAYURT evgili Betül, ilk olarak Hadde ismiyle başlayalım. Hadde ne demek? Neden Hadde? Melvin nerede? Ya da ilk olarak şöyle soralım: Melvin bir yer mi, bir kişi mi? Melvin’in neliğini bizimle paylaşmak ister misin? Melvin’in nereden geldiğini tanımlayabiliyor musun? Açıkçası ben bir imgedeki anlamın şairi tarafından ifşa edilmesi taraftarı değilim ve hatta bunun mümkün olmadığına inananlardanım. Sen ne düşünüyorsun bu konuda? Evet, son şiir kitabım “Hadde”, şimdiye kadar yayımlanmış yedi kitabımı ve dosyam “Melvin’e Giden Yol”u içeriyor. Melvin’e Giden Yol’daki şiirleri yazdığım zaman diliminde, bilinmezlik ırmağında kâğıttan gemiler yüzdürdüm, kimi gemileri yırtıp attım, bazıları battı, böylece bazılarına yer açılmış oldu. Bir şeyler vardı hayata dair. Benden hayata, hayattan bana süzülen. Serüvenmiş gibi geçen hayatta, hayatın bizlere ettikleri, savrulduğumuzu hissettiğimiz noktalar… Bunu hepimiz yaşıyoruz. Bir şeyler öğrenmiyor da değiliz eğilip bükülerek. Kendimizi eğittiğimiz gibi harflerimizi de bu yoldan geçiriyoruz. Örselenmeler elbette oluyor, kırılıp dökülmeler… Hani taş nasıl biçimlenirse su yatağında, kor nasıl demire dönüşüyorsa. İşte bu nedenle “Hadde”. Ruhumu, harflerimi eğdiğim, eğittiğim bir şey olarak “Hadde”. Melvin’e gelince. Bunu nereden bilebilirim ki! Melvin işte. Tanımlayamadığım bir şey. Ağırlıklarından kurtulup, yükselmek gibi, ruhla ilgili bir evre gibi… SAYFA 6 ? 19 NİSAN 2012 S Ben buna Melvin dedim, başka biri başka bir şey diyebilir. Tanımsız, sır dolu. Ben de Melvin’in üstünü balçıkla sıvadım kimse görmesin, bilmesin diye. Ne de olsa kimsenin uğramadığı bir dağız, kendi halinde sokaklarda gezinen meczuplar… İlk kitabının yayımlanmasından bu yana on yedi yıl geçmiş, ortalama iki, üç yılda bir kitap demek bu… Çalışkan bir elden söz edebiliriz sanırım. Özellikle son üç kitabının ilk kitaplarına nazaran daha bütünlüklü, sanki gidilecek bir yol varmış da oraya doğru yola çıkmışsın gibi… Aslı var mı, ben mi uyduruyorum? HAYATIN SÖYLETTİKLERİ... Ne idiysem aslında o belirledi yazdıklarımı. İlk iki kitap hariç bütünlüklü olmasını belki de. İçimdeki safrayı atmak gibi bir şeydi sanırım bu. Yazdıkça beni rahatlatan bir şey. Çocukluğuma, ilk gençlik yıllarına, anneliğime, kadınlığıma, hayata dair ne varsa söyleme, söylenmemişi arama çabası. Elimin kaleme gittiğiydi, kendimle konuştuğumdu, kendime söylediğimdi. Sayfaları araladıkça orada elinde fotoğraf makinesi ara sokaklarda gezinen, aynayı yüzüne ve dünyaya tutan birini görüyorum. Bu hep var ve olacakmış gibi geliyor bana. İçindeki çocuk, çocukluğundaki gibi kâğıtlara peri kızları karalayacak. O biri, yani peri kızları karalayan biri evet, çalışkan ama hayatın ona söylettikleri nedeniyle çalışkan biri. Delirme noktasına gelmiş ama delirmemiş. Hayatı seviyor, coşkulu. Bir de dediğin gibi sanki gidilecek bir yol hep varmış sevdasında, tutturmuş gideceğim diye. Gider mi bilinmez? Yazıyor, sokaklara, meydanlara çıkıyor, dağ yürüyüşlerine... Kastamonu’nun ara Hatta bunu Sennur Sezer; Evrensel dergisi’nde ifade etmiş, nerdeyse kitabın ruhunu okumuştu. Kar Merdiveni’ninde ise doğuya göndermeler var. Süregelen bir savaş içinde kadını, erkeği, çocuğu daha doğrusu insanı arıyorum. Sonuçta insan eziliyor, birtakım sıkıntılar yaşıyor. Ama daha çok kadın galiba. Kadın olmak tarihin her döneminde acıyı da yüklenmek olmuş. Egemen tarafından dışlanmış. Görmezden gelinmiş. Kimi kez yazdıklarının altına imzasını koyamamış kadın. Koyduğunda ya da aşkını ifade ettiğinde egemen tarafından akla hayale gelmeyecek hakaretlere maruz kalmış. Yıl 2012 ama değişen bir şey yok gibi görünüyor. Kadın yazıyor, kendini ifade ediyor ama meraklı gözleri ile egemen kadını her daim kıskacı altına almış. Evet, saptaman doğru. Otoriteyle, iktidarla bir sorunum var. Melvin’e Giden Yolda’da bu kez eğitim kurumuna, kurumlarına eleştirel bir bakış açısı ile yaklaşıyorum. Oturup hadi şimdi de bunu yazayım diye değil, yaşadığım süreç bana bu şiirleri yazdırdı. Dünde yazdıklarıma bakarak, bugünü, geldiğimiz noktayı hissedebilmenin dayanılmaz sıkıntısı olsa gerek bu şiirler. Her şeyin kurallara bağlı olduğu, üniformalara sıkıştırılmış genç hayatların yaratıcılıktan yoksun bırakıldığı bir dönemde, “kara bıyıklarıyla yüzü kara / yüzü sertti müdür / ara sıra kaşlarını kaldırır / Hitler’e benzerdi az önce gitti / iç organları taşarcasına ağzından / söylenirdi sabahlar geceler” dizelerini yazmam kaçınılmazdı. Ya da “Allahın günü öğrenciler peşlerinde öğretmenler / dengede tutmak için kendilerini ve bilinci / ellerinde kalem yanlışı çizer marşlarla uygun adım marş / yazardı soruyu öğrenci hayallerden terk” dizelerini. Ve yine, “ hayale dalıyor kız etekliğinin altı endişeli ve korkak / adam asmaca oynuyor arada bir / babası kahve istiyor iri taneli / kız çiçeklere bahçeyi gösteriyor / geriye doğru sayarak rakamları ve bir şeyi / gazeteden kupon kesiyor / kendini kesiyor el yazması bir eserden oyarak” dizelerini de. ÖZEL BİR KADIN Son sorum da şu olsun. Sen bize kitaplarını sundun, artık onunla aramızda bağ kurup kurmamak bize kalmış ama on yedi yıllık yazma süreci içerisinde sen kendini nerede görüyorsun? Seni yazmaya iten şeyi tanımlayabiliyor musun? Melvin’e Giden Yol’da rüyalardan bahsetmişsin ya, rüya senin için nasıl bir anlam taşıyor? Senin rüyan ile gerçekliğin arasındaki ilişkiden, senin için çok özel olmayacaksa, bahsedebilir misin? Benim kendimi nerde görüp görmediğim önemli mi? Bir yerdeyim işte, kendime, insanlara konuk olduğum bir yerde. Bir masalı dolamış dilime yazıyorum. O masalda kahraman da benim, yolcu da. Bu şey işte, bana bir şeyler yazdırıyor. Hayatın içinden damıttıklarım bir süre sonra şiir olup çıkıyor. Sonra okuyan kendine göre algılasın, bir dünya kursun kurgulasın… Kurgu mu kurmaca mı bilmem ama son kitabım Melvin’e Giden Yol, Üsküplü Asiye Hatun’a ithaf edildi. O benim için özel bir kadın. Rüyalarını yazmış, birilerine danışmış, sormuş sorgulamış. Kendince bir hal çaresi işte. Benimkine gelince. Bir hal çaresi mi? Kim bilir. Ben bu kitabı, bir rüya kitabı olarak tasarladım. Ve rüyayı da bir özgürlük alanı olarak gördüm. Bir kaçış imkânı... Neden olmasın? Zaman zaman rüya kendini bir başka rüyada yeniden üretti yani bir başka rüyaya vesile oldu. Bu nedenle, hatırlanan, hatırı sayılır rüyalarıma, dış uyaranlarıma teşekkür mü etmem gerek, bilmem. ? ? HaddeToplu Şiirler/ Betül Tarıman/ Yapı Kredi Yayınları/ 488 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1157 CUMH
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle